3 Aralık 1919... O gün Kırım'dan gelen gemiden bir yabancı İstanbul'a ayak basıyor. İşgal altındaki İstanbul'a. Beş parasız, üstelik bu şehirde hiç kimseyi tanımıyor. Ama okuduklarından, dinlediklerinden dolayı İstanbul'a neredeyse âşık olmuş. O gün İstanbul'a gelen kişi, Rusya'daki 1917 Devrimi'nden kaçan ressam, yazar Alexis Gritchenko. İki yıl boyunca İstanbul'da kalıyor. Çok sevdiği İstanbul'u dünya gözüyle gördüğü gibi gördüklerini kendi tarzına uygun olarak resimliyor ve tuttuğu günlüğe aktarıyor. Camiler, kiliseler, meydanlar, kıraathaneler, Suriçi'ndeki eski İstanbul mahalleleri derken bu kadim şehirde girip çıkmadığı yer kalmıyor. İbrahim Çallı, Namık İsmail gibi 1914 Kuşağı Türk ressamlarla arkadaş oluyor. Ve 1921'de İstanbul'dan Paris'e gidiyor.
CAMİLERE SIK SIK GİDERDİ
Alexis Gritchenko ressam olarak tanınır ama onun İstanbul'da iki yıl geçirdiğini birkaç sanat tarihçisi dışında bilen pek yoktur. İşte Meşher'deki Alexis Gritchenko -İstanbul Yılları başlıklı sergi (10 Mayıs'a kadar açık) ressamın İstanbul günlerine odaklanıyor ve 100 yıl öncesi İstanbulu'nun bir yabancıya nasıl göründüğünü anlamamızı sağlıyor. Ressamın İstanbul'da yaptığı 150'den fazla resmin yer aldığı sergide Galata'dan Haliç'e, Suriçi'nden İstanbul'daki çeşitli camilere, surlara ve kahvehanelere kadar pek çok yerin resmi bulunuyor. İçlerinde genel olarak erkeklerin yer aldığı ama kadınların da bulunduğu resimler çoğu. Camiler Gritchenko'nun en çok uğradığı yerlerden. Camilerin içine girip resimler yapıyor. Şehirdeki İngiliz zulmüne sıklıkla şahit olsa da ilginçtir askerler ressamın ilgi alanı dışında. Ama günlüklerinde İngiliz ve Fransızların yaptıklarını anlatıyor. O günlükleri Gritchenko 1930'da İstanbul'da İki Yıl adıyla yayımladı. Bu kitap da Yapı Kredi Yayınları tarafından ilk defa Türkçeye çevrildi. Ve o kitap işgal altındaki İstanbul'un nasıl bir ruh hali içinde olduğunu anlatıyor.
Herkes gizli gizli Kemal Paşa'dan söz ediyor
"Sıra sıra dükkanlar, arada sık sık karşımıza çıkan pembe kubbeli hamamlar, çıngırakları hiç durmadan (kurulmuş bir duvar saati gibi, bütün gün boyunca) çalan tütüncüler, şekerciler ve camlı kemeraltı bölümleri sokağa bakan kahvehaneler. Kapalı kapıların ardında eğlenceli iç mekânlar göze çarpıyor. Turuncu, mavi ve pembe kemerlerin altında müşteriler alacalı bulacalı bir kalabalık halinde oturmuş, çoğunlukla ayakkabılarını çıkarıp bağdaş kurmuşlar; renkli çorapları gözüküyor. Duvar halılarına yaslanmış, dalgın bakışlarla nargilelerinin keyfini çıkarıyorlar veya kahve fincanlarının üzerine eğilmiş gazeteleri okuyorlar, gizli gizli Kemal Paşa'dan söz ediyorlar, Fransızlarla İngilizlere verip veriştiriyorlar."
En tatsız yol İngiliz Genelkurmay Karargâhı'nın önündeki
"İstanbul'da binlerce kilometre yol yürümüşümdür. En tatsızı Pera'dan, sonra da Taksim alanından, renkli derileriyle İtilaf askerlerinin kaldıkları kışlaların ve fazla parlak, fazla kırmızı tenleriyle kibirli subayların göze çarptığı İngiliz Genelkurmay Karargâhı'nın önünden yürüyerek geçip geri dönmekti."
Hatipler, ateşli hutbeler ve Kuran okuyor
"Fatih'te (Camii) çok sayıda mümine rastladım. Siyah bol cüppeleri içinde yuvarlak yüzlü, beyaz sarıklı softalar kan kırmızısı devasa halının üzerinde saflar halinde sıralanmışlar. Kesif insan grupları halkalar oluşturmuş. Ramazan'ın son günlerindeyiz. Bayrama az kaldı. Havada hissediliyor. Hatipler, ateşli hutbeler, sayfaları sararmış Kuran'dan bölümler okuyorlar"
Kimseler bilmezken Atatürk Gritchenko'yu biliyordu
Alexis Gritchenko'nun 1930'da Fransa'da yayımlanan İstanbul'da İki Yıl kitabı 305 adet basılıyor. Kitap dönemine göre çok pahalı. Ressamın Türk dostları almak istiyor ama bu pek mümkün olmuyor. Oysa Mustafa Kemal Atatürk, bu 305 kitaptan birini edinmiş. Atatürk'ün Alexis Giritchenko'yu nereden tanıdığı ve bu kitaba neden ilgi duyduğu bilinmiyor ama bu kitap Anıtkabir Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi'ndeki Atatürk'ün özel koleksiyonundaki kitaplardan biri. Ve sergide bu kitap da sergileniyor
Casus olmakla suçlandı
"Yeni bir macera! Kazaklar Körfezi'nde bir sandal enkazının üstüne oturmuş resim yapıyordum. Etrafımda tanımadığım kişiler bir akbaba bulutu gibi dolanıyorlardı. Yanlarında bir subay olduğu halde kararlı adımlarla yaklaşan kalabalık etrafımı sardı. Sorgulama başladı. "Bu bir Bolşevik casusu. Onu kaledeki komutana götürmeliyiz." "Bu defa işim bitti" dedim kendi kendime. Bununla birlikte, zaman kazanmak için işi yokuşa sürdüm. Meraklılar dağıldılar. Subay, "Resminiz anlaşılmaz bir şey, insanı düşündürüyor. Yırtın onu, ben de gitmenize izin vereyim. Kentte hiç kağıt bulunmuyor; bu yüzden en küçük kağıt parçası bile benim için çok değerli. Üst tarafı yırtın." Dediğini yaptım. Bu sahneyi izleyen liman bekçisi alayla güldü. "Kroki çıkarmanızdan korkuyorlar. Burası Almanların elindeyken, müstahkem mevkileri fotoğraflamakla yetinmediler; körfezin dibinin bile fotoğrafını çekmek istediler."