Akbaş'la bu kez kitabını konuşmak için buluştuk.Çocukluğunda panayırlarda gördüğü tel cambazından etkilenerek, dostu Erdal Öz'ün teşvikiyle kaleme aldığı Hamdi adlı bir tel cambazının hikâyesini anlatan Cambaz geçtiğimiz hafta raflardaki yerini aldı. Aydemir Abi'nin o kadar dolu bir yaşamı var ki, her seferinde farklı bir şey anlatıp mutlaka manşet olacak bir söz söyler. Ama bu söyleşinin bir özelliği daha var: Akbaş, 52 yıllık eşi Beyhan hanımla birlikte ilk kez bize fotoğraf verdi. Mecidiyeköy'de geçen yaz taşındıkları evlerinin kapılarını ilk kez bize açtı. Yine tüm sıcaklığı ve sempatisiyle karşıladı bizi. Kitabını yazdığı koltukta hasta olduğu için sıcak su torbasıyla birlikte bir yandan poz verirken diğer yandan "Bizim hiç böyle fotoğrafımız yok. Bunlar tarihe geçecek. İlk sana böyle bir şey yapıyorum" diyordu. Akbaş'ın eşi Beyhan hanımı ne kadar sevdiğini, onu ne kadar düşündüğünü gözlemledim. İşte Aydemir Akbaş'ın anlattıkları...
- Aydemir Abi hayırlı olsun. Kitap yazmak nereden geldi aklına?
- Seneler evvel, Şair Erdal Öz'e bir tarihte Çiçek Bar'da hayat hikâyemi anlatırken, çok etkilendi. Gülmekten altına edecekti. Bunları yazsana dedi. Olur dedim üstüne gitmedim. Yıllar sonra yazmaya başladım.
- Ama bu kendi hayat hikâyeniz değil...
- Yok değil. Ama o da bitmek üzere. Hatta bugün senin yanında burada kitabımın son sayfasına noktayı koyuyorum. Yaza doğru o da çıkacak. 400 sayfa.
- Bu hikâye nereden çıktı ?
- Feriköy'de bizim evin önünde büyük bir arsa vardı. Çocukluğum o arsada geçti. 1940'ların başı. Bayram günleri o arsaya panayır kurulurdu. O panayırın gözdesi tel cambazıydı. Ben bunu senaryo olarak yazmıştım. Baktım çekilmiyor, çekemiyorum. Roman haline getirdim. 15 günde bitirdim. İlk karıma okuttum.
- Eşiniz ne dedi?
- Çok beğendi. Müthiş bir şey dedi. Beni yazmaya hep teşvik eden de eşim Beyhan'dır. Hemen bitirdi zaten. Bu kitabı eline alan bitirmeden uyumayacak. Senaryo gibi yazdım.
- Keşke daha önce roman yazsaydım diye düşündünüz mü?
- Evet dedim. Şimdiye kadar neden roman yazmadım diye sordum kendime ama ben hep senaryo mantığında yazıyordum, kafam hep film üzerine çalışıyordu. Biliyorsun 20'ye yakın senaryom var. En güzel senaryomu Kemal Sunal'a yazdım. Atla Gel Şaban... Tasvir eksikti bende. Şimdi bu kitapla romanın nasıl yazılacağını öğrendim.
- Film olur mu bu kitap?
- Olur tabii. Ben bunu kendime yazdım ama okuyan yapımcı "Bunu bana ver çekeyim" diyecek. Bu arada ben nisanda kendi çekeceğim bir filme başlıyorum. Antalya'da filme başlıyorum. Ceset diye bir senaryom var.
- Son yıllarda biyografik filmler moda. Sizin hayatınız film olmaz mı?
- Benim hayatım filmin alası olur da... Film bitmez. 100 dakikaya sığdıramayız. Ben yazamam, objektif olamam. Kitabım bir çıksın. Oradan bir teklif gelirse bakarız.
- O film bitmez dediniz. O kadar hızlı mı yaşadınız?
- Ya bak kimlerle yaşamışım. Yılmaz Güney, Fikret Hakan, İbrahim Tatlıses, Acar Yıldırım... Ötekilerini saymıyorum bile. Bunlarla yıllarım geçmiş. Olay olay olay! Tiyatro, sinema, gazete, stand up şov, tercümanlık, Galatasaray dünyası apayrı zaten...
KADİR, İSTANBUL HAVASI GİBİDİR
- Kadir İnanır'la beraber çalıştınız mı?
- Kadir İnanır İstanbul havası gibidir. Bir gün Aydemircim diye sarılır ertesi gün çeker gider tanımaz. Onu fotoromanda Saklambaç'ta ilk oynatan eşim Beyhan'dır. Bağdat Yolu fotoromanı. O, ben, bir de Sevim Tuna. Orada çalıştık.
- Selahattin Demirtaş'ın yazdığı tiyatro oyununa gitmesini nasıl yorumluyorsunuz?
- Normal görmüyorum. O akil insan değil miydi bir ara? Bizde her şey gri. Ya siyah ol ya beyaz. Bir tarafı savunuyorsan tam savun. Kafalarda soru işareti bırakma. Bana 100 bin defa sordular kimdensin diye.
- Hakikaten kimlerdensiniz?
- Ben hiç siyaset yapmam, sevmem. Ama 10 yaşımdan beri ya da Demokrat Parti kurulduğundan beri diyelim Demokrat Parti'liyimdir. 1961 darbe döneminde Urfa'nın Suruç ilçesinin Karaköy kazasında yedek subay öğretmenliğimi yaptım. Kobani'ye silah sıkmış adamım. Vuruyorlardı beni. 27 Mayıs'ın casusu sandılar.
- Neden?
- Çünkü ilk defa köyde transistörlü radyo gördüler. "Sen normal öğretmen değilsin casussun" dediler. Hayır dedim ben Demokrat Parti'liyim. Orada dürüst davrandım. O yüzden siyasetten hep uzak durmuşumdur. Sanatçının da çok içinde olmasını tasvip etmem.
İKİ KERE BOŞANDIK, ÜÇ KEZ EVLENDİK
- Erotik filmler döneminde evlisiniz... Eşiniz hiç kıskanmadı mı sizin?
- Yok ya, benim dalga geçtiğimi bir şey yapmayacağımı bilir. Ben çapkınlık kaçamak falan yapamam. Kızarır bozarırım. Yakalanırım. Biliyorsun biz Beyhan'la çok uzun süre nişanlı kaldıktan sonra evlendik. Sonra iki kere kere boşanıp, üç kere yeniden evlendik. Şahit bulamıyorduk.
- Neden iki kere boşanıp yeniden evlendiniz?
- Anlaşamıyorduk, tartışıyorduk, boşanıyorduk. İki-üç ay sonra yeniden evleniyorduk. Hatta ikisinde de aynı hakime denk geldik. "Hanginiz delisiniz?" diye çıkışmıştı bize. Benim nüfus kâğıdım onda. Başka seçeneğim yok. Çok sevdik birbirimizi.
- 57 yılık evlisiniz. Sırrınız nedir?
- Ben anadan Laz, babadan Arnavutum. Bizde boşanma diye bir şey yoktur. "Neredeydin nereye gidiyorsun?" soruları yoktur. Hiç sorulmazdı. "Gittiğin yerin telefonunu söyle yeter" derdi. Biz İbrahim'le İstanbul'u dolaşalım diye yola çıkardık, Diyarbakır'dan evi arardım. "Ben Diyarbakır'dayım merak etme" diye. Ben de çok iyi dostumdur. İyi sır tutarım. Hatta biz evlenirken şahitler "Bundan koca olmaz dost olur" dediler. Ama Beyhan'a sorarsan
muhteşem bir koca oldum.
İBRAHİM'LE ANLAŞAMADIĞIMIZ BİR NOKTA VAR
- Kanserler atlattınız. Sağlık durumunuz nasıl?
- 2010 yılında gırtlak kanseri tedavisi gördüm iyileştim. 2015 yılında katarakt ameliyatı oldum. O sebepten sekiz yıldır sigara içmiyorum. Dört paket içiyordum. Şimdi KOAH kaldı. Çok büyük eşeklikmiş, enayilikmiş sigara. Aptalca bir şeymiş. Hep İbrahim'e çektirdiğim eziyete üzülürüm.
- Neden?
- Ben uçağa binemem biliyorsun. Şehir dışındaki işlere hep arabayla gider gelirim. İbrahim'le yola çıktığımızda sürekli sigara içerdim. O da istemezdi. Kitaba da yazdım İbrahim sigara konusunda senden özür diliyorum dedim.
- Dostluğunuzun bu vakte kadar gelmesini neye bağlıyorsunuz?
- İbrahim benim kaşıma gözüme dost değil. Yıllar evvel orijinal bir senaryo arıyordu. Ben de ona verdim. Oradan başlayan bir dostluğumuz var. Ama anlaşamadığımız tek nokta var.
- Nedir o?
- Ben sildim mi silerim, o hemen affeder. Sonra bir bakıyorum, onlar barışmış olan bize olmuş. İbrahim dayanamaz barışır. Bir gün suratına söyledim "Yeter ya" dedim. "Sen iyi polis oluyorsun ben kötü polis oluyorum." Sette o iyi ben kötü. Ben biraz faşistimdir bu konuda. Çay fazla içirmem, ağzı içki kokanla hayatta çalışmam. İbrahim 10 kere bağırır ben bir kere. Bitti. Tek anlaşamadığımız nokta onun merhametiydi.
KEDİLER YÜZÜNDEN ÇOCUK YAPAMADIK
- Çocuğunuz olmasını ister miydiniz?
- Eskiden isterdim ama şimdi istemem. Bizim çocuğumuz prematüre doğdu ama yaşamadı. Çok çocuk düşürdü Beyhan. Yıllar sonra öğrendik ki, kedilerden hamile kadınlara geçen toxoplasma isimli bir enfeksiyon geçirmiş. Şu an iki kedim var. Yama ve Zeytin. Bizim çocuklarımız onlar.
BOLLUK İÇİNDE YAŞADIM PARANIN HEPSİNİ YEDİM
- Çok önemli isimlerle toplumsal gerçekçi filmlerde rol aldınız ama daha çok erotik komedi filmlerle hatırlanıyorsunuz. Bu bir rahatsızlık veriyor mu?
- Yok vermiyor. Ben orada erotik bir şey yaptığımı düşünmüyordum. Tamamen güldürmekti niyetim. Biliyorsun, bizim Yeşilçam geldi bir ara sıkıştı. Aile filmleri iş yapmamaya başladı. Ne yapacaklar? Bir gün prodüktörler Beyoğlu'nda.... Saray Sineması'nda bir kuyruk, camiye kadar. Ne oluyor ne filmi oynuyor diye merak ediyorlar. Bir bakıyorlar ki, Lando Buzzanca diye tipsiz bir adamın mini etekli kızlarla olan hikâyesinin anlatıldığı bir film. Baktılar ki çok ilgi görüyor, kim var ona benzeyen bizde?
- Kim var?
- Mete İnselel rahmetli; Ali Poyrazoğlu, Hadi Çaman... Ben o esnada tiyatroda Aziz Nesin'in Deliler Boşandı piyesini oynuyorum Ali'yle beraber Küçük Sahne'de. Ali Poyrazoğlu aynı zamanda Kazım'a Ne Lazım diye bir film çekiyor. Yönetmen Tanju Gürsu "Hulusi Kentmen'in işi varmış oynayamıyor. Kahve patronunu sen oynar mısın?" dedi. Peki diyorum oynuyorum. O filmdeki "Konuşma lan" deyip tokat attığım sahne slogan oldu. Öyle ki herkes sokakta "Konuşma lan" diye birbirini tokatlıyor.
- İş bir anda büyüdü...
- Hem de nasıl. Nami Dilbaz, Allah rahmet eylesin, Adana bölgesinin en büyük yapımcılarından biridir. Starı Adana bölgesi tayin eder. Hemen İstanbul'a telefon ediyor Apo Gardaş'a (Abdurrahman Keskiner) , "Derhal Aydemir'i bulun üç film için mukavele" yapın diyor. Saat 11.00'de film oynadı. 14.30'da Taksim'de Atıf Yılmaz'la Apo'yla üç filmlik mukavele imzaladım. 3 bin, 7 bin 500 bin, 10 bin lira... Böylece başrole geçtim. Dediğin gibi benim bunlardan evvel 50, 60 tane filmim var. Yılmaz Güney'le, Duygu Sağıroğlu'yla, Lütfi Akad'la filmlerim var. Toplam 150 film... 25'i yani 6'da biri erotik komedi. Sadece bu filmler olsaydı bugüne kadar gelebilir miydim?
- O zaman bu filmlerden iyi paralar kazandınız?
- Yapımcı Kadri Yurdatap "Bu furya geçecek. Aydemir küpünü doldurmaya bak" dedi. Ben de ona dedim ki Kadri; "Ben aktörüm. Bir kadının baldırıyla hatırlanmayacağım. Ölene kadar başrol olacağım". Öyle de oldu. Seyirci çünkü baldır bacak görmeye değil bana gülmeye geliyordu. Ben o sahneleri hep sululuk yaparak oynuyordum. Mahsus yapıyordum. Para kazandım mı? Evet kazandım, bolluk içinde yaşadım ama hepsini yedim. İyi yedim. Pişman mısınız diye hep sorarlar.
- Ben de sorayım...
- Gün geldi pişman oldum. Niye? Zengin ettiklerim kaldırım değiştirdiler. Ben o erotik komedi filmlerini bırakınca çok işsiz kaldım. Hiç ummadığım kapılar yüzüme kapandı. Evdeki heykelimi bile satmaya kalkttım. O raddeye de geldim. Şimdi soranlara üç kazanıyorsan birini kenara koy diyorum.
- Bir eviniz mi kaldı şu an?
- Evet, bir evim var. Benim bir lüksüm yoktur. Arabam olsun, yatım yazlığım olsun demedim. Hiç umurumda değil öyle şeyler. Bak (telefonunu gösteriyor) hâlâ 80 liralık telefon kullanıyorum. Geçen bir simitçiye denk geldim. "Abi bir fotoğraf çekelim mi?" dedi. Kırmam kimseyi, tamam dedim. 10 bin liralık telefon çıkardı. Çektirmedim.