Türkiye Voleybol Federasyonu aylar öncesinden çalışmalara başlamıştı. Turnuvanın düzenleneceği yerlere giderek fizibilite çalışmaları yapan, orada yaşayan Türk gurbetçileri organize eden federasyon, Filenin Sultanları'nın mücadelesinde taraftar desteği için önemli bir çalışma yürüttü. Ve başarılı da oldu. Hollanda'nın Apeldoorn kentinde düzenlenen turnuvanın bitiş düdüğü çaldığı an, millilerimiz olimpiyat vizesini elde ettikleri an, orası Hollanda değil Türkiye'ydi... Oyuncularla seyirci tek yürek oldu, salon kırmızı beyazdı... Ekranları başında Filenin Sultanları'nı destekleyenler de gözyaşlarına hakim olamadı. Geçen haftanın en gururlandıran olayının perde arkasını öğrenmek için ayağının tozuyla Türkiye'ye gelen oyuncularla buluştuk. Türk sporcusunu, Türk kadınını temsil eden bu güzel takımın kaptanı Eda Erdem başta olmak üzere, Meliha İsmailoğlu, Fatma Yıldırım ve Zehra Güneş'le konuştuk.
İLK SAYIDAN SON SAYIYA KADAR GÜLÜMSEDİK
- Turnuvanın son maçı bitip, Tokyo'ya gidiş biletini alınca ne hissettiniz?
- Meliha İsmailoğlu: Turnuvanın son maçında sonra durumu idrak edemedim. Son sayıdan sonra birbirimize baktık ve "Gerçekten yaptık mı? Gidiyor muyuz?" hissi yaşadık. Çok güzel bir his. Bu sorumluluk bizi korkutmuyor. Ülkemizin adına orada mücadele etmek daha da motive ediyor.
- Fatma Yıldırım: Bu güzel bir sorumluluk. Artık olimpik sporcuyuz, yediğimizden, içtiğimize, uyuduğumuzdan, davranışlarımıza her şeye dikkat etmemiz gerekiyor. Kafamıza göre davranamayız. Milli formayı giydiğiniz andan itibaren sorumluluk alıyorsunuz. Çoğu gence örnek olduğumuz için dikkatli yaşıyorduk zaten. Ama artık bu sorumluluk üç katına çıktı. Hem başkalarına örnek olmamız gerekiyor, hem de Olimpiyatlara gideceğimiz için kendimize karşı da sorumluyuz.
- Seyirci sizi nasıl etkiliyor?
- Zehra Güneş: Biz seyirciyle çoşan bir takımız. Turnuvanın birinci gününden itibaren gün geçtikçe coşkusu ve sayısı artan bir seyircimiz oldu, bu da bizi çok yükseltti. Maçtan sonra hayatımda görmediğim insanların bizimle gurur duyduğunu ifade etmesi büyük bir mutluluk.
- F.Y: Her milli maça çıktığımda İstiklal Marşı'nın okunduğu an çok önemlidir benim için. O marş okunmaya başladığında seyirciyle birlikte onu okumak, o duygu inanılmaz bir şey. Her sporcu bu anı yaşamayı iple çekiyordur. "Bu kadar insan bizi desteklemeye gelmiş, biz bu maçı kaybedemeyiz" hissiyle oynuyoruz.
- Maç esnasında bir ara Koç Giovanni Guidetti size, "Gülmüyorsunuz, gülerek oynayın" dedi. Neden?
- M.İ: Maçtan önce konuştuğumuz bir şeydi bu. Koç bize, "İlk sayıdan son sayıya kadar gülmeniz gerekiyor" demişti. Sahanın içindeki enerjimizi böyle yükselteceğimizi, bir iki sayı geri bile düşsek, yüzümüzün düşmesini istemiyordu. Maç esnasında gülmemiz gerektiğini hatırlattı...
- Z.G: Gülüyor olmak önemli. Zevk aldığın zaman bir işi iyi yaparsın. Sadece voleybol için geçerli değil bu hayatın her alanında. Biz baskı altında oynadığımızda, kafamızı bir şeye taktığımızda oyunumuz çok etkileniyor. Tecrübe azken bunun kontrolünü sağlamak çok zor.
- F.Y: Biz öyle zor maçlar oynuyoruz ki, stres, baskı olmaması mümkün değil. Giovanni bize o noktalarda sadece gülmemiz gerektiğini, eğlenmemiz gerektiğini hatırlatıyor.
- Yedi yılın ardından nasıl oldu da bu takım Olimpiyat biletine hak kazandı?
- F.Y: Bir ivmemiz var. Antrenörüyle, oyuncularıyla bir uyum içinde. Bu jenerasyon bunu yakaladı. Ve çok çalışıyoruz. Kimse en son ne zaman tatile gittiğini hatırlamıyordur. Geçen yaz dört ay kamptaydık düşünün.
- Kişisel olarak bu sporu yapma motivasyonunuz ne?
- F.Y: Voleybolu seviyor oluşumuz. Voleybol oynamadığım zamanlarda kendimi boşlukta hissediyorum. 20 senedir voleybol oynuyorum, onsuz bir hayatta ne yaparım onu bile bilmiyorum.
- Z.G: Beş gün tatil olunca boşluğa düşüyorum, topu özlüyorum.
- Totemleriniz var mıydı bu turnuvaya dair?
- Z.G: Aynı büstiyerimi giydim turnuva boyunca. Hatta yetişmez korkusuyla yıkamaya vermiyordum, kendim yıkayıp kurutuyordum. Her maç onu giydim.
- F.Y: Saç tokam ve dizliklerim aynıydı.
- M.İ: Totem sayılır mi bilmiyorum ama maçtan önce mutlaka Eda Abla'ya "Servis kimde?" diye sorarım.
TAKIMIN EN'LERİ
Takımın en komiği: Aslı Kalaç. Bitmeyen bir enerjisi var onun. Takımın en çabuk demoralize olanı: Demoralize olmaz ama hata yaptığında çok üzülen Ebrar Karakurt. Yaşı küçük çünkü. Takımın en ablası: Kaptan Eda Erdem. Takımın en süslüsü: Takım olarak makyaj yapmayı seviyoruz ama Hande Baladın'ın ayna karşısında beş kez saçını açıp yeniden toplar, makyajını defalarca düzeltir. Takımın en motive edicisi: Simge Aköz. Herkesin üstüne hoplar, zıplar.
PAMUK ŞEKERİ GİBİYİZ
- Bu takımın sırrı ne?
- Eda Erdem: Bu takımın sırrı tepeden başlıyor. Federasyonumuz çok ilgili, başkanımız bizim için bir yöneticiden ziyade bir baba. Müthiş biri. Bir dediğimiz iki edilmiyor. Menajerimiz bizim iyiliği ve rahatı için mücadele ediyor. Koçumuz Giovanni ve ekip, gecesini gündüzüne katıyor. Takımda da 14 tatlı, renkli, farklı, sevimli karakterden kadın var. Herkes birbirini ve voleybol oynamayı, ülkesini temsil etmeyi çok seviyor. Bu ortamda başarılı olmamak mümkün değil. Çünkü çok yetenekli bir takımız biz. Çok kaliteli oyuncular var. Güzel bir planlamayla ilerlendiğinde de başarı geliyor.
- Takımı neye benzetirsiniz?
- E.E: Bizim takımımız pamuk şekerine benziyor. Şeker gibi tatlı, pamuk gibi yumuşak bir takımız.
- Aranızda bir çekişme, sıkıntı yok yani.
- E.E: 14 kadının birbiriyle anlaşması zor gibi görünüyor biliyorum. Biz de öyle bir sıkıntı yok. Herkes birbirini çok seviyor. Ben değil, biz olursak başarılı oluruz zaten. Kocaman bir aileyiz.
- WhatsApp grubunuzun özel bir ismi var mı?
- E.E: Kızların grubunun adı, Pump It Up Şekerim (gülüyor).
MİLLİ TAKIM KAPTANI EDA ERDEM TRİBÜNDEKİ HIRSIN SAHADAKİ YANSIMASI BİZİZ
- Tokyo yolculuğu garantilendi ve siz neler hissettiniz?
- Büyük bir tatmin duygusu. Çok büyük mutluluk ve gurur. Çünkü aylarca bir hedef için uğraştık ve bunu çok zor şartlar altında kazandık. Bunun getirdiği mutluluk, korku, hüzün her şey bir anda bitiyor ve yerini sakinlik ve huzur alıyor. Günün sonunda tatmin olmuş bir Eda var ama çok mutlu ve huzurlu. Biraz da yorgun. Yaptığımız işin gereği bu, yorulmadığım zaman "Bugün az çalıştım herhalde" diyorum. Vücudumla iş yapıyorum ve yoruluyorum. -
A Milli Kadın Voleybol takımının yanı sıra Fenerbahçe Kadın Voleybol takımının da kaptanısınız. Bir kulüpte zafer elde etmekle, milli takım çatısı altında elde etmek arasında ne fark var?
- Voleybol oynarken kazanılan her maç bizleri mutlu ediyor. Ama sonuçta kulüp ve milli takımı ayırmak gerekiyor. Milli takımda biz 80 milyon insanı temsil ediyoruz. Bu bayrak altında, dünya arenasında ülkemizi gururlandırmaya çalışıyoruz. Çok şükür, bunu yapabiliyoruz. Bunun getirdiği sorumluluk ve mutluluk çok fazla. Çünkü bu tüm Türkiye'yi birleştiren bir şey. Tüm ülke sizinle bir olup, tek bir kalp gibi atıyor. Bunu sağlamak bizi çok mutlu ediyor. Milli takımda mücadele etmek, bu forma altında ülkemizi ve Türk kadınını temsil etmenin verdiği hazzı tarif edecek kelime yok.
- Gençlere örnek olduğunuzu düşünüyor musunuz?
- Bizler yaptığımız işin ne kadar önemli olduğunun, genç kızlara nasıl bir rol model olduğumuzun farkındayız. Bunun bilincinde hareket ediyoruz. Her zaman Türk kadınını en iyi şekilde temsil etmek için mücadele ediyoruz. Bu başarılar geldikçe ülkemizin geleceğini temsil edecek kız ve erkek çocuklarına aslında sporun paylaşmayı, birlikte bir şeyler başarmayı öğrettiğini gösterebiliyoruz. Bizim şu an yaptığımız ülkemizin geleceğine yatırım. Bizler küçükken ablalarımızı izleyerek bu sporu sevdik. Bizi şimdi izleyenler de izimizden gelecek.
- Şimdi nasıl bir yol bekliyor sizi?
- İyi bir voleybol oynuyoruz ve takım olduğumuz zaman yenemeyeceğimiz rakip yok mentalitesiyle turnuvayı bitirdik biz. Hedefimiz Tokyo'da kürsü için mücadele etmek. Bunun için bu yaz çok sıkı çalışacağız. Şu an çok motiveyiz.
- Sahada takımı coşturan, motive eden bir haliniz var, spor dışındaki yaşamınızda da böyle biri misiniz?
- Günlük hayatımda sakin biriyimdir. Evcilimdir, eşim Erdem ve köpeğimiz Gigi ile çok vakit geçiririm. Voleybol hayatımın yüzde 80'ini kaplıyor zaten. Her gün idmana gidiyorum, haftada iki maçım oluyor. Bir şey yapmak istediğimde hırslanır ve en iyi şekilde yapmak isterim. Ama oyun karakterim çok farklı. Enerji düştüğü zaman kendi hırsımla yaptığım birkaç hareketle takım arkadaşlarımı da motive etmeye çalışıyorum. Bu içimden gelen bir şey. Sporda hırslı ve azimli olmalısınız ki başarı gelsin. Sakin bir karakter sporda başarılı olamaz. Takımın düştüğünü hissederim, 20 yıllık tecrübem var. Bir arkadaşımın mimiklerinden, hareketlerinden maçta olup olmadığını anlarım.
DÜŞME HAKKIM YOK
- Sizi kim motive eder?
- Benim düşme hakkım yok. Bu takımı da etkiler çünkü. Ama düştüğüm dönemlerde takım arkadaşlarım ve antrenörüm farkında olduğunda oyuna yeniden sokmak için gerekli pozisyonları hazırlar.
- Turnuvanın son maçında, salondaki Türk seyircisi inanılmazdı. Bunun sizin üzerinizde nasıl bir etkisi oluyor?
- Taraftar desteği bu işin yüzde 50'si. Boş salona oynadığınızda kendi sesinize oynuyorsunuz ve bunun sizi motive eden bir tarafı yok. Ama biz turnuvaya gitmeden önce Federasyon Başkanımız bize söz vermişti, orayı Türkiye'ye çevireceğiz diye. Ne kadar olabilir ki diye geçiyordu içimizden. Ama inanamadım. Her yanımız Türk bayrağıydı. İstiklal Marşı'ndan maçın son dakikasına kadar müthiş bir tezahürat vardı. Müthiştiler. Final maçının yıldızı bizi desteklemeye gelen Türk halkıydı. Gelen rakibi sindirdiler. Tribündeki hırsın sahadaki yansıması biziz. Ve biz de hem salondaki, hem ekran başındaki insanlardan gelen enerjiyi hissediyoruz.
- Uzun yıllardır evlisiniz. Eşiniz spor camiasından mı?
- Eşim Erdem Dündar'la 12 senedir birlikteyiz. Dokuz yıldır evliyiz. Bir küçük köpeğimiz var, Gigi. Mutlu küçük bir aileyiz. Eskiden basketbol oynamış ama şu an kurumsal dünyada. Bana çok destek olur, nereye gidersem yanımdadır. Şimdiden Japonya biletlerine bakıyor. Benim bu işi ne kadar sevgi ve tutkuyla yaptığımın farkında ve benimle gurur duyduğunu hissediyorum. Onun desteği olmasa bugünlere gelemezdim.