Babası Bekir Mustafa Atasoy, Kurtuluş Savaşı gazisiydi. Savaşın, askerliğin ne olduğu yaşayarak öğrenmişti. Minyon tipli oğlu Veli'ye belki de bu yüzden "Senin gibi adamdan asker olmaz" diyordu. Veli Atasoy, biraz da babasına inat gönüllü oldu Kore'ye gitmek için. Sıhhiye Onbaşı olarak Kore'de savaştı, birçok askerin hayatını kurtardığı bir çatışmada, yaralanıp esir düştü. Ama asıl kahramanlığını esaret hayatı sırasında gösterdi. Kore'de esir düşen Türk askerlerinin tamamı biraz da onun sayesinde sağ salim evlerine, yurtlarına dönebildi. Fakat ne onun kahramanlığı ne de Kore Savaşı'nda esaret hayatı yaşayan askerlerin yaşadıkları nedense doğru düzgün anlatıldı. 1950'de başlayan ve üç yıl süren bu savaşta 2 bin 180 askerimiz yaralanırken, 725'i de şehit oldu. Veli Atasoy'un da aralarında bulunduğu 244 asker de esir düştü.
Ama hepsi; çoğu yaralı bir şekilde esir düşmüş olmasına, zorlu şartlardaki esir kamplarında kalmalarına ve ciddi bir biçimde komünist propagandaya maruz kalmalarına rağmen Türkiye'ye dönmeyi başardılar. Savaş tarihi açısından ilginç olan bu durum Amerikaların gözünden kaçmadı. Esir değişimi sırasında, Müşterek İstihbarat Heyeti/Joint Intelligence Processing Board (JIBB) askerlerle tek tek görüştü. Türklerin esaret altında bile birlik ve beraberliklerini korumasının, düşmanla işbirliği yapmamalarının, komünizim propagandasına karşı dirençli çıkmalarının nedenlerini araştırdılar. Dr. Aynur Onur Çifci'nin yazdığı, Timaş Yayınları'ndan çıkan Ben Türk kitabı, Kore Savaşı'nın eksik bir sayfasını tamamlıyor ve yapılan araştırmaları da ele alarak o askerlerin hikayesini anlatıyor. Üstelik bugünü kadar pek de günyüzüne çıkmamış bilgiler ve belgeler eşliğinde. Böylece Veli Atasoy'un kahramanlığı da üzerinden 70 yıl geçmesine rağmen bilinir hale geliyor... O 70 yıl boyunca yaşadıklarını hiç unutmadı. Bugün 92 yaşında olan Atasoy, yıllar sonra kendisiyle yapılan söyleşide "Yaşadıklarımı hiç unutmadım, unutulacak gibi de değildi. Ancak ölünce onlardan kurtulabileceğim" diyecekti. İşte bu kitap Veli Atasoy'un unutamadıklarını öğrenmemizi sağlıyor.
KAMPTAN KAÇTILAR AMA YAKALANDILAR
Kamptaki esirlerin birçoğu sürekli kaçma planı yapıyordu. Fakat Çinli bölük komutanı da bir şekilde bu planları öğrenip önlem alıyordu. Kaçmayı başaranlarsa en fazla bir hafta yol aldıktan sonra yakalanıp kampa getiriliyordu. Er Çakıcı ve Sıhhiye Onbaşı Atasoy'un da içinde bulunduğu dört kişi, grup halinde kamptan kaçmayı başardılar. Fakat yakalanıp tekrar kampa getirildiler. İki ay hapis yattılar. Ceza deliklerinden çıktıklarında dördü de tanınmaz haldelerdi.
TÜRKLER PROPAGANDAYA DİRENÇLİ ÇIKTI
Kore Savaşı, Soğuk Savaş'ın hemen başında iki kutuplu dünyanın karşı karşıya geldiği ilk sıcak savaştı. Savaş sadece cehpede yaşanmıyordu. İki taraf da çok incelikli düşünülmüş propaganda mücadelesi içerisindeydiler. Hedeflerindeyse esir kamplarındaki askerler vardı. 'Beyin yıkama' kavramı da bu savaşta ortaya çıktı. Çinliler komünizm propagandasıyla esirleri etkilemeye çalışırken, BM kamplarındaki Koreli askerlere de kapitalizm propagandası yapılıyordu. Bu propagandalar esirler üzerinde ciddi anlamda etkisini gösterdi. Mesela esir düşen ABD askerlerinin yüzde 15'i Çinlilerle işbirliği yaptı. İngiliz askerlerin yüzde 30'u komünist sempatizanı oldu. Öyle ki kimi esir askerler serbest kaldıktan sonra ülkesine dönmedi. Fakat bu propagandalar Türk esirler üzerinde beklenildiği ölçüde etkili olamadı. Türkler dirençli çıkmıştı. Galatasaray Lisesi'nde okuyan çok iyi Türkçe konuşan ve Türkleri iyi tanıyan bir görevlinin her türlü yaklaşımı bile bu direnci kıramadı. Bu durum da savaş sonrası dikkatlerden kaçmadı. Türk askerinin her şeye rağmen birlik beraberlik içerisinde yaşayabilme kabiliyeti, düşmanın propagandalarından etkilenmemeleri ABD ordusu tarafından araştırıldı. Üzerine raporlar yazıldı.
BIRAKMAM SİZİ ÖLÜM-HANEYE
Onbaşı Veli Atasoy, çok dikkatliydi. Kampta günde bir kez dağıtılan yarı çiğ soya fasulyesi ve nadiren de olsa verilen kurtlu balık salamuranın Amerikalı esirleri ishal ettiğini gördü. Esir kampında ishal olmak demek ölmek demekti. Türk esirleri bu tür yiyecekleri yememeleri konusunda uyardı. Ama bu uyarı başına iş de açtı. Bazı Türk esirler ellerindeki yemeği yere boca edince, Çinli muhafızlar öfkelendi. Olayı araştırıp Onbaşı Atasoy'a ulaştılar. Bu olay sonucunda Onbaşı Atasoy bir hafta hücre cezasına çarptırıldı. Atasoy'un hücrede olduğu süre boyunca bazı Türk esirler rahatsızlanmıştı. Hatta biri ağır hasta olduğu için kamp hastanesine götürülmüştü. Atasoy hem hastanedeki arkadaşlarının akıbetini öğrenmek hem de kamp hastanesinin nasıl bir yer olduğu görmek için hastaneye gitti. Ama burası hastaneden çok 'ölüm-hane' gibiydi. Atasoy önce hastanedeki Türk esirlerin taburcu edilmelerini sağladı, sonra da hasta arkadaşlarını hastaneye göndermeden kendisi tedavi etmeye başladı.
KOMUTANIM SENİN DİRİN LAZIM
Üsteğmen İsmail Oknas, Kunu-ri Savaşı'nda esir düşünce Koreliler onun üzerindeki tüm özel eşyalarını aldı. Fakat yetmemişti, Oknas'ın parmağındaki evlilik yüzüğünü de istiyorlardı. Üsteğmenin ailesi, eşi ve yurduyla tek bağlantısıydı o yüzük. Direndikçe direndi. Koreliler de ısrarcıydı, parmağını kesmekle tehdit ettiler. Ortam gerginleşiyordu. İşte o an Veli Atasoy ortaya çıktı. Oknas'a "Kumandan, canından kıymetli değil ya?" dedi. "Senin ölün değil, dirin lazım hanımına." Oknas ikna olmuştu. Böylece Veli Atasoy, kriz anlarındaki serinkanlı yaklaşımıyla Oknas'ın parmağını kurtardı.
KENDİ YAŞAMINI HİÇE SAYDI
Türk esirler ilk sorgulamalarının ardından kalacakları kamplara götürülmek için günlerce sürecek çileli bir yolculuğa çıkartıldı. Yaya olarak yapılan bu yolculuk, çoğu yaralı olan askerler için bir ölüm kalım mücadelesiydi, bunun için ölüm yürüyüşü adı veriliyordu. Yorgunluktan ya da yarasının ağırlaşmasından dolayı yürüyemeyecek duruma gelenler yol kenarına bırakılıyordu. Onbaşı Ahmet Akdağ'ın da yarası ağırlaşınca Çinli mufafızlarlar onu bırakmak istediler. Ve yine Onbaşı Veli Atasoy sahneye çıktı. Kendisi de yaralı olmasına rağmen sırtında taşıdı kader arkadaşını. Hem de yürüyemeyecek kadar bitkin düşüne kadar. Yürüyemeyecek duruma gelince muhafızlar bu sefer onu yol kenarında bıraktılar. Atasoy hiç bilmediği Kore topraklarında kayboldu. Yine Korelilere rastladı ve esir alındı. Ve yarım kalan yolculuğunu tamamlayıp esir kampına götürüldü.
YÜZLERCE ASKERİN HAYATINI KURTARDI
Ölüm Vadisi olarak bilinen kampa gittiğinde Sıhhiye Onbaşı Atasoy'un ilk işi bitlerle topyekûn bir mücadele başlatmak oldu. Onun verdiği talimatlarla Türk esirler üzerlerindeki ve elbiselerindeki bitleri temizlediler. Fakat bitlerle başa çıkmak kolay değildi. Bunun üzerine Onbaşı Atasoy Türk esirlere bitten kurtulmak için kıyafetlerini dışarıda, gece ayazında bırakmaları gerektiğini anlattı. Bu, soğuktan titreye titreye uyumak anlamına geliyordu. Talimata herkes uydu ve esir kampındaki ilk mücadele kazanıldı. Atasoy'un Ölüm Vadisi'ndeki ikinci önemli müdahalesi ise Türk esirler arasındaki hastaları sağlıklılardan ayırıp bir çeşit karantina uygulaması başlatmak oldu. Bu uygulama ile hastalıkların salgın haline gelmesini engelledi. Askerlerin iltihaplanmış hatta kurtlanmaya başlamış yaralarına, o olanaksızlıklar içinde çareler üretti. Ve pek çok esirin hayatını kurtardı
ÜSTÜN HİZMET MADALYASI VERİLDİ
Esirler özgürlüklerine kavuştuktan sonra onlarla yapılan görüşmelerde, Onbaşı Veli Atasoy'un esir hayatı yaşadığı üç yıl boyunca Türk esirlerle birlikte, yüzlerce BM esirinin hayatta kalmasını sağladığı anlaşıldı. Onun bu başarısının taltif edilmesi gerektiği de ortaya çıktı. Sıhhiye Onbaşı Atasoy Kore'de muharebe alanında ve esir kamplarında gösterdiği üstün hizmetler nedeniyle Türk erbaş ve erleri arasında ABD Ordusu tarafından verilen Üstün Hizmet Madalyası'na (Legion of Merit) layık görülen yegâne kişi oldu.
VELİ ATASOY SAYESİNDE KURTULDUK
Türk esirlerin JIPB tarafından hazırlanan dosyalarında adına en sık rastlanan isim, Sıhhiye Onbaşı Veli Atasoy'du. Dosyalardan birinde "Esirlerin asla unutmayacağı iki asker varsa bunlar hasta ve yaralı esirleri tedavi eden ve Çinlilerin esirlere daha iyi muamele etmeleri ve daha iyi yaşam koşulları sağlamaları konusunda onlara açıkça meydan okuyan Çavuş Schlichter ve [Onbaşı] Veli Atasoy'dur" yazıyordu.
Bir başka dosyada ise Sıhhiye Onbaşı Atasoy hakkında şu not yazılmıştı: "5'inci Kamp'ta çoğunluğunu Amerikalıların oluşturduğu yüzlerce esir öldü; fakat aynı kampta Türklerden tek bir kişi dahi ölmedi. Bu, Türk Ordusu'nda görev yapan Veli Atasoy isimli onbaşı rütbesindeki bir sıhhiye asistanının tüm vaktini diğer Türk esirlerin bakımına ve tedavisine ayırması, onların yaralarını temizlemesi ve kumaş parçaları ile sarması, yorulmak bilmeden elinden gelen tüm yardımı yapması sayesinde oldu. Sorgulanan Türk esirlerin tamamı hayatta kalmalarını bu askere bağlıyor."