İstanbul'dan arabayla yola çıktıktan yaklaşık altı saat sonra 5 bin yıllık Troya Antik Kenti'ne varıyoruz. Kentin girişindeki Troya Müzesi'nin, henüz birkaç yıllık olmasına rağmen misyonu büyük. Görevi: Antik kentte binlerce yıl önce yaşananları en doğru şekilde bugüne taşımak. Bir rampadan yaklaşık sekiz metre aşağı inerek müzenin kapısına ulaşıyoruz. Günümüz dünyasından arkeoloji dünyasına yolculuğumuz da kapıdan içeri girmemizle başlıyor. Üç katlı müzenin ilk katında Troas coğrafyası anlatılıyor. Birinci katta Troya'nın katmanlarına yolculuk ediyoruz. İkinci kat İlyada ve Troya Savaşı'na ayrılmış. Üçüncü katta ise Troya kazı tarihinin ayrıntıları yer alıyor. Son olarak müzenin terasına çıktığımızda ise bu muhteşem tarihe ev sahipliği yapan coğrafya ayaklarımızın altına seriliyor. Zaman tünelinde birkaç saat süren yolculuğumuzda bize Troya Müzesi Müdürü Rıdvan Gölcük eşlik etti. Gölcük müzeyi gezdirip eserleri tanıtırken bir yandan da sorularımıza yanıt verdi.
- Birçok kişinin merak ettiği bir konuyla başlamak istiyorum. Doğru kullanım Truva mı Troya mı?
- Truva, Fransızca'dan gelen ismi fakat Türk fonetiğine de en yakın söyleniş. Dolayısıyla Truva kelimesini söylemek bize daha kolay geliyor. Antik yazılışı yani doğru yazılışı Troia şeklinde. Azra Erhat ve A. Kadir'in İlyada çevirisinde -ki müthiştir, dili yeniden yaratırlar- onların Türkçe önerisi Troya olmuş. Biz de şimdi Troya kelimesini yerleştirmeye çalışıyoruz.
- Troya Müzesi'ne neden ihtiyaç duyuldu?
- Burası yokken Çanakkale merkezde 1984 yılında açılan Çanakkale Arkeoloji Müzesi vardı. Çanakkale merkez buraya 35 kilometre mesafede. Bir de ören yerinde bir bina 1950'lerde müzeleştirmeye çalışılmış ama o da hiçbir zaman büyümemiş. llyada'yı okuyup Troya filmini izleyenler, ören yerine geldiklerinde hayallerindeki Troya kentini göremiyor, "Dokuz katlı kent nerede?" diye soruyordu. Bu yüzden hep Troya ören yerinin yakınında bir müze olsa hayali kurulmuş. 1996 yılında içinde bulunduğumuz bu alan Troya Milli Parkı yapılmış. 1998 yılında da UNESCO Kültür Mirası Listesi'ne girmiş. Bu önemli adımlardan sonra "Artık bir Troya müzesi olmalı" deniyor. Fakat bu adım 2011 yılına kalıyor. O yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı bir yarışma düzenledi. Yarışmaya 132 proje katıldı. Ve şu anda biz Ömer Selçuk Baz'ın 1. olan projesinin içindeyiz.
- Müze kısa bir süre önce açıldı. Ziyaretçilerin tepkileri nasıl?
- Müzeyi dışarıdan gördüklerinde ziyaretçilerimizin büyük kısmı çok etkileniyor. Kimileri de eleştiriyor. Döneminin başyapıtları zaten ya çok sevilir ya da nefret edilir. Yerli ziyaretçilerimiz mimari hakkında soru sormak yerine girer girmez "Priamos'un hazinesi geldi mi?" diye soruyorlar. İlk merak ettikleri bu oluyor.
- Yabancı ziyaretçiler nasıl tepki veriyor?
- Batılı ziyaretçilerimiz müzeyi gezdikten sonra şaşkınlık yaşıyor. Onlar eğitimlerine Homeros'un İlyada'sını okuyarak başlıyorlar. Yazılı edebiyatlarını onunla başlatıyorlar. Bu yüzden de Troya'yı müthiş şekilde sahipleniyorlar. Aslında bunda bizim de kusurumuz var. Alanı boş bırakmışız. Şimdi bakıyorlar Türkler bir müze yapmış, adını da Çanakkale Müzesi değil, Troya Müzesi koymuş. Muhteşem bir mimariye sahip ve çok doğru bir yerde. İçeride muhteşem eserler var. "Bu bizim değil miydi?" diye sorgulamaya başlıyorlar. Bu müzeden önce tarihlerinin önemli bir parçası haline getirdikleri Troya Ören Yeri'nin Yunanistan'da olduğunu sananlar bile var. Müze, onların kafasındaki düşünceyi dönüştüren bir yer oldu.
- O zaman müzenin mimari başarının ötesinde bir misyonu olduğunu söylemek yanlış olmaz değil mi?
- Burası entelektüel ve zihinsel anlamda bir dönüşümün ifadesi. Anadolu'nun hikayesini şimdi biz yani Türkler anlatıyoruz. Anadolu konuşmaya başlıyor. Batı, hikayeyi kendi perspektifinden yazıyordu. Üstelik kendi kültürlerinde olmadığı için eksik ve hatalı olarak...
- Mesela nasıl?
- Müzede Kral Priamos ile eşi Hekabe'nin kızı, Polyksene'nin lahdi var. Akhilleus'un mezarı başında kurban ediliyor. Troyalı kadınlar ve annesi Hekabe üstlerini yırtıp saçlarını yoluyor, ağıt yakıyorlar. Batılı metinlerde bu olay "Çok üzüldüler" olarak yazılıyor. Oysa ki biz 2700 yıllık bir metin olmasına rağmen arada bir şifre çözücüye ihtiyaç olmadan üstünü başını parçalamanın çok üzülmek değil, ağıt yakmak olduğunu biliyoruz.
- Çünkü bunlar bizim hikayelerimiz...
- Yine İlyada'nın bir sahnesinde Hektor, Akhilleus ile kavgaya tutuşmak için Troya surlarının dışına çıkar. Surların tepesinden ilk önce babası Priamos yalvarmaya başlar, Hektor babasının sözünü dinlemeyince bu kez annesi ikna etmeye çalışır. Ama o da başaramaz ve sinirle üstünü başını yırtar. Bu sırada göğsü dışarı çıkar. O da göğsünü göstererek Hektor'a "Bu memeye saygı duy. Çocuklukta burada geçirdiğin zamanı hatırla" der. Bu hikayeyi buraya gelen bir Türk ziyaretçiye anlattım. Çünkü müzeyi nasıl bulduğunu sorduğumda Yunan eserlerini çok beğendiğini, söylemişti. Kendisine bu konu hakkında Güney Afrika Üniversitesi'nde yazılmış bir tezden bahsettim. Tezde Hekabe'nin göğsünü açması "Oğlunu farklı anlamda etkilemek istedi" şeklinde yorumlanmıştı. Ziyaretçiye "Siz ne anladınız?" diye sordum. O da "Süt hakkından bahsediyor" dedi. "O zaman İlyada nasıl Batı'nın olur?" dedim. Bu hikayeler bu toprakların hikayesi.
GİZLİ RAPORTÖRLER GELDİ
- Avrupa Yılın Müzecilik Ödülü'nde finale kaldınız. Başvurmaya nasıl karar verdiniz?
- Müze 2018 yılında ziyarete açıldı. O yıl yapılan iki güzel iş daha var. İlki Troya Antik Kenti'nin UNESCO Kültür Mirası Listesi'ne kabul edilişinin 20. yıl kutlamalarının yapılması. İkincisi ise 2018'in Troya Yılı ilan edilmesi. O yıl hikaye müzik, tiyatro ve operayla desteklendi ve kuvvetli bir rüzgar esti. Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın katkılarını çok önemsiyorum. Müzenin açılışına gelmesi çok önemli. Sadece bir açılışa katılmadı, yeni bir pencere açtı. Açılıştan çok kısa bir süre sonra Time dergisi Troya Müzesi'ni Dünyada Mutlaka Görülmesi Gereken 100 Muhteşem Yer'den biri seçti. Mimarisinden, sergisinden övgülerle bahsetti. Bunların da etkisiyle Avrupa Yılın Müzecilik Ödülü'ne başvurmaya karar verdik.
- Sonra süreç nasıl gelişti?
- Ödüle aday adayı olduk. Önce bir raportör geldi ve gezip gördüğünde müzeden çok etkilendi. Sonradan öğrendik, farklı tarihlerde başka gizli raportörler de göndermişler. Ardından müjdeli haberi bakanımız duyurdu. Tevfikiye'de, Türkiye'nin küçük bir köyündeyiz ama burada büyük bir iş yapıldı. Yapılan iş doğru olunca kelebek etkisi gibi büyüyor. British Museum bu yıl Troya sergisi açtı. Dünyanın en büyük oyun üreticilerin SEGA, gelecek yıl Troya oyunu çıkaracak. Estirdiğimiz rüzgarla Troya'yı dünyaya yeni bir hikaye ile anlattık.
- Müzenin dikkat çekmesi Troya'dan kaçırılan eserlerin Türkiye'ye dönmesi girişimlerimizi güçlendirir mi?
- Burada en sık duyduğum soru "Hazineler geri geldi mi?" oluyor. Ben de hazine bizde diye cevaplıyorum. Çünkü bizim hazinemiz artık Troya Müzesi. Bakanlığımız gerekli diplomatik girişimlerde bulunacak.
Troya Müzesi'ni eşsiz kılan özellikleri
Binanın dışı korten denilen paslanan bir malzeme ile kaplı. Kimi zaman ziyaretçiler "Bina paslanıyor ama kırılıp dökülmeyecek mi?" diye merak ediyorlar. Hayır, malzeme yüzeysel olarak paslanıyor ve o pas her yıl müzenin rengini dönüştürüyor.
Üst üste harabelerden oluşan Troya Antik Kenti'ni insanlar gördüklerinde anlamakta zorlanıyor. "Savaşın geçtiği yer neresi?" diye soruyorlar. İşte bu bilgi açlığını gideren, bilgilendirmeyi yapan yer müze. Troya'da ayakta kalan bir yapı yok.
Müzeye bir rampadan, zeminden yaklaşık sekiz metre aşağı inilerek giriliyor. Mimari olarak bunun anlamı ise "Dünyadan arkeoloji dünyasına bir rampa ile iniyoruz" mesajı vermek. Müzenin içerisinde dışarı ile hiçbir bağlantı yok. Bununla da anlatılmak istenen; "Şimdi arkeoloji dünyasındasınız ve Troya'yı gezmeye başlıyoruz."
Katlar arasında merdiven yok. Rampalardan üst kata çıkılıyor. Rampalardan çıkarken dışarıyı gösteren ufak boşluklar var. Bu boşluklar sayesinde dışarı ile irtibat kurulup bir önceki katın bilgilerini bir kenara ayırıyor ve yeni kata hazır hale geliyorsunuz.