Yıl 2003... Lütfi Özkök'ün Portreler kitabı çıkmış. Söyleşi yapacağım, buluştuk. Fotoğraftan, şairlerden, yazarlardan konuştuk. Söyleşi bitti ama muhabbeti bitiremiyoruz. Söz Nazım'dan açılıyor nasıl sıcak kanlı olduğunu anlatıyor, "Samuel Beckett" diyorum mütevazılığından dem vuruyor. Pablo Neruda, Gabriel Garcia Marquez, Günter Grass, Şolohov, Borges, Man Ray, Rene Char, Kemal Tahir, Melih Cevdet Anday... Yıllar sonra Osman İkiz'in hazırladığı Rüzgarların Yolunda kitabında daha detaylı bir şekilde anlatacağı, fotoğrafını çektiği edebiyatçı ve sanatçılarla ilgili anekdotlar aktarıyor... Yazar, şair, fotoğrafçı bildiğim kim varsa hepsiyle tanışmış, onların fotoğrafını çekmiş biri var karşımda. Muhabbetin sonunu bir türlü getiremiyoruz. Dayanamadım "Üstat, sizin namınızın yankısı İsveç'ten buraya gelene kadar biraz sesi kısılmış galiba" dedim. Güldü "Gözden ırak olan gönülden de ırak olur" dedi. Öyle gerçekten. 20. yüzyılda önemli olan sanatçı ama özellikle yazarların büyük bir kısmının portrelerini çekti. Portfolyosunda 37 Nobel ödüllü edebiyatçı var. Fakat o biraz da zorunluluktan fotoğrafa başlayanlardan. Aslen şair. İsveç'ten yazılar yazdığı Yeditepe dergisini çıkaran Hüsamettin Bozok'un isteği üzerine fotoğraf çekmeye başlıyor. Sonra da şairlik ve yazarlık sezisiyle takip ettiği kim varsa peşine düşüyor. Öyle ki onun keşfettiği isimler zaman içerisinde Nobel alan edebiyatçılar oluyor. 2017'de yaşamını yitiren Özkök arkasında önemli bir arşiv bıraktı. O arşivden seçilen 80 yazar, edebiyatçının portrelerinin yer aldığı Lütfi Özkök: Portreler başlıklı sergi İstanbul Modern'de açıldı. Bir Türk fotoğrafçının çağın önemli yazar ve düşün insanlarının fotoğrafını çekmesi, onlarla dostluk kurması pek rastladığımız bir şey değil. Peki Özkök bunu nasıl başarmıştı? İşte Rüzgarların Yolunda (Yapı Kredi Yayınları) kitabının izleğinde bunu nasıl başardığının öyküsü...
Samuel Beckett'i çekerken boncuk boncuk terledim
Lütfi Özkök'ün portfolyosunun en bilinen fotoğraflarından biri yazar Samuel Beckett'e aittir. Ama fotoğraf çektirmeyi pek sevmeyen Beckett'e ulaşması da onu ikna etmesi de kolay olmamıştır. Becket'in adresini bulmasında yine fotoğrafını çektiği bir başka isim Alain Robbe- Grillet yardımcı olur. Özkök de bulduğu adrese bir mektup yazar. Beckett'ten olumlu cevap alınca soluğu yazarın evinde alır: "Kapıyı güler yüzle açtı. Şair olduğumu söyledim. Çok ilgilendi. Şiir üzerine konuştuk. Derken çantamdan kamerayı çıkarınca yüzü birden değişti. Ne yapacağını bilemez bir halde mutfağa doğru seslendi: 'Suzanne, Suzanne!' Suzanne mutfak kapısında belirdi. 'Sayın Bayım, fotoğraf meraklıları huzurunda değilsiniz. Fotoğrafımın çekilmesinden nefret ederim. Sam da hoşlanmıyor'dedi. Şaşkına dönmüştüm. 'Özür dilerim' dedim. Şaşkın hareketlerle kamerayı çantaya yerleştirmeye çalışırken alnımda, boncuk boncuk terler birikti. Suratım ağlamaklı bir hal almış olmalı ki Beckett, 'Sakin olun Lütfi Bey birer çay içelim ondan sonra gidersiniz'dedi." Sonra söz Godot'dan açılır. Beckett'e Godot'yu Beklerken'in Türkiye macerasını anlatır Özkök. Beckett gülümsemeye başlar. Biraz sonra da 'Ortalık kararmaya başladı, istersen ben hazırım' der. Beckett'in sfenks gibi fotoğrafları böyle çekilir. Yazar 1969'da Nobel Ödülü'nü kazandığında bütün dünyada bu fotoğraflar yayılır.
Bana zeytin gönderirseniz ödeşiriz
Fransız şair Rene Char'ın adı Nobel için geçmeye başlayınca Lütfi Özkök, hayranı olduğu şairin fotoğraflarını nasıl çekeceğini düşünür. Şair Michel Deguy'den Char'ın Paris'teki adresini alır. Sonra da şairin kapısına dayanır. Kapı açılır karşısına çıkan uzun boylu, geniş omuzlu bir adam "Ne istiyorsun" der. Özkök "Ben bir Türk şair ve fotoğrafçısıyım. Sadece sevdiğim yazar ve şairlerin fotoğrafını çekiyorum. Sizin fotoğraflarınızı da çekebilir miyim?" diye sorar. Char, "Şimdi arkadaşlarımla yemek yiyorum bir saat sonra gel" der. Bir saat sonra kapıyı güler yüzle açar. Sonra Rene Char'ın o ikonik fotoğrafları ortaya çıkar. Özkök, Stockholm'e dönünce fotoğrafları basar ve Char'a gönderir. Char, fotoğrafları beğendiğini, kendisine ne kadar ödeme yapması gerektiğini sorar. Özkök cevabında "Ödeme yapmanıza gerek yok. Bana Paris'ten siyah zeytin gönderirseniz ödeşiriz" yazar. Rene Char 1.5 kilo zeytin gönderir Özkök'e. Ve böylece ikili arasında ömür boyu sürecek bir dostluk başlar.
Chagall'ı çekti ama makinede film yoktu
Ünlü ressam Marc Chagall'ın, Stockholm'e sergi açmak için geldiğini öğrenince Lütfi Özkök hemen ona ulaşır. Ressamla tanışır ona Türk şairi olduğunu ve kendisinin resimlerine hayran olduğunu söyler. Chagall sorar "Aşk şiirleri mi yazıyorsun politik içerikli şiirler mi?" Özkök 'İkincisi' diye cevap verince Chagall kendisi için bir şiir yazmasını ister. Özkök "Tamam" der. O gün Chagall'ın fotoğraflarını da çeker. Fakat makinenin içinde film koymayı unutmuştur. Ama sözünde de durur. Chagall'a bir şiir yazıp gönderir. Chagall cevap olarak "İlginiz beni çok duygulandırdı. Şiirinizi sevdim" yazar.
Nazım'ın ikonik fotoğrafının öyküsü
Nazım Hikmet'in hafif gülümseyerek baktığı ve ikonikleşen görüntülerinden biri olan bu fotoğrafı Lütfi Özkök'ün çektiği az bilinir. Fotoğrafın hikayesi ise daha az. Özkök ile Nazım'ın yolları hayatları boyunca üç kez kesişir. Bu efsanevi fotoğrafı ise Özkök, Nazım 1959'da Stockholm'e geldiği zaman, ikinci buluşmalarında çeker. Nazım şehre gelince Özkök'le buluşur. Medborgarplatsen Meydanı'nda yürürken Özkök, Nazım'ın fotoğraflarını çekmek ister. Nazım Folkets Hus'ün merdivenlerine oturur. İşte orada çetkilen bu fotoğraf Nazım ile özdeşleşir.
Louis Aragon'u, Sartre'ı çekecek ama yol parası yok
Özkök sevdiği yazar ve şairlerin fotoğrafını çekmek için sürekli fırsat kollar. Yıl 1961'dir. Fransız Yazarlar Birliği'nin Paris'te büyük bir imza günü düzenleyeceklerini okur bir dergide. Louis Aragon, Simone de Beauvoir, Andre Maurois, Jean-Paul Sartre, Claude Simon, gibi isimler etkinliğe katılacaktır. Özkök, Paris'e gitmeyi kafasına koyar ama bir sorun vardır. Yol parası yoktur. İmdadına bir mühendis arkadaşı yetişir. Borç verir. Eşinin arkadaşı sayesinde kalacak yer sorunu da halledilir. Ve böylece Özkök imza gününe gider ve burada istediği bütün yazarların fotoğrafını çeker.
Nobel ödülünü Lütfi Özkök veriyor
İsveç'in yüksek tirajlı gazetesi Aftonbladet'in, Nobel ödülleri arefesinde verdiği 26 Eylül 1991 tarihli kültür eki bu başlıkla çıkar. Bu söz yazarlar, ve kültür dünyasında bir klişedir. Çünkü ne zaman Nobel Edebiyat Ödülü açıklansa bilinir ki Nobel'e değer görülen şair ya da yazarın fotoğrafı Lütfi Özkök'te vardır. Ve uluslararası basına servis edilmek üzere Özkök'ün kapısı çalınır. Zaten bu durum yazarlar arasında da bilinir. Lütfi Özkök'ün bir yazarın fotoğrafını çekmesi bir prestijdir edebiyatçılar için. Hatta bir şair "Lütfi Özkök tarafından portresi çekilmek bir rütbeye erişmek gibi bir şey" diyecektir. Özkök meslek yaşamı boyunca Nobel ödülü alan 37 edebiyatçının fotoğrafını çekti. Kendisi de şair olduğu için iyi yazarın, şairin kokusunu alırdı her daim. Mesela V. S. Naipaul. Yazar Nobel'i 2001'de kazandı. Lütfi Özkök, o yıl çoktan fotoğrafçılığı bırakmıştı. Ama o, Naipaul'u henüz ünlü bir yazar olmadan önce keşfetmiş ve 1973'te çekmişti fotoğrafını. Yazarın Nobel haberi de işte o 1973 tarihli fotoğrafla servis edilmişti. Bazen de Nobel Edebiyat Ödülü alınca yazarlar ondan fotoğrafını çekmesini istedi. Bir örnek: 1982'de Gabriel Garcia Marquez'in Nobel Edebiyat Ödülü törenine katılmak üzere Stockholm'e geliyor. Sonrasında Lütfi Özkök'ü ziyaret ediyor. Özkök'ün evinin mütevazı mutfağında Viyana çöreği yiyip çay içiyorlar. Sonra Özkök Marquez'i çekiyor.