Yaşı 30'un üzerinde olanlar onu hemen hatırlayacaktır. Çocukluğumuzun tek kanallı dönemlerinde TRT'de Cumartesiden cumartesi'ye adlı bir program vardı. Hepimizi sabahın ilk saatlerinde ekran başına çeker, art arda çıkan çizgi filmlerden sonra illüzyon gösterisi başlardı. İşte o gösterilerini yapan Sermet Erkin'di. Siyah ceketi, uzun şapkası, sopası, tavşanları ve bin bir çeşit malzemesiyle sanki yıldızlardan aramıza düşmüş gibiydi. Sahi, nasıl çıkıyordu şapkadan tavşan? O ipler birdenbire aynı boya nasıl geliyordu? Oysa kâğıtları yırtmıştı, nasıl oldu da büsbütün çıktı torbadan? Nasıl nasıl nasıl... Hepimizin peşine düştüğü soru buydu? Tek kanallı yıllarımıza heyecan, merak ve esrarengiz bir dünya katıyordu Erkin. Sonra birden sanki bir değnek değdi ve puf olup gitti hayatımızdan... Bana tüm bunları düşündüren posta kutuma düşen bir mail oldu. O mailin en altında tanıdık bir yüz çekti dikkatimi. O an şapkadan çıktı çocukluğum ve ülkece yaşadığımız o sihirli anlar... "Şimdi ne yapıyor acaba?" diye geçirdim aklımdan ve hemen izini sürmeye başladım. Onu bulup sihirli geçmişi, tozlu bir hafızayı gizlendiği yerden çıkarmaktı niyetim. Fotoğrafçı arkadaşım Saffet ile attık kendimizi yollara. İstikametimiz Kocaeli, Karamürsel... Bir saat sonra elinde köpeği Sosa ile kapıda karşıladı bizi Sermet Erkin. Telefonda bizi uyarmıştı, "Sakın ha normal bir ev beklemeyin" diye. Sahiden de evin her yeri kitaplar, plaklar, gösteri malzemeleri ve fotoğraflarla doluydu. Bir evden çok arşiv gibiydi. Attığımız her adım bir anıya değiyordu. Üç saat kesintisiz sohbet ettik. Birazdan okuyacağınız, bu sohbetten sadece bu sayfaya sığanlar... İşte hazırsanız, hokus pokus, abra kadabra şapkadan ne çıka.... Sermet Erkin, Karamürselli. "Babam burada kabzımandı" diye başlıyor anlatmaya: "İlkokul çağımda okumak için İstanbul'a halamın yanına geldim. Halam dünyaca ünlü illüzyonist Zati Sungur'un komşusuydu, yanında yetiştim. İlk kez Beşiktaş Bahçesi'nde, Nuri Sesigüzel ile Erol Büyükburç'un arasındaki zamanda çıktım sahneye. 15 yaşımdaydım. Bu oyunun ardından Şehir Tiyatroları'nın başında olan Muhsin Ertuğrul beni çağırdı. 'Sen Zati'nin öğrencisiymişsin. Sahneye çıksan ne kadar program yapabilirsin?' diye sordu. 'Yarım saat yaparım' dedim. O da 'Önümüzdeki hafta Çarşamba başla' dedi. Fatih Şehir Tiyatrosu'nda Karagöz, Meddah, Hokkabaz diye bir çocuk oyununda başladım. Oyun çok beğenildi." Çoğumuzun hayatının bir kırılma noktası vardır. O nokta tüm hayatımızın gidişatını da belirler. İşte Erkin'in dönüm noktası da Zati Sungur ve Muhsin Ertuğrul ile karşılaşması oluyor. Aklımızda sadece bir sihirbazmış gibi kalsa da aslında Erkin aynı zamanda bir tiyatro oyuncusu. Üstelik yazdığı oyunlar da var. Ancak Şehir Tiyatrolarında kendine bir gelecek çizmemesinin nedenini burada dolaşan dedikodu ve entrika mekanizmanın olduğunu söylüyor. "Hayatım boyunca tek rolüm olsun o da illüzyonistlik olsun" diye düşünüyor. İllüzyon malzemeleri Türkiye'de bulunmadığı için yurt dışına çıkıyor. Bir yakınının evinde kalırken bahçede çocuklara yaptığı gösteriler ile ilgiyi üzerine çekiyor. Sonrası bir çorap söküğü gibi geliyor. Yabancı menajerler onu keşfediyor ve artık yabancılara da gösteri yapan bir illüzyonist haline geliyor. İsviçre'de gecede 120 frank kazanmaya başlıyor ve hiç işsiz kalmıyor. Ardından İstanbul'a dönüyor ve gazinolarda gösterilerini yapıyor. Dönemin ünlü gazinosu Kervansaray'da 18.5 yıl çalışıyor. Şimdilerde yine organizasyonlarda illüzyon gösterileri yapıyor Erkin. Çocuklar ona hâlâ bayılıyor. Yıllarca yurt dışında sirklerde çalıştığı için Türkiye'de de bu işi yapmayı çok istiyor. Hatta bir sirk kurup Anadolu turnesine çıkmak gibi askıda bekleyen bir projesi var.
PRENS SELMAN'A ÖZEL GÖSTERİ
Erkin 50 yıla yakın sanat hayatında sayısız anı yaşamış. Onlardan birini tebessüm ederek anlatıyor: "Doksanlı yıllarda bir akşam ev telefonu çaldı. Sizi Çırağan Palace Kempinski Otel'den arıyorum. Bizim özel bir misafirimiz var. Sizin kendisine gösteri yapmanızı istiyor dedi. 'Olur' dedim. 'Kaç paraya geliyorsunuz?' diye sordu. O zaman bin dolarsa üç bin dolar dedim. 'Ben sizi arayacağım' dedi. On dakika sonra aradı ve 'Tamam, kabul ettiler' dedi. 'Ne zaman istiyorsunuz gösteriyi?' diye sordum. 'Hemen' diye karşılık verdi. Çünkü şaşırdım saat 23.30'du... Hemen gittim. Beni çok büyük bir odaya aldılar. Gösterimi yaptım. Çok beğendi. Beni 0900'lü numaralarda geçen reklamımda görmüş ve izlemek istemiş. Kimdi o kişi biliyor musunuz? Şu anki, Suudi Arabistan veliaht prensi Selman. O zaman 17-18 yaşındaydı. Eğlenmeye gelmiş İstanbul'a. Bize hurma şerbeti ikram etti kraliyet kadehleriyle. Hatta o kadeh hâlâ bendedir."
MANDRAKE BENİ TAKLİT ETTİ
Aklımda kalan illüzyonistlerden biri de Mandrake. Oysa daha pek çok ismin çıktığını anlatıyor Erkin: "Ben dönemimdeki illüzyonistlerden çok farklıydım. Onların hepsi top sakallılardı. Mandrake, Simbad, Şahbad pek çok adam vardı. İllüzyonist olmak isterseniz ben size yedi oyun göstersem onunla olursunuz. Gençken gazinolarda, biraz yaşlanınca pavyonlarda daha da yaşlanınca çadırlarda oynarsınız ama ekmek paranızı kazanırsınız. Mandrake ve diğerleri olaya böyle bakarlardı. Elimizdekilerle geçinelim yeter, diye. Ben hayatım boyunca düğün salonlarında çalışmadım. Küçümsediğim için değil. Sadece onlara rakip olmamak için. Ama onlar böyle düşünmedi. Lotonun defalarca devrettiği bir zaman televizyonda loto sonuçlarını bilmek gibi bir oyun yaptım. Ben bunu illüzyon sanatı adına yaptım. Gerçekten bildiğim için değil, biliyormuş gibi yaptım. Mandrake çıkıp çeşitli televizyonlar şöyle böyle yapıyorlar diye bunu açıkladı. Hâlbuki böyle yapacağınıza siz kalkın daha güzelini yapın. Hiçbir şey yapmıyorlardı. Ben sürekli farklı oyunlar hazırladım. Ailece çalışarak tüm malzemelerini yapıyorduk. Farklılaştırmak için çok çalıştım ama onların hiçbir şey yapmışlıkları yok. Bana rakip değiller. Üretmiyorlardı çünkü. Ben ne yaptıysam Mandrake de taklit ederek yaptı. Tabii hepsini taklit etmeyi bile başaramadı. Ben dünyanın her yerinde çalıştım ama Mandrake Edirne'den ötesini bilmez. Avrupa'nın bütün yabancı menajerleri ile çalıştım. Sadece Türklere değil, yabancılara da gösteri yaptım."
SİRKLERDE ÇALIŞTIM
Erkin, yurt dışında sirklerde de çalışmış. Böyle olunca son dönemde ortaya çıkan sirkteki hayvanlara eziyet görüntülerini ve hayvansız sirkleri soruyorum: "Hayvanlara şiddet yoktur sirklerde. Hayvan eğitimini bilmeyen insanların eziyetleri vardır belki. Barnum Bailey Sirki vardı Amerika'da. Hayvana eziyet edilen bir görüntü yayınlandı o sirkte. Ama hayvanın bakıcısı değildi o. Hayvanı çadırdan alıp gösteriye götüren elemanlar yapmış. Hayvanın sahibi, eğitmeni eziyet etmez. Ederse randıman alamaz hayvandan. Ben pek çok yabancı sirkte çalıştım. Gözü gibi bakıyorlardı hayvanlara. Eliyle besleyenler vardı. Sizin bir büfeniz olsa, ona toz kondurur musunuz? Bunlar da o hayvanlarla geçiniyorlar, neden eziyet etsinler. Bir hayvanın yetişmesi yıllar alıyor."
İNTERNET ÇIKTI SANAT BOZULDU
Neden dünyaca ünlü bir illüzyonistimizin olamadığını soruyorum Erkin'e: "David Copperfield dünyaca ünlü, çünkü onun bir kadrosu var. O kadro oyunu yazıyor, kurguyu yapıyor, orkestrayı çalıştırıyor, koreografiyi hazırlıyor. David Copperfield rejistörün sözüne uyan bir artist. Ama burda öyle değil. Mendillerin hazırlanmasına kadar her işi ben yapıyorum. Bir de yetenek yarışmalarından çıkanlar var. Aref diye bir çocuk... O da fasa fiso... İnternet çıktı sanat bozuldu. Herkes internette fenomen, blogger oluyor. İllüzyon da böyle. Parasını yatırıp oyunu alıyorsun. Aref denen kişi iyi para vererek iyi oyunu alıyor, tercüme edip satır satır uyguluyor. Yaptığı iş bu."
ERDOĞAN O ZAMAN DA SİGARAYI SEVMEZDİ
Sermet Erkin pek çok siyasetçiye de gösteri yapmış. Kimler yok ki bu isimler arasında... Süleyman Demirel, Yıldırım Akbulut, İngiltere Kraliçesi Elizabeth, Eski Pakistan Başbakanı Benazir Butto, Papa 2. Jean Paul, Elizabeth'in oğlu Prens Philip, Hollanda Kraliçesi... Erkin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile olan bir anısını şöyle anlatıyor: "Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın kravatında sigara yok etmiş bir adamım. Erdoğan belediye başkanıydı. O zaman da sigarayı sevmezdi. Bir iftar yemeğiydi. Beni de davet etmişlerdi. İllüzyonist denilince 'Yap bakalım bir numara' dedi. Kravatında sigara yok ettim. 'Başkanım kravatınız çok güzel' dedim. Hemen hediye etti."
SAHNEDE UYDURDUM GERÇEK OLDU
Erkin'e sahnede yaşadığı aksilikler olup olmadığını sordum: "Niğde'ye gösteri yapmaya gitmiştim. Kadın arkadaşımızı kutuya koyup ortadan ikiye ayırdığımız ünlü gösterimi yapacaktım. Tam o gösterinin anonsunu yaparken arkadan bir ses: 'Sermet Abi Nuray Abla'nın pantolonunun fermuarı patladı' dedi. Ne anlatsam da uzatsam biraz, diye düşünüyorum. Niğde de o zamanlar çok tozlu. Birden 'Niğde'nin adı nereden geliyor biliyor musunuz? diye anlatmaya başladım. Bakın eskiden burada iğde bahçeleri varmış. Padişahın biri de buradan geçiyormuş, 'Ya gidip şu iğdeleri bulalım, bakalım neredeymiş' demiş. O da ne, şehir toz duman içinde. Göz gözü görmüyor. Padişah 'Nirde iğde, nirde iğde' diye seslenmiş. İşte o günden beri buranın adı olmuş Niğde. Ben bunu anlatınca bir alkış koptu. Aradan yıllar geçti. Bir baktım, bana bir zarf gelmiş. İçinde Niğde kitabı. Benim sahnede uydurduğum hikâyeyi Niğde'nin adı nereden geliyor? diye yazan bölüme yazmışlar. Çok şaşırdım çok."