Nereden bakarsak bakalım çetrefilli bir konu... Üzerine söz söyleseniz olmuyor, söylemeseniz olmuyor. Son iki haftada ülkemizde yaşanan; uzmanların tabiriyle 'tuhaf', içinde cinayet kokusu da olan ve henüz hâlâ aydınlanmayan intihar vakaları konuyu kamuoyu gündemine taşıdı. Konuştuğumuz psikoloji duayenleri, bu konuları haber yapıp yapmamaktan ziyade, kullanılan yöntemi zikretmemek gerektiğini vurguluyor. Ve yine altını çizdikleri bir şey var: "İnsanın kendi canına kıyması tek bir sebeple açıklanamaz. Nice zorluklar, savaşlar, kıtlıklar yaşamış bir coğrafyanın insanları sadece maddi sıkıntıdan kendi elleriyle ölümü tercih edemez. Birden fazla psikolojik sorunun, rahatsızlığın neticesi bu." Aslına bakarsanız, yakın dönemde Dünya Sağlık Örgütü'nün yaptığı bir araştırmaya göre, Türkiye intihar vakaları konusunda dünyada 100. sırada. Yani durum düşünüldüğü gibi vahim değil bizim açımızdan. Bunda dini ve kültürel kodlarımızın etkisi büyük. Ama yine de "Temkinli olmakta fayda var" diyor uzmanlar. Çünkü içinde bulunduğumuz yüzyılda değerler, dertler, tasalar da globalleşiyor yavaş yavaş. Bu araştırmaya göre her yıl dünyada 1 milyona yakın kişi hayatına son veriyor. Bunun 20 katı kadar da 'başarısız' olan girişimler var. İntihar vakalarının en yoğun olduğu beş ülke ise sırasıyla şöyle: Litvanya (Yüz binde 31), Rusya (Yüz binde 31), Guyana (Yüz binde 29.2) ve Güney Kore (Yüz binde 26.9). İntihar oranının en az olduğu ülkeler ise yüz binde 0.8 ile yüz binde 0.5 arasında değişen oranlarla Karayipler Adaları'nı oluşturan Bahamalar, Jameika, Granada, Barbados, Antiga ve Barbuda.
ULVİ DEĞERLERE YAPIŞMALI
Peki, neden böyle? Batı'da bu vakaların oranı yüksekken, Doğu'ya doğru geldikçe neden azalıyor? Bu hep böyle mi devam eder? İnsanın kendi canına kıymasının altında neler yatıyor? Her geçen yıl tüm dünyada bu tür vakaların artması da uzmanları endişelendiriyor. Psikiyatr Prof. Dr. Nevzat Tarhan, özellikle Batı'daki durumu şöyle anlatıyor ve ortaya ilginç bir iddia atıyor: "Depresyonun ve intiharın çok yaygın wolduğu yerlerden biri Kaliforniya'dır. Uzmanlar 'Kaliforniya Sendromu' diye bir kavramdan bahseder. Bu sendromda dört ana özellik var. Birincisi hedonizm. Yani insanı ayakta tutan ulvi değerlerden, yaşam anlamlarından uzakta, sadece zevke dayalı bir yaşam. İkincisi narsisizm. Ben merkezcilik... İnsanların artık kendini çok önemli ve her şeyin kendisi için var olduğunu düşünmesi. Böyle olunca en ufak olumsuzlukta hayal kırıklığına uğraması. Dördüncüsü ise yalnızlık. Tercih edilen yalnızlık... Ve bütün bunların sonucu olarak kronik mutsuzluk. Bütün bu tablo artık globalleşen dünyada tüm insanları etkiliyor ne yazık ki. İnsanın kendi canına kıymasının altında bu dört faktörün önemi büyük."
İNANÇ ÖNEMLİ FAKTÖR
Psikiyatr, Prof. Dr. Kemal Sayar ise dünyadaki tüm gelişmelere, insanın yalnızlaşmasına rağmen kültürel ve manevi kodlarımızın bizi koruduğunu düşünüyor: "İslam dünyası Batı'ya göre daha az intihar ediyor zira dinin bu konuda kesin bir yasaklaması var. Çok ağır depresif hastalar bile kendilerini inançla mukayyet hissettiklerinde, intihara yönelmiyor. Aile bağlarının ve maneviyatın hâlâ kuvvetli olması Türkiye toplumunu görece olarak koruyor. Dünyada yapılan bir çalışma hızla ve zorla modernleştirilen toplumlarda intihar oranlarının da hızla yükseldiğini gösteriyor. Geçmişin değerleri hızla yıkılır ve yerine yeni değerle ikame edilemezse intihar salgınları sökün edebilir. Modern medeniyet insanın ruhunu doyurmuyor, onu bolluk içinde aç bırakıyor. Yönsüz ve şaşkın insanlar hayatlarına anlam veremediklerinde intiharı bir çözüm olarak görebiliyor. Yükselen mutsuzluk istatistiklerine bakarak 50 yıl sonrası için iyimser tahminlerde bulunmak mümkün değil. İnsanlık umudu diri tutan sözlere, anlama ve maneviyata sığınacak. Çekilen çilenin insana öğrettiği bir şey varsa, dünya bir cehennem olmaktan çıkar." Psikolog Ayhan Altaş da, Kemal Sayar gibi kültürel kodlarımızın bizi koruduğunu söylese de, bazı uyarılarda bulunuyor: "Yapılan araştırmalar intihar ve kendine zarar verme eylemlerinin manevi yönü yüksek toplumlarda daha az olduğunu gösteriyor. Benim yaptığım çalışmalarda da danışanlarımdan sıklıkla şunu duyarım. "Öbür dünyamı yakmamak için intihar etmiyorum, günah olmasa intihar ederim, Allah korkusu olmasa intihar ederim" gibi söylemlerle karşılaşırım. Bu da inanmanın intihar üzerindeki etkisini açıkça ortaya koyuyor. Batı ülkeleri, materyalizmin daha yoğun olduğu ülkelerdir, bu açıdan yaklaştığımızda inancın etkisini daha iyi anlayabiliriz. Tabii buradan intiharın tek nedeninin inanç eksikliği olduğu sonucuna varamayız. Bunu etkileyen farklı nedenler de vardır. Çünkü intihar eden kişilerin düşünce sisteminde bozulmalar olmuştur ve kişinin inanç sistemi güçlü bile olsa düşünce ve duygusal bozukluklar kişinin inanç sistemini de olumsuz etkileyerek intihar düşüncesini ön plana çıkarabilir." Psikolog Kemal Özcan ise önce bu tür vakaların hangi rahatsızların neticesi olduğunu anlatarak başlıyor söze: "İntiharın psikolojisinde genellikle ağır bir depresyon ve kendine yönelmiş çok yoğun bir öfke vardır. Kişinin bu kendine yönelmiş öfkesi ve kendini yok etme isteği, sıklıkla çaresizlik hissinin sonucu olarak ortaya çıkar ve büyük oranda depresyon, bipolar bozukluk, şizofreni, alkolizm ve madde kötüye kullanımı gibi çeşitli ruhsal hastalıklarla ilişkilidir." Gelişmiş ülkelerinde görülen intiharların nedenini ise şöyle açıklıyor Özcan: "Genellikle alkol ve madde kullanımı, aile ilişkilerinin azalması ve yalnızlık duyguları, her şeyin tüketime dayalı olduğu bir dünyada refahtan uzak kalmaktır. Mutluluğun sahip olunan ve tüketilen nesneler üzerinden arandığı, yaşama bir anlam katılamadığı sistemlerde hissedilen yetersizlik duyguları kişileri intihara kadar sürükleyebilmektedir." TÜKETİM İNSANI TÜKETİYOR
Psikiyatr Prof. Dr. Mutluhan İzmir ise, şehirleşmenin getirdiği yalnızlıktan korunmamız gerektiği görüşünde: "Şehirleşmiş ve yalnızlaşmış bireylerde umut dolu olma eğilimi ne yazık ki artık sıkça görülen ekonomik sorunlar, güvenlik sorunları, kitlesel göçler, üretim yapan bireyden tüketime yönelmiş bireye geçiş nedeniyle azalmaktadır. Özellikle tüketim ağırlıklı yaşam biçimi, mutlu olma halini kısa bir tatmin eylemine indirgeyerek mutsuzluğun davetçisi olma niteliği taşımaktadır. Bireyleri tüketimin koşullandırılmış otomatik makinelerine dönüştüren tüketim toplumlarının bireyleri, talep edilen metaya ulaşınca geçici bir haz yaşamakta, sonrasında ise boşluk hissine teslim olmaktadırlar. Sürekli tüketim hazzıyla yaşamak da bir süre sonra anlamsızlaşmakta, birey kendisini tüketmiş gibi hissetmektedir. Bu tükenmişlik hissi intiharı tetiklemek açısından oldukça büyük bir risk etkenidir." Psikiyatr Uğur Zeren de farklı kültürler ve coğrafyaların intihar konusundaki farklılığını ortaya koyuyor: "Hayata yetinme ile bakabilen, ihtiyaç ve isteklerin ayrımını yapabilen, çalışmaya ve üretmeye istekli olanlar daha az hasta olur. Bu özellikler çoğunlukla içinde bulunduğu toplumdaki bireylere ödül ve ceza ile öğretilmeye çalışılır. Bu özeliklere sahip olanlar övülür, sevilir ve desteklenir. Sahip olmayanlar ise yerilir, sevilmez ve desteklenmez. Bu özelikler böylece istenen ve tercih edilen özellikler haline gelir. Son olarak sosyolojik yapımız bizim birbirimizle kurduğumuz ilişkiler ve çevrenin fiziksel koşulları ile belirlenir. Daha az kalabalık yerlerde yaşayan, doğadan daha çok yararlanabilen insanlar intihardan daha uzak insanlardır. Önemli bir konu da, intiharın en önemli nedeni olan depresyon hastalığının güneş ışığından daha az yararlanan yerlerde çok daha fazla görüldüğü bilgisidir. Yaşadığımız coğrafyanın güneş ışığı açısından zengin olması kesinlikle önemli bir avantajdır."
PSİKOLOG KEMAL ÖZCAN
Ne güzeldir ki, biz dertleşebilen bir toplumuz
Özcan da bizim kültürümüzden, bizi sigortalayan değerleri ön plana çıkarmanın faydalı olacağının altını çiziyor: "Bütün dinler gibi İslam dini de intihar eylemine karşıdır. Bu nedenle dini inancın ve Allah korkusunun intiharı önleyici etkisi inkâr edilemez. Çünkü intihar etmek İslam dininde küfre yakın büyük bir günah, hatta başkasını öldürmekten bile daha büyük bir günah olarak görülür. Kur'an-ı Kerim'de Nisa Suresi 'Kendinizi öldürmeyiniz' der. Bizim kültürümüzde her ne kadar aile bağları ve bazı değerler zayıflasa da hâlâ kültürel kodların etkisi güçlüdür. İntihar düşüncesi olan kişi kendinden sonra geride kalacakların ve eğer başaramazsa kendi yaşayacağı utancı düşünmektedir. Bu çoğu zaman intihar düşüncelerini daha olgunlaşmadan durdurmaya yeterli olmaktadır. Ayrıca Türk toplumunun devam eden yakın aile ilişkileri, sosyal çevre desteği, dertleşme dediğimiz bir çeşit terapi yerine geçen iletişim tarzı kişilerin sıkıntılarıyla baş etmesine yardımcı olarak bu tür negatif düşüncelerin oluşmasını engellemektedir."
PSİKİYATR NEVZAT TARHAN
Psikolojik sorunlar da globalleşiyor
İnsanı insan yapan manevi değerler, "Ben kimim, hayatın anlamı ne, ölümden sonra ne olacak?" gibi sorular aslında huzur verir. İnsanı hayata bağlar, ümitsizliğe düşmesini engeller. Ama artık Batı'dan yayılan benmerkezcilik ve narsisizm bütün insanları etkiliyor. Eskiden birkaç ihtiyacı olan insana yapay ihtiyaçlar sunuldu. İntiharın yaygın olduğu Batı ülkelerinin çoğunun maddi sorunu yok. Ama bugün herkesin çok fazla şeye ihtiyacı var maddi olarak, madde olarak. Çoğu da aslında gereksiz... Ama sahip olma duygusu manevi duyların yerine geçti. Bu da müthiş bir doyumsuzluğu ve akabinde mutsuzluğu beraberinde getirdi. Biz aslında dini ve kültürel olarak bu konulara karşı sigortalıyız bir anlamda. Ama buna güvenmeyelim sadece. Yıllar önce Dünya Sağlık Örgütü'nün dünya parlamentolarına sunduğu bir İntiharı Önleme Paketi vardı. Bazı ülkeler bunu hayata geçirdiler. Ne yazık ki artık insan kişilikleri de globalleşiyor. Bu açıdan bakıldığında ihtiyaçlar, manevi boşluklar da globalleşiyor. İşin profesyonelleri bu konuda da önlem almalı...