İstanbul Devlet Opera ve Balesi 2019-2020 bale sezonunu, her temsili kapalı gişe olan ve seyirciden yoğun istek alan eserlere ayırdı. Don Kişot, Dans Trio, Uyuyan Güzel, Dans Üçgeni, Yunus Emre Oratoryosu, Üç Silahşor ve İstanbul'da ilk kez sahnelenecek olan Notre Dame'ın Kamburu baleseverlerin beğenisine sunulacak. Biletleri satışa çıktığı an tükenen, bu eserlerin ilginç bir özelliği de var. Eserlerin hepsinde rol alan tek isim İstanbul Devlet Opera ve Balesi'nin başdansçılarından Erhan Güzel. 35 yaşındaki Güzel, kariyerinin en yoğun ve ışıltılı zamanını yaşıyor. Biz de ilk sahneye konan eser Don Kişot'u bahane ederek, Erhan Güzel ve solist dansçılardan Berfu Elmas ve Büşra Ay ile bir araya geldik.
- Bu sezon İstanbul Devlet Opera Balesi'nin sahneleyeceği her eserde başrolde dans edeceksiniz...
- 35 yaşımdayım. Balenin son demlerine doğru yol alıyorum. Bu yaşlarda başrol oynayan erkek dansçı sayısı yok denecek kadar az.
- Nasıl başladı bale maceranız?
- Babam Ankara Devlet Opera Bale Müdürlüğü'nde dekoratördü... Yedi yaşımda beni baleye başlattı. 10 yaşımdayken Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'nı kazandım. 10 yıl boyunca orada okudum. Çok zor bir eğitimdi. Konservatuvarda yurtta kaldım. Çünkü iki saatlik eğitimle bir yere varılamaz. Daha çok vaktim vardı dansla ilgilenmek için. Mezun olduğumda yapamadığım hareket, bilmediğim repertuvar yoktu, çok iyi hocalardan eğitim gördüm. Bir yıl Ankara Devlet Opera Balesi'nde, ardından İstanbul Opera Balesi'nde görev almaya başladım.
- Erkek bale sanatçısı olmanın handikapları var mı?
- Bale dünyada 400 senedir var, bize Cumhuriyet'le beraber gelmiş. Türk halk müziği bizim kültürümüz ama bale değil. Gelenekçi kesim bizi başka bir yere oturtmaya çalışıyor. "Gay misin, bu iş kadın işi" cümleleri hep bu yüzden. Olmadığım şeylerle adlandırılıyorum. Büyürken kendimizi korumak adına maço gibi davrandık. Ortaokulda okula giderken bindiğim aracın şoförü, "Nerede okuyorsun?" diye sorunca, "Konservatuvarın bale bölümünde" dediğimde, "Gay mi olacaksın?" diyordu. Çocuk yaşımda ne demek olduğunu da bilmiyordum bu kelimenin... Sonra savunma refleksiyle "Keman bölümünde okuyorum" demeye başladım. Büyüdükçe bu refleks daha değişik bir hal aldı. Garip maço duruşları, elde tespih gezmeye başladım, "Abi diyeceksin bana" diye dolanıyordum ortalarda.
- Tüm bu önyargılar sizi nasıl etkiledi?
- İlk başlarda bale, müzik bölümü dışında hiç arkadaşım yoktu. Sonra başka insanlarla bir araya gelmem gereken süreçte, onlarla iletişim kuramadığımı anladım. Çünkü az kitap okuyordum, kendimi doğru ifade edemiyordum. Sonra kendimi geliştirdim. O noktadan sonra toplumdaki kimseden korkmamaya başladım. Sanayideki ustayla da, bakanla da konuşabiliyorum. Muhatap olamayacağım, baleyi anlatamayacağım kimse kalmadı. Sanat kusursuz, insanlar kusurlu. Bunu anlatacak kadar iki kelime öğrenmeliydim.
- Taytlarınız bile konu oluyor galiba...
- Oluyor gerçekten. Biz dönem hikayelerini anlatıyoruz ve Don Kişot'un, Fındıkkıran'ın anlatıldığı dönemde insanlar tayt giyiyor sarayda. Çanakkale Destanı oynarken tayt giymiyorum, kamuflaj kostümlerimiz var. Arkadaşlar, güreşçi tayt giydiğinde milli oluyor da, ben giyince sorun ne!
- Devlete bağlı bir memur olmayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Bu çok büyük bir sistem. Kostüm, dekor, makyaj, sanatçılar... Bunun özel bir sistemde yürümesi çok zor. Dünyadaki büyük balelerin hepsi devlete bağlıdır. Memuriyetten bir zarar görmüyoruz. Bakın insanlar bu tür tartışmalar nedeniyle çocuklarını konservatuvara göndermiyor, bunun önünü kesmek gerekiyor. Sanat, bale çok kıymetli, erkek kadın demeden çocuklarımızı baleye teşvik etmeliyiz. Dünya balesi ne kadar iyiyse, Türkiye balesi o kadar iyi! Buradaki dansçı arkadaşlarım Londra'da da, Rusya'da da dans eder, gram farkları yok. Eğer aileleri korkutursak, sonuç kötü olur; ben 35 yaşımda hâlâ Don Kişot oynarım, 40'ım da gene ben oynarım! Mesela dizimizde küçük bir sıkıntı yaşıyoruz, yüreğimiz ağzımıza geliyor. Çünkü ikinci, üçüncü bir alternatif var ama dördüncü yok. Ne yapacağız perdeyi mi kapatacağız? O yüzden her temsilde aynı kişiler oynamak zorunda kalıyor. Biz böyle 60-70 kişi olsak harika olmaz mı?
- Kaç kişisiniz İstanbul Devlet Opera Balesi'nde?
- Aktif dans eden 40 kişiyiz. 200 dansçı var ama yaşlandılar, baba rolleri, anne rolleri oynuyorlar. Erkek dansçı sayısı o kadar az ki... Biz bu kadar insanla harika işler çıkarıyoruz, bakın Londra Balesi bu kadar insanla bu eserleri sahneye koyabiliyorsa, buyursun koysun! Hodri meydan... Yurt dışında bu işler dört katı insanla yapılıyor.
- Bir de Atatürk Kültür Merkezi konusu var... Zaman zaman sosyal medyanızda o polemiğin içine çekildiğiniz oluyor.
- Atatürk Kültür Merkezi'nde çok güzel eserler sahneye koyduk. Ama bizim altı operamız var, AKM'yi geçtim diğerlerinden haberi var mı insanların? Yok! AKM bir gün açılacak ve biz daha geniş bir yerde dans edeceğiz. İnsanların AKM polemiğini bir sanatçı üzerinden yürütmesini doğru bulmuyorum. Biz de istiyoruz daha geniş sahnede, daha rahat hareketler yapalım... Sosyal medya üzerinden beni politik bir yöne zorla çekmeye çalışan insanlar var. Politika yapmak isteseydim meclise girerdim. Biz sanatımıza bakacağız.
Bir bale dersi, üç tane FB-GS derbisine bedel
- Biraz önce bitti dersiniz, saatlerdir çalışıyorsunuz. Nasıl bir tempo bu?
- Erhan Güzel: Bugün altı buçuk saat çalıştık ama ben 13 saat çalıştığım günleri hatırlıyorum. Sadece ayakta dursanız yedi saatte yorulursunuz. Biz tüm bu saatler boyunca hopluyoruz, dönüyoruz... Zaten bale madencilikten sonra dünyanın en zor mesleği seçilmiş. Biz sadece dans etmiyoruz, akıl ve matematik çerçevesinde bir koreografi, düzen içinde bir çarkın dişlileriyiz. Yani sadece bedenimiz değil, zihnimiz de çok yoruluyor. Sürekli müzik, ritm, sayılar eşliğinde say say say, hopla hopla hopla... Dans partnerim olan kadınları biraz öne doğru indirsem tırnağı acıyacak, bunlara da dikkat etmem gerekiyor. Sekiz saat aralıksız konsantrasyon bir insanı öldürür. Hangi meslekte olursa olsun. Eve gittiğimde şuursuz bir şekilde ayaklarımı uzatıyorum ve dinleniyorum. Bakın bir saatlik bale dersi, üç tane Fenerbahçe Galatasaray derbisine bedel!
- Berfu Elmas: Minimum hareketle yaşıyorum evde. Bazen vücut, kas belirli hareket gruplarına alışınca sakinleşiyor. Bazen sabah kalktığımda her yerim kasılmış oluyor. - Büşra Ay: Esere de bağlı tabii. Çok yoğun bir dönemden çıkıp, daha rahat bir esere geçtiğimizde dinlenme şansı buluyoruz. Her gün ayaklarımıza buz kompresleri uyguluyoruz, ağrı dindirici kremlerimizi sürüyoruz.
- Nasıl zayıf kalıyorsunuz?
- E. G: Yemiyoruz! Başka bir yolu yok. Bir dönem 10 kilo fazlaydım, yanlış besleniyordum, yanlış yaşıyordum... Artık öyle değil. Ben saat 16.00'da bir kilo et yiyorum başka bir şey yemiyorum. Benim damarlarım, adelelerim çıkıyor, "Sen insan değilsin!" diyorlar. Ben insanın yapmayacağı bir işi yapıyorum! - B. A: Ben bale derslerinden önce yemeyi tercih etmiyorum zaten. Sonrasında da halim kalmıyor. Çok yoğun olduğumuz dönemlerde daha az yediğimiz kesin. - B. E: Evde daha çok yeniyor. Ama yine de mantı, piza yemem, karbonhidrat çok az yerim. - Sizin yollarınız nasıl kesişti baleyle? - B. E: O pembe tütü çekiyor önce. Aileler teşvik ediyor. Aşk nefret ilişkisi gibi. Çok seviyorum ama yapamadığım zamanlarda nefret ediyorum. Sabah kalktığımda yapabilme arzusuyla doluyorum. Sürekli yukarda tutan bir his. - B. A: 11 yaşındayken başlıyoruz bu mücadeleye. Diğer çocuklar dışarda oynarken biz büyük bir disiplin içinde yaşıyorduk.
Dansçı gözü kara olmalı
- Seyirci olarak izlerken büyük hayranlık uyandırıyorsunuz...
- B. A: Bir temsil sonrası beni gören bir seyirci, "Aaa sizin boyunuz bu kadar mıydı?" dedi. Biraz hayal kırıklığı oluyor. Bizim de normal birer insan olduğumuzu unuttuğu oluyor seyircinin. - B. E: Gerçek yaşamımdan çok çok farklı bir hal yaşıyorum sahnede. Orada başka bir karakterim, kostümlerimiz, o makyaj... Çok keyifli. - B. A: Başka roller çok geliştiriyor insanı. Farklı stiller, farklı karakterler.
- Kadın bale sanatçısı için handikaplar var mı?
- B. A: Çocuk sahibi olunca ilk altı ay zor olabilir ama sonra her şey rayına oturuyor. Ama yapan arkadaşlarımız var. Çok uykusuz olsa bile gelip provada sıfırlanabiliyor. Çünkü çok seviyoruz işimizi.
- B. E: Annelik kuvveti denen bir şey var bence. Bir şekilde geri dönülüyor.
- Tek elinizle 47 kiloluk bir kadını nasıl kaldırdığınızı merak ediyorum...
- E. G: Seyirci onu bir kez görüyor, biz onu günde 50 kez yapıyoruz. Kasların ona göre çok güçleniyor. Erkeklerin güçlü, zıplaması yüksek, dönüş hareketlerinde kabiliyetli olması gerekiyor, kadınların da ince, narin, kibar ve esnek olması gerekiyor. Bir de kadın dansçıyı kaldırdığın zaman korkmayacaksın. Korktuğu zaman olmuyor.
- B. A: Gözü kara olmak lazım. İlk denediğinizde stres yaratan hareketler var, mesela sizi kaldırdılar yukarı, tak diye orada durmanız gerekiyor. Kaldıran adam çok önemli orada. Güvendiğim zaman hepsi oturuyor.