İnsan ruhunun kadim yoldaşlarından kaygı duygusu; tıpkı korku gibi hayatı düzene koyma ve olabilecek aksilikler için önlem alma yetilerini de beraberinde getirdiğinden, dozunda olduğu vakit faydalı. Ama ortada ince bir çizgi hatta kör kuyu var! O eşik aşıldığında, aşırı kaygının kör kuyusunda kaybolma, psikolojideki tabirle 'kaygı bozukluğu' sularında boğulma riski var. Anksiyete bozukluğu diye de adlandırılan kaygı bozukluğu günümüz insanının yoğun yaşadığı rahatsızlıklardan biri.
İşte bu konu hakkında ciddi çalışmaları olan, bir nevi modern insanının kaygılarıyla kaygılanan Psikolog Ayhan Altaş, Kaygımı Tanıyorum adında, bir nevi bu işin kılavuzu sayılabilecek bir kitap yazdı. Kaygı bozuklukları ile ilgili terapi süreçlerini, deneyimlerini, modern insanın son model kaygılarını kaleme aldı.
BOŞ ZAMANIMIZ ÇOK
Altaş kaygı kavramanı tanımlayarak başlıyor söze: "Kaygı, hayatımızda olması gereken, hayati öneme sahip duygulardandır. Kaygı gerçekte var olmayan ama var olma ihtimali olan bir duruma karşı hissedilen duygudur. "Peki, kaygının eşik atlayıp rahatsızlık boyutuna erişmesi nasıl gerçekleşiyor: "Kaygı bozukluğunda kaygı çok yoğun bir şekilde ortaya çıkar. Kaygıyı yok etmeye çalışmak ise kaygının daha fazla artmasına neden olur. Böylece kaygı kişinin işlevselliğini bozar. Depresyona kadar götürür."
Altaş'a göre modern insanın kaygıları artıyor. Bunda teknolojinin bizim yerimize çok işi halletmesi, iletişim ve ulaşımın kolaylaşması; aslında avantaj gibi görünen boş vakitlerin çoğalmasının bir tür kendi zihnimizi kemirme sürecine dönüşmesi yatıyor: "İnsanların artık daha fazla boş ve düşünecek zamanları var. Beyin aktivitesi ile çalışmak daha ön planda ve zihnen yoruluyoruz. Önceden daha çok bedenen yoruluyorduk ve uyuyunca dinleniyorduk. Şimdi ise zihni dinlendirmek için uyku yeterli gelmiyor. Bu da kaygıyı besliyor. Her şeyi çok çabuk tüketiyoruz. Tüketim toplumu olduğumuz için tüketecek bir şey kalmayınca da kendimizi tüketmeye başlıyoruz."
Günümüz insanının başarılı olma takıntısının da kaygıyı artırdığını söylüyor Altaş ve uyarıyor: "Başarılı olma düşüncesi bile kişide kaygı ve baskı oluşturabilir. Bir başarı elde ettiyse, Bu başarıyı sürdüremezsem düşüncesi kaygı oluşturabilir. Bu alanda yapılan araştırmalar 10 yıl sonra kaygının dünyanın en büyük hastalıklarından biri olacağını gösteriyor."
Altaş'a göre 2019 model kaygılarımız çok küçük sebeplerden kaynaklanıyor gibi görünse de sonucu tahmin edilmeyecek olumsuzluklara varabiliyor: "Telefonun yanımızda olmaması, aradığımız kişiye anında ulaşamama, internetin çekmemesi, telefonun çekmemesi, şarjımızın bitmesi, sosyal medyada paylaşılan fotoğrafların az beğeni alması, sosyal medyada takipçilerin azalması veya arkadaşların azalması 2019 model kaygılarımız ve her geçen gün ne yazık ki yenileri eklenerek artıyor. Bir keresinde bir danışanım 'Sosyal medyada paylaştığım fotoğraflar beğeni almazsa, bazen de gelen beğenileri geri çekiyorlar ya beğenmekten vazgeçerlerse diye kaygılanıyorum' diye psikolojik destek almak istemişti."
KAYGI BULAŞICIDIR
Psikiyatr Uğur Zeren ise, kaygı bozukluğunun ilerleme sürecini şöyle anlatıyor: "Kaygı bozukluğu dememiz için kaygının süresi, bedenimize etkisi, işlevselliğimizi yani bizden beklenen iş, okul, sosyal hayat görevlerimize etkisi göz önüne alınır. Süre kaygı bozukluğunun cinsine göre değişebilir. Kaygı günlük yaşamı olumsuz etkiler ve olağan hayatımızı sürdürmemize engel olursa yani işlevselliği bozarsa hastalık olur. Nasıl başladığı kişiden kişiye değişir. Genellikle yavaş ve sinsi başlar. Genetik yatkınlık üzerine öğrenme ile oluşur. Anne ve/ veya babada da bu hastalık büyük olasılıkla vardır. Anne babaların davranışları ve hayata bakışı çocuk tarafından taklit edilerek öğrenilir. Sözlerinin, düşüncelerinin ve davranışlarının etraftan onaylanmasına veya kızılmasına göre yaşama bakışı şekillenir. Kaygı büyük oranda çevresindeki kişilerden bulaşır."
Zeren'e göre sürekli mutlu olma beklentisi de kaygı bozukluğunu tetikliyor: "Bir olay olduğunda ona verdiğimiz yorumlar hatalı ve çarpıtılmış oluyor. Genellikle olay ve durumların en kötü sonuçlarını düşünebiliyoruz. Biraz eksik veya hatalı bir sonuç bizi eksik hissettirip, yetersizlik düşüncelerinin içine sokabiliyor. Mükemmellik beklentisi başarısızlıklarımıza fazla, başarılarımıza az değer vermemize neden oluyor. Bu düşünce hataları da kaygı duygumuzun temelini oluşturuyor. Bugünün insanı aslında kaygı yaşadığı durumdan ziyade en çok da yaşadığı kaygıdan kaygılanıyor. Kaygı duyuyorum o zaman bir sorun var diyor çünkü kaygı duymamayı bekliyor. Hâlbuki kaygı duyuyorum ve bu normal ve bir süre sonra tüm duygular gibi geçecek dese bu kadar etkilenmeyeceğiz Kaygı duygusu ve kaygıyı oluşturan düşünce gelmesin istiyoruz. Çünkü sürekli mutlu hissetme beklentisi var. Sorarım size sürekli mutluluk olur mu? Mutsuzluk olmadan mutluluk, kaygı olmadan rahatlık tarif edilebilir mi? Kaygıdan ve olumsuzluklardan kaçmaya, kaçınmaya çalışıyoruz. O zaman da doğanın değişmez kuralı devreye giriyor. Kaçan kovalanıyor, yani hep bir kaygı içinde oluyoruz."
KAYIP KAZANÇTAN DAHA GÜÇLÜ
Kaygı bozukluğu vakalarında ciddi bir artış olduğunu söyleyen Uğur Zeren bunun sebebini şöyle açıklıyor: "Kaygı bozuklukları yaşadıklarımız, yaşamak istediklerimiz, sahip olduklarımız ve sahip olmak istediklerimiz arttığı için artıyor. Kayıp kazançtan daha güçlü etkiye sahiptir. Sahip olduklarımız yaşamak istediklerimiz arttıkça kaybetmemek için uğraşılarımız da çoğalıyor. Uğraşmak ve mücadele için enerji lazım. Kaygı da bu enerjiyi bize sağlıyor. Sürekli mücadele ve uğraşın sonucu da yorgunluk ve stres oluyor. Mevcut durumumuzu korumak ve iyileştirmek için düşünceler oluşuyor. Düşünceler senaryolara dönüşüyor. Niye senaryo kuruyoruz peki? Çünkü düşünmek beynin görevidir ve sürekli düşünce üretmesi normaldir de ondan. Yapılan bir çalışmaya göre sekiz saat uyuyan birinin uyanık kaldığı sürede aklına yaklaşık 4 bin düşünce geliyormuş. Sorun senaryo yazmak değil, senaryonun içeriğinin nasıl olduğudur. Kaygı ve kaygı bozuklukları yaşanan olaylara değil , olaylara verilen yanıtlara bağlı olarak oluşuyor. Huzurlu bir yaşam yaşadıklarımız değil yaşadıklarımıza ne anlam kattığımıza bağlıdır."
TEDAVİ KİŞİYE ÖZELDİR
Peki, kaygı bozukluğunun tedavisinde nasıl bir yöntem izleniyor? Uğur Zeren anlatıyor: "Kaygı bozukluklarının tedavisi tüm diğer hastalıklar gibi kişiye özel olarak planlanır. Hastalık yoktur, hasta vardır ilkesi esas alınır. Eğer hastalık oluşmuşsa büyük ihtimalle ilaç kullanmak gerekir. Benim deneyimlerim hastalık varken terapilerin pek işe yaramadığıdır. Terapi yeniden öğrenme sürecidir o yüzden beyinin sağlıklı olması gerekir. Önce ilaç ile iyilik hali sağlanır. İlaç kullanırken terapiler ile yöntemler öğretilir. Yöntemleri kullanmayı öğrendikçe ilaç kesilir. Nüks olmasın diye terapi seansların devam etmesi önemlidir. Sözün özü, ilaç tedavi eder terapiler nüksü önler."
PSİKOTERAPİST AYHAN ALTAŞ
Ya sınıfta rezil olursam kaygısıyla sürekli kusuyordu
"38 yaşında bir kadın danışanım vardı. Bir özel üniversitede öğretim görevlisi olarak çalışıyordu. Ders anlatırken, derse başlamadan önce kaygıları oluyordu. "Ya anlatamazsam, öğrencilerin sorduğu soruları yeteri kadar cevaplayamazsam, rezil olursam!" gibi kaygıları vardı. Kaygıları o kadar fazlaydı ki mide bulantıları ve kusmaları oluyordu. Kaygıları son bir sene içinde aşırı derece de artmış ve ders anlatmakta zorlanıyordu. Konuları artık ezbere biliyorum ama yapamazsam düşüncesi beni kahrediyor diyordu. Normalde birçok insanda buna benzer kaygılar olabilir ama sadece aklımıza gelir ve bu düşünceler sonrası önlemlerimizi alırız ve hayatımıza devam ederiz. Kaygı bozukluklarında ise kaygı o kadar yoğun ki önlem alsa bile rahatlayamıyorlar. Hatta çoğu zaman önlem almak yerine kaçmayı tercih ederler. Bu vakamızda da kaygı o kadar yoğun bir şekilde ortaya çıkıyordu ki mide bulantısı ve kusmaya kadar gidebiliyordu. Danışanımızla EMDR terapi ile çalıştık. Toplam 12 seans sonrasında seanslarımızı sonlandırdık. Şu an yine kaygıları var fakat önceden kaygıları onu yönlendiriyordu. Şimdi ise o kaygılarını yönlendirebiliyor. İnsanların yaşadığı duyguları yok etmeyi ve bundan sonra bir daha yaşamamalarını hedeflemeyiz. Kaygıları ile baş edebilecek seviyeye gelmelerini ve onları yönlendirebilmelerini hedefleriz. Kaygı her zaman hayatımızda olması gereken önemli bir duygudur. En çok karşılaştığımız kaygı ise kötü bir şey olacak düşüncesinin ortaya çıkardığı kaygılardır."
PSKİYATR UGUR ZEREN
Rahatsızlığını diyabetle karıştırdılar
Kaygı bozukluğu ile beni en çok etkileyen hastam meslek yaşamımın başladığımda dâhiliye polikliniğinden glikozu (şekeri) ve tansiyonu ilaçlarla kontrol altına alınamayan 45-50 yaşlarında kadın öğretmen bir hastaydı. Tansiyon ve şeker düzensizliği nedeni ile işini yapamaz hale gelmişti. Görüşme sonrası Yaygın Anksiyete Bozukluğu tanısı koyduğum hastanın ilaç tedavisine başlanmasından 2-3 hafta sonra tansiyonu ve glikozu (şekeri) normalleşmeye başladı. İşine döndü. Tedavisinin ilerleyen zamanlarında bu öğretmenin aslında diyabet (şeker) ve tansiyon hastası olmadığı ve bu hastalıklar için ilaca ihtiyacı olmadığına karar verildi. Sakın buradan her diyabet ve tansiyon hastasının aynı olduğu sonucu çıkmasın ama kaygı bozukluğunun insanın saçının telinden ayağının tırnağına, uykusuna iştahına, adet düzensizliğine, cinsel hayatına, tansiyonuna, ağrılara kadar her şeyi etkiler."
Kaygı bozukluğu testi
Son bir ay için düşündüğünüzde, aşağıdaki soruların 4 ve 4'ten fazlası için evet yanıtı verirseniz, mutlaka bir doktora başvurunuz. (Hazırlayan Psikiyatr Uğur Zeren)
1. Bedenimin herhangi bir yerinde sık uyuşma ve karıncalanma olur.
2. Sık sıcak/ateş basması yaşarım.
3. Genelde halsizimdir.
4. Çoğunlukla kendimi rahat hissetmem.
5. Hep bir şey olacak beklentim vardır.
6. Sık sık baş ağısı/ dönmesi yaşarım.
7. Sık ve şiddetli çarpıntılarım olur.
8. Çabuk sinirlenirim.
9. Nefes açlığı hissederim.
10. Kolay kolay hayır diyemem.
11. El titremelerim olur.
12. Mide hazımsızlık ve şişkinliklerim sık olur.