Erzincan ovasında sıcak bir ağustos günü... Gölgede 28 derece diyorlar. Gerisini siz düşünün. Ama İstanbul'un aksine merhametli bir sıcak, kasıp kavurmuyor, terletmiyor... Türkiye'nin en bereketli toprakları, ciğerlerimize bayram ettiren en temiz havası burada. "Altın kum" diyorlar buranın toprağına bereketinden ötürü. Havaalanından memlekete adım atar atmaz Munzur Dağları karşılıyor sizi bütün heybetiyle... Çağdaş sanatçı ve yönetmen Kutluğ Ataman'ın dedelerinden kalma bin dönümlük palangasını ziyaret etmek için buradayız. Palanga bir nevi çiftlikler kompleksi demek. Ataman ayrıca buradaki topraklarına bir ev inşa ettirdi ki mimari ödüllerin de sahibi oldu.
Erzincan'da, ailesinden kalan bir arazide hem çiftlik işleri ile ilgilendiği zaman kalabileceği bir konut hem de sanat ve film çalışmalarına odaklanabileceği bir mekan hayal eden Ataman, bu atöye/ev hayalini Erginoğlu & Çalışlar mimarlık ofisinin projesiyle hayata geçirdi. Kutluğ Ataman'ın Erzincan'da kurduğu Mehmet Ali Bey Palangası'nın içine yapılan Erginoğlu & Çalışlar imzalı ev, iki uluslararası mimari ödül kazandı. 2006 yılından bu yana World Architecture Community tarafından düzenlenen WA Awards kapsamında 'Palanga/KA Evi' adıyla yarışan proje, 'inşa edilmiş proje' kategorisinde hem siteye üye olanların oylamasında hem de jüri oylamasında ödül kazanan projelerden biri oldu.
Bugünlerde sayısız meyve ağacının, sebze tarlalarının olduğu çiftliğindeki merasında Türkiye'nin ilk damızlık havyan yetiştiriciliği girişiminde bulunuyor Ataman... Dedelerinden gelen maddi-manevi mirası bu şekilde değerlendiriyor. Ve tabii mekanıyla ilgili pek çok başka hayali ve çalışması da var...
Ataman'ı Palanga'da ziyaret edip oradaki yaşantısını, sanatı ve siyaseti konuştuk...
-
Kutluğ Bey önce bize Palanga kavramını anlatır mısınız?
- Palanga aslında Osmanlı'dan gelen tımar geleneğine ait bir kavram. 19. yüzyılda bu yörede yeniden hayat buluyor. Büyük çiftlikler kompleksi anlamına geliyor. Elazığ'dan Gümüşhane'ye kadar yine Elazığ sınırından Otlukbeli'ye kadar bütün bu alan bizim aileye verilmiş vaktiyle. Devlet buraları verdiği aileye "Burada eğitimi, sağlığı, adaleti sağlayacaksın. İnsanlara bakacaksın" diyor. Başında da 'bey' var. Bunlar genelde asker kökenli. Bu aileler içerisinde ticaret o dönem çok ayıp karşılanıyor. Savaş olduğunda gerekli durumlarda kasandaki parayı İstanbul'a gönderiyorsun. Aslında burayı yine devlet organizasyonu olarak aile koruyor. Ama devlet korumuş oluyor. Burada da palangalar sistemiyle bu bölgeleri idare etmişler. 1888 yılında dedem Mehmet Ali Bey, burada ilk defa ticarete atılıyor. Çok ayıp karşılanıyor. Bir şekilde bu sistemi devam ettiriyor. Cumhuriyetin ilerleyen yılları, depremler... Aile İstanbul'da gelişmeye başlıyor. Buralar unutulup gidiyor. Benim buraya geliş nedenim bu Palanga'yı, Mehmet Ali Bey'in kurmuş olduğu bu şirketi bir şekilde hayata geçirmek. O kadar büyük topraklar kalmamış tabii. 1888 yılında kurulan şirketi tekrar hayata geçirdim Mehmet Ali Bey Palangası diye... Bu evi de ailenin konaklarından biri gibi düşünebiliriz.
- Sizin buraya gelmeniz, burayı devralmanız nasıl oldu?
- Ben önce burayı şöyle hayal etmiştim: Geleceğim, zaten bir yeşil alan burası kalmış. Güzel bir ev yaparım. Senaryolarımı yazarım, film izlerim... Sonra duramadığım için kısa süre içinde projeye dönüştü. Bana yardım eden buradaki insanların da üzerimde sorumluluğu var. Onlara da bakmam gerekiyor. Ardından köyün kanalizasyonunu yaptırdık. Diğer köyün minaresi yoktu onu yaptırdık. İstanbul'dan bir üniversiteyle birlikte bir okul projesi yapmaya başladık. Hayaller dürtükledikçe işler büyümeye başladı.
ERZİNCAN'A HEP BAĞLIYDIM
- Başınıza iş açtınız yani bir nevi?
- (Gülüyor) Ben öldükten sonra devam eden bir sistem olsun istiyorum burada. Bizim aile Otlukbeli Savaşı'dan beri burada. Ben Akkoyunlulardan geliyorum. O kadar yüzyıl burada devam etmiş bu kültür, bana geldi ve tıkandı desinler istemiyorum.
- Yurt dışında okudunuz, yaşadınız. Sanatın içindesiniz... Ama bir taraftan palanga beyliği varmış demek ki içinizde...
- Bize hep o duyguyu işlediler zaten çocukluğumuzda. Bizim aileden Erzincan depreminde çok kişi ölmüş. Annemi de bebekken enkazdan kurtarmışlar. Erzincan'a her zaman çok bağlıydım. İlkokula burada başladım zaten. Her yaz geldim. Kuzu ve Aya Seyahat'i burada çektim. Ailemde her görüşten insanlar var. Ama siyasi görüşleri ne olursa olsun hiçbiri Erzincan'dan kopmamışlar. Bu duygu bende de hep oldu. Buraya ait hissetmek...
- Şu an nasıl değerlendiriyorsunuz bu toprakları?
- Tarım yapmıyoruz. Ufak tefek kendimiz için ve civardaki köylülere dağıtmak için bir şeyler yetiştiriyoruz. Şimdilik 110 büyükbaş hayvanımız var. Tam kapasite olunca 300'ü bulacak rakam. Et kesimi de yapmıyoruz. Türkiye'de ilk kez damızlık hayvan yetiştirme işine giriştik. Normalde yurt dışından geliyor damızlıklar. Bir de buraya müthiş bir sulama sistemi kurduk. Yağmur ve kar sularından elde ediyoruz suyu. Suya hayvan idrarı katıyoruz. Toprağı besliyor.
BURAYA BİLİM ADAMLARI GELSİN
- Yola çıkarken sanat üretimi, sanat panelleri düşünmüşsünüz ama şimdi fikirler başka galiba...
- Ben aslında buraya gelirken bir nevi sanattan kaçtığımı fark ettim. (Gülüyor) Yoksa Cihangir'deki hayatıma devam ederdim. Ama burada sanat değil de, sosyal bilim çalışmaları yapmayı düşünüyorum. Özellikle hukuk ve sosyoloji alanında. Mesela dünyanın bir yerinde hukukla ilgili yeni bir çalışma varsa, sosyolojide ya da diğer sosyal bilimlerde yeni akımlar varsa uzmanlar, bilim adamları gelsinler, burada konuşalım. Türk ve yabancı bilim adamları eşliğinde. Bunu hayata geçireceğiz... Sanat zaten benim alanım. Ben de bilmediğim ya da az bildiğim konularda bir şeyler öğreneyim diyorum.
- Zamanınızın çoğu burada mı geçiyor?
- Buraya para yetiştirmem için gidip çalışmam gerekiyor. Sürekli yatırım yapıyorum. Vaktiyle buralardan yerleri satmış aile, İstanbul'da yatırım yapmış. Oraların yatırımıyla burayı kalkındırmaya çalışıyorum. O yüzden bir ayağım da İstanbul'da...
TÜRKİYE'DEKİ SOL ÇOK SLOGANİST VE HAYATI YAKALAYAMIYOR
- Burada başka filmler çekecek misiniz?
- Erzincan'da bayağı bir iş yaptım ama daha da yapmak istiyorum. Türkiye'de yapılan köy sineması hep İstanbul kafasıyla yapıldı. "Zavallı köylüler neler çekiyorlar"dan öteye gidemedi. Herkes kendi durduğu yerden baktı. Böyle olunca melodramlar çıktı. Fazlasıyla ideolojik bir sol bakışıyla. Sol diyorum ama ben de kendimi sosyalist olarak görüyorum. Türkiye'deki sol sol değil bence. O kafa sadece kendi ideolojisi olsun istiyor. Mesela ağalık sistemi bizim buralarda yoktur. Güneydoğu'da olmuştur.
- Bizdeki sol niye sol değil?
- Arkaik sol diyelim ona. İnsanlar değişiyor, Türkiye dışına çıkıyor ve görüyorlar. Hayat değişiyor. Sovyetler çoktan yıkıldı. Bizde hâlâ slogancı, öğrenilmiş, dogmatik bir sol var. Ben onu mümkün olduğu kadar faşist buluyorum. Kendi çevremden de görüyorum, yavaş yavaş onlar da kendi özeleştirilerini yapıyorlar. En azından bir bölümü. Tabii buna karşı muhafazakar kesimde de aynı dogmalar yok değil. Türkiye coğrafyası henüz taşların yerine tam olarak oturduğu bir coğrafya değil.
- Neden?
- Tarihçi falan değilim ama bunu anlamak için de buna gerek yok. Büyük bir imparatorluğun çok kısa bir süre zarfında 20'de birine düştüğünü biliyoruz. Göçler, savaşlar... Sürüyle ayrı kültürlerden, ayrı inançlardan insanlar bir araya gelmişler. Bu düzenin ve iç barışın 100 sene içinde oturması imkansız. Osmanlı'nın yıkılması bütün Ortadoğu'daki dengeleri bozmuşken kendi içimizdeki dengeleri bozmamasına imkan var mı? Toplumsal barış sözleşmemiz yavaş yavaş oturuyor. Şu an yaşadığımız çoğu şey semptom. Yaşadığımız çöküşün artçı depremleri. O yüzden kutuplaşmalar oluyor.
- Biraz daha açar mısınız?
- Ben bunu palangada düşünmeye başladım. Tüneğe tavuklar tüner ya, biri yerde kalır. Kendine yer edinir, bu sefer en uçtaki düşer. Sonra başlarlar birbirlerini gagalamaya. Şu an biz de gagalama dönemindeyiz. Herkes ortak alanda var olma peşinde. Tünekten düşmek istemiyor kimse. Bunu ancak toplumsal bir barış çözer. Kimsenin korkmasına gerek yok. Ak Parti toplumsal barış konusunda önemli adımlar attı. Bugün o kolu, orası burası Kemal Atatürk dövmeli gençlerle, başörtülü kızların dost olduğunu görüyorum. Ortak kamusal alanda herkese yer olduğunu Ak Parti hatırlattı bize. Ama yine de toplumun her kesimin içinin rahat edeceği bir kamusal toplu sözleşmeye ihtiyacımız var.
BANA BUNU YAPIYORLARSA BAŞKALARINA NELER YAPARLAR!
Bir ara çiftlik işlerine ara verip, biraz dinlenmek için İstanbul'a geldim. Ertesi gün çiftlikten aradılar. "Kutluğ Bey kapınızdan anayola kadar birileri 450 tane kitap fırlatmış. Hepsi Fethullah Gülen kitabı" diye. Hemen valiyi aradım. Birilerini gönderdiler. Fetullah Gülen kitapları benim kapımda ne arıyor. Allah'tan kameralarımız var. Kameraların görüş açısı dışından atılmış ama araçlar falan geçmiş oradan. Onların kayıtlarını jandarmaya verdik. Siz gıkınızı çıkardığınız zaman, sağda solda fazla konuştuğunuz zaman birileri sizi engellemeye çalışıyor. Demiyorum ki ille de FETÖ'cüler attı. Onlar zaten kaçacak yer arıyor. Ama kim 450 tane kitabı nereden buldu? Erzincan Üniversitesi'nden iki evli çift çıktı atanlar. Aranıyorlamış... Bana bunu yapabiliyorsa başkalarına neler yapılıyordur kim bilir!
BİZDEKİ KÖTÜCÜL MUHALEFET DÜNYANIN HİÇBİR YERİNDE YOK
Bizdeki muhalefet dünyanın hiçbir yerinde yok. Sonuna kadar yapıcılıktan uzak. Yeni bir formül sunmuyor. Ekonomi batsın, dolar fırlasın yeter ki biz halklı çıkalım diye bir muhalefet olur mu? Bu bana şu kıssayı hatırlatıyor. Allah bir gün demiş ki "Ben bugün bir kuluma diyeceğim ki: Ne istiyorsan benden komşuna iki katını vereceğim. Amerikalı araba istemiş. İki tane de komşusuna verilmiş. Alman ev istemiş, iki tane de komşusuna verilmiş. Türke sormuşlar, benim bir gözümü kör et demiş!" Bizim muhalefet de böyle. Hayatın her kuralı her koşulda doğru olmaz. Ben Cihangir'de kediyi severim ama burada doğal hayat için çok tehlikeli. Kuş türlerini yok ediyor. Reçeteler, dogmalar, ideolojiler üzerinden gittiğiniz zaman akıl toplumu olamıyorsunuz.
GÖREVİM MUHALEFET FALAN DEĞİL
"Sanatçının görevi muhalefettir" diye bir şey çıkarttılar. Ekrem İmamoğlu bile böyle dedi. Yok öyle bir görevim benim. Sen bana nasıl reçete verebilirsin! Ben eleştirelim... Herkesi de eleştirebilirim bir sanatçı olarak. Ama sen de bana yandaş diyemezsin. Bugüne kadar söylediğim her şey de çıktı, kimse kusuruma bakmasın. Devlet karşıtı olamazsanız sanatçı olamazsınız diye düşünenler var. Devlet iyi bir devletse, kamu yararı gözetiyorsa ve güzel işler yapıyorsa niye düşman olayım. Çamaşır makinesi işime yarıyorsa onu niye parçalayayım?
DOĞADA KANSER OLMAYAN TEK HAYVAN KEÇİ
Kimisi bana yandaş diyor. Belki de kimisi imam hatipli değil ona ne oluyor diyor. Siyah ya da beyaz olmak zorunda değiliz. Grinin tonları var. Ortada kalan adamların, doğru bildiğini söyleyen herkesin başına böyle şeyler geliyor. Ben bazen sağcı, bazen solcu olabilirim. Bu bir tutarsızlık değil. Doğada kanser olmayan tek havyan keçi. Her farklı ottan az az yiyor. Ve hayatını sürdürüyor. Her kavramı, her durumu kendi olduğu yerden ele almalıyız. İdeolojilerle gerçekleri, doğru bildiklerimizi söylemezsek ne tartışabiliriz, ne konuşabiliriz ne de bir adım ileri gidebiliriz.
33 YAŞINA KADAR YURT DIŞINDA GARSONLUK YAPTIM
"Gezi'den itibaren, o sanat dünyasından bir sanatçı olarak beslenemeyeceğimi anladım. Buna alternatif olarak kültür ve sanata naif bir yaklaşımı olan muhafazakarlar var. Çok ortada kalıyorsun o zaman. Ben yapacağımı zaten 20-25 yılda yaptım. Türkiye'de sanat olduğunu dünyaya gösterdim. Benim çalışmalarımdan sonra Türkiye'ye, başka kimler varmış diye görmeye gelen galericiler ve küratörler oldu. Bunun karşılığında üzerime çullandılar! 30 yılımı Türkiye dışında yaşamış biriyim. Ben Amerika'da çalıştım, okula gittim ama dünya sahnesine fırlamam Türkiye'ye geri geldikten sonra oldu. Yani yurt dışına gittim de başarılı oldum diye bir şey kesinlikle doğru değil. Ben yurt dışındayken 33 yaşıma kadar garsonluk yaptım. Karanlık Sular filmini beş yıl garsonluk yaparak bitirebildim. Öyle ailesi çok zengin de aman çocuğum sinema okusun... Öyle bir şeyler olmadı... Şu gördüğün her şeyi ben sanat üretimimden kazandım. Aslında Erzincan, benim İstanbul'a geldiğim ilk zamanlardaki gibi. Doğuya gitmek benim için her zaman verimli oldu. Pratiğimde de uzun yıllardır bunu gösteriyorum."
GEZİ'DE NİYE KİMSE KANDIRILMIŞ OLABİLECEĞİNİ DÜŞÜNMÜYOR?
"Osman Kavala'ın eşi bile Gezi Parkı'nda bir yerden sonra 'Osman da artık evinize dönün bu işin sonu kötü olacak demeye başladı' dedi. Ben de kısa bir süre sonra bir TV programında Gezi Parkı'nda çadırları yakan polisin, 15 Temmuz'da bir tankın içinde yakalandığını söyledim. Yine üzerime geldiler. Bunları konuşamayacaksak nasıl akıl toplumu olacağız. 'Mustafa Kemal'in askerleriyiz' deyip, her öküzün altında buzağı arayanlar, hiç kandırılmış olabileceklerini düşünemiyor mu?"
ÇİFTLİK EVİ MİMARİ ÖDÜLLER ALDI
Dedesi Mehmet Ali Bey'in 1888 yılında Erzincan Ovası'nda kurduğu Mehmet Ali Bey Palangası'nı 2016 yılında yeniden aktif hale getiren sanatçı Kutluğ Ataman, Palanga'daki evinin mimari tasarımı ile ödüller alırken tarım ve çiftçilik faaliyetleri ile hem yurt içinde hem yurt dışında dikkat çekiyor. Palanga mimari ve sanat projesine Türkiye'nin ve dünyanın önemli mimarları katılıyor. Hasan Çalışlar, Han Tümertekin, Emre Arolat, Nevzat Sayın ve daha birçok usta ve genç mimarla Türkiye'ye mimari bir koleksiyon bırakmak üzere çalışıyor.