Türkiye'nin 1933'te Nazilerin zulmü altındaki bilim insanlarına nasıl kucak açtığı bilinir ya da 2. Dünya Savaşı sırasında Avrupa'da görev yapan Türk diplomatlarının nüfuzlarını kullanarak onlarca Yahudi'yi soykırımdan kurtarmasının hikayesi de... Peki, ırkçılığın yarı devlet politikası olduğu 1930'ların ve 1940'ların Amerikası'nda, Türkiye'nin Washington Büyükelçisi Münir Ertegün'ün siyahi müzisyenlere nasıl sahip çıktığı biliniyor mu?
Tarihin üzerini örttüğü ama Türkiye'nin her şeye rağmen mağdur olanın yanında nasıl durduğunu gösteren önemli olaylardan biridir bu. Amerika'da yasak olduğu için siyahilerin restoranlara giremediği, otobüslerde ancak arka sırada oturmak zorunda kaldıkları zamanlar... Böyle zamanlarda Türkiye'nin Washington Büyükelçisi Münir Ertegün, büyükelçilik binasının kapılarını siyahi caz müzisyenlere konser vermeleri için sonuna kadar açıyor. Siyahi ve beyaz müzisyenler, ayrımcılığın, ırkçılığın keskin olduğu bu dönemde Türk Büyükelciliği'nde birlikte konserler veriyor. Kimler yok ki bu müzisyenler arasında Duke Ellington, Joe Marsala, Henry Allen, Adele Girard, Zutty Singleton, Max Kaminsky, Tommy Potter gibi sonraki yıllarda caz müziğinin seyrini değiştirecek isimler... Bu konserleri organize etme görevi de caz tutkunu olan, Münir Ertegün'ün oğulları Ahmet ve Nesuhi Ertegün kardeşlere düşüyor...
Yıllar sonra Türkiye'nin Washington Büyükelçiliği'nin tekrar benzer konserlere ev sahipliği yapmasıyla hatırlandı bu olay. Birçoğumuz da bu hikayeyi belki ilk defa duyduk. Ama o hikaye orada kalmayacak. Ara Güler: İstanbul'un Gözü belgeseli ile tanıdığımız Ümran Safter ile Ben Ömer ve Uzun Yolculuk belgeselleri ile tanınan Mesut Gengeç, Cazın Sultanları adıyla bu olayın belgeselini çekiyor. Böylece Türklerin müziğin evrensel özelliğini kullanarak ABD'deki ırkçılıkla nasıl mücadele ettiklerini bütün dünya öğrenecek.
Mehmet Münir Ertegün 1934'te Türkiye'nin ABD'deki ikinci büyükelçisi olarak karısı ve oğulları Ahmet ve Nesuhi ile Washington'da göreve başlar. Irkçılık yarı devlet politikasıdır. Beyazların siyahilere uyguladıkları ayrımcılığın haddi hesabı yoktur. Müziğe meraklı olan iki kardeşse caz tutkunudur. Ve Washington da caz müziğin kalelerinden biridir. Açık kapı diplomasisi sayesinde Türkiye'nin Washington Büyükelçiliği'nde caz konserleri düzenlenmeye başlanır. Siyahi müzisyenler beyaz müzisyenlerle bir araya gelirler. Büyük yankı bulur bu konserler. Destekleyenler olduğu gibi kimi politikacılar da sert eleştirilerde bulunur. Ümran Safter "O dönem siyahilerle beyazların bir araya gelmesinin mümkün değildi. Bu konserler bunun için büyük bir olay haline geliyor. Fakat kimi Güneyli senatörler Münir Ertegün'e mektup yazarak 'Nasıl böyle bir şey yapabilirsiniz?' diye sert tepki gösteriyor. Münir Bey de onlara 'Biz kim olursa olsun misafirlerimizi hep ön kapıdan alırız. Buyurun siz de misafirimiz olun sizi de ön kapımızdan içeri buyur edelim" diyerek bu ırkçı eleştirileri savuşturuyor" diyor.
BİZ BUNU KABUL ETMEDİK
Aslında Ahmet Ertegün anılarında bu olaya değiniyor ve neden bu konserleri düzenlediklerini de çok yalın bir şekilde anlatıyor: "Washington'da çok siyahi arkadaşımız vardı. Onlarla asla sinemaya, tiyatroya, restorana gidemezdik. Dışarı birlikte çıkmak bile neredeyse imkansızdı. Öyle ki ülkenin en dahi müzisyenlerinden Duke Ellington'ı bir kez bile yemeğe çıkaramadım. Ortam öyleydi ve biz bunu kabul etmedik." Yine Nesuhi Ertegün verdiği bir söyleşide "O dönem Washingon'daki ayrımcılığın boyutunu hayal bile edemezsiniz. Çoğu yerde siyahiler ve beyazlar birlikte oturamıyordu. O yüzden biz de konserler düzenledik... Caz, bizim sosyal eylem silahımızdı" demişti.
BÜYÜKELÇİLİĞİN SINIRLARINI AŞTI
Büyükelçilik rezidansında düzenlenen yemekli konserler zamanla büyükelçilik binasının dışına taşıyor. Ahmet ve Nesuhi Ertegün kardeşler 1943'te Washington'daki Yahuhi Toplum Merkezi'nde siyahi ve beyaz caz müzisyenlerinin bir araya geldiği bir konser düzenliyor. Basının konserlere ilgisi artıyor. Bu konser sonrası çıkan bir yazıda çarpıcı bir tespit yer alır: "Ayrımcılık nedeniyle bölünmüş görüntüsü veren Washington'da iki Türk ve Müslüman kardeş, siyahi ve beyaz Hiristiyanları, Yahudilerin konser salonunda bir araya getiriyor."
Yine Washington Post gazetesinde çıkan bir yazıda "Genç Ertegünler tipik Avrupa ve Amerikan bakış açısından, ilginç bir biçimde farklı olarak Jelly Roll Morton, Louis Armstrong, Duke Ellington'ın ve ayrımcılığa maruz kalanların müziğine ilgi gösteriyor" yazacaktır.
BU KONSERLER MÜZİK TARİHİNİ ETKİLEDİ
O yıllarda diplomat Münir Ertegün'ün böylesi bir politika üretmesi tesadüfi mi? Ümran Safter "Türkiye, hep açık kapı politikası uygulayan ve mağdur olanın yanında olan bir ülke. 1930'larda Nazilerden kaçan Alman bilim insanlarına kucak açılmış. Yine 2. Dünya Savaşı sırasında birçok Yahudi'ye pasaport verilerek Türkiye'ye gelmeleri sağlanmış. 1980'lerde Irak-İran savaşı sırasında Tahran'da mahsur kalan Japonlar kurtarılmış. Şimdilerde malum savaş mağduru milyonlarca Suriyelilere kucak açtık. Aslında Ertegün'lerin yaptığı da cumhuriyet tarihi boyunca uygulanan bu açık kapı diplomasi politikasının bir parçası. Ama pek bilinmiyor. Biz hem bu konuyu belgeselimizle uluslararası alanda bilinir hale getirmek istiyoruz hem de Ertegün kardeşlerin ABD'de müziğin tarihine yaptığı katkıyı anlatmak istiyoruz" diyerek bu politikanın tesadüfi olmadığını anlatıyor.
Ümran Safter, "Ertegün kardeşler 1947'de kurduğu Atlantic Records'ta, Amerika'da müzik tarihini değiştiren sanatçılarla çalıştı. Siyahi müzisyenlerin onlarla çalışmasının arkasında da işte bu büyükelçiliğimizde düzenlenen konserler vardı" diyerek aslında bu konserlerin müzik tarihine dolaylı da olsa etkisini dile getiriyor. Safter "İlerleyen yıllarda müzik tarihine damgasını vuracak birçok siyahi müzisyen bir tür kadirşinaslık, bir tür minnettarlıkla Ertegün kardeşlerle çalıştı. Dolayısıyla aslında Atlantic Records'un bu kadar önemli olmasının sebebi de yine bu konserler. Zaten Washington'daki büyükelçiliğimizde verilen konserlerin özellikle müzik tarihçileri ve siyahi müzisyenler arasında çok iyi bilinmesi de bu yüzden" diyor.
SONUNDA BİRİ BU OLAYLA İLGİLİ BİR ŞEY YAPIYOR, BU MUHTEŞEM!
Belgeselin diğer yönetmeni Mesut Gengeç uzun bir arşiv taraması yaptıklarını, birçok bilgi ve fotoğrafa ulaştıklarını söylüyor. Gengeç "Bu olayla ilgili kitaplar yayımlanmış, birçok fotoğraf var elimizde. İnsanlarla görüşmek için iletişime geçtiğimiz zaman çok yardımcı oluyorlar. Öneriler getiriyorlar. Amerika'da müzik tarihi konusunda uzman kimi isimler bu konserlerin ne kadar önemli olduğunu anlattı bize. Biri 'Sonunda biri bununla ilgili bir şey yapıyor, bu gerçekten muhteşem' dedi" diyor. Gengeç belgeseli İngilizce çektiklerini ve uluslararası festivallerde göstermek istediklerini de belirtiyor. İki bağımsız belgeselcinin güçlerini birleştirerek Türkiye ve müzik tarihi açısından önemli bir olayın peşine düşmesi takdire şayan. Peki hedefledikleri filmi çekerken zorluklar yaşamıyorlar mı? Gengeç "Kimi ekonomik sıkıntıların üstesinden gelmeye çalışıyoruz. Desteğe açığız. Ama her şeye rağmen bu filmi çekeceğiz çünkü bu olayı dünya da bilmeli" diyor.
AFRO-AMERİKAN MÜZİĞİN TANINMASINA KATKIM OLDUYSA...
Ahmet Ertegün müzik dünyasının önemli bir ismiydi, 2006'da yaşamını yitirdiğinde onun müziğe, özellikle caza olan katkısıyla ilgili çok şey yazıldı, söylendi. Ama Ertegün ölmeden önce "Bütün popüler müziğin kökeni siyahilerin müziğinden, caz ve rock n roll'den gelir. Eğer Afro-Amerikan müziğin tanınması ve itibarının yükselmesinde insanlar benim ufak da olsa bir katkım olduğunu söylüyorsa bundan çok mutlu oluyorum" demiş ve müziğe olan katkısından dolayı onunla ilgili kurulan gurur verici sözlere daha öncesinden mütevazi bir şekilde teşekkür etmişti.