Ruha, ötelerin ötesine ait olan bir hissiyatı, bu dünyanın lisanına çevirip kaleme almak meşakkatli iş. Hele iş bir farzın, bir ibadetin gönülde, ruhta meydana getirdiği dünyevi olmayan halleri anlatmaya çalışmaksa... İşte, insanlığımızın, varoluşumuzun temelini kavratan, zamanın ve mekanın sıfırlandığı, dünyevi payelerin bir kenara atılıp herkesin insan olmakta, kul olmakta birleştiği Hac ibadeti; gönül ve kalem erbabının her zaman ilgisini çekmiş Müslüman ve Türk coğrafyasında... Hacda hem zahiren hem batınen yaşananlar şiirden nesre bir edebiyat külliyatı oluşturmuş. Yunus Emre'ler, Mevlana'lar, Fuzuli'ler, Cem Sultanlar ve niceleri ve dahi yakın dönemden Necip Fazıl'lar haccın ruhtaki tesirini kaleme almışlar.
Prof. Dr. Şair Nurullah Genç Osmanlı Türk coğrafyasında şekillenen hac edebiyatını şöyle anlatıyor: "Hac yüzyıllar boyunca edebiyatımızda önemli eserlerin vücuda getirilmesine sebep olan ve fakat kaynaşma ve meselelerini birlikte çözümleme yolunda bugün Müslümanlarca kadri kıymetinin tam idrak edilemediğine inandığım çok önemli ve tesir gücü yüksek bir ibadettir. Kâbe, hac, kurban kavramları edebi eserlerde ve özellikle de şiirimizde sık sık karşımıza çıkar. Özellikle divan şiirimizde bu kavramlar birer mazmun (kavram) olarak büyük bir başarıyla kullanılırlar."
ŞAİR SULTANLARIN HACCI
Haccın edebiyata yansıma şekilleri farklı olmuş. Görünenle görünmeyeni, sezilenle sezilmeyeni ayrı ayrı anlatmış haccı yazanlar. Nurullah Genç haccın edebiyata yansıma biçimlerine şu sözleriyle açıklık getiriyor: "Hac ibadeti ile ilgili olarak hac yolu üzerindeki menzilleri anlatan eserler 'menazil-i hac' (hac menzilleri) adıyla kaleme alınmışlardır. Haccın rükünlerini anlatan eserler 'menâsık-i hac', Kâbe hakkında yazılanlar ise Kâbenâme isimleriyle sonraki nesillere aktarılmışlardır. Divan şiirinde Kâbe, hac, bayram ve kurban ile ilgili kelime ve kavramlar sıklıkla kullanılmıştır."
Peki, hangi isimler hac edebiyatına damga vurmuştur tarihimizde? Genç anlatıyor: "Halvetiyye Tarikatı'nın Şemsiyye kolunun kurucusu olan Şemseddin Sivasî'nin torunu Sûz-i Savisî kurban ve bayramla ilgili şu ünlü beyti yazmıştır mesela: Ağyâr bize baîd olur dost visâli hem ıyd olur / Her ıydimiz saîd olur cândır ana kurbânımız (Dost olmayan bize uzak olur, dosta sahip olmak ise bayram olur / Her bayramımız mübarek olsun sevgili cemaat).
VARLIĞI TERK ETMEK
Mevlânâ ve Yunus Emre'ye ilaveten bahsettiğim kavramlara ithafta bulunan şairlerden bazılarını, Taşlıcalı Yahya, Necati Bey, Nabi, Cem sultan; Fuzulî, Niyazî Mısrî, Alvarlı Efe olarak sayabiliriz. Fuzulî'nin aşağıdaki beyti de oldukça meşhurdur: Yılda bir kurban keserler halkı âlem ıyd içün / Dem-be-dem saat-be-saat men senün kurbânınam (Dünya halkı yılda bir kez bayram için kurban keser / Ben senin için her an, her dakika kurban oluyorum)."
Nurullah Genç ilginç bir noktaya da dikkat çekiyor. Çoğu şair olan Osmanlı sultanlarının değindikleri hac temasına: "Osmanlı sultanlarının hacca gidemediklerini biliyoruz. Şehzadelerden ise sadece Cem Sultan gidebilmiştir. Hacca gidemedikleri halde sultan şairlerin pek çoğu şiirlerinde hac, kabe, tavaf kelimelerine yer vermişlerdir. Bunlardan bazıları Kanuni, Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim olarak sayılabilir. Muhibbi mahlasını kullanan Kanuni'nin şu beyti de meşhurdur: Giydüm ihrâmı harîm-i kûyına vardum bugün/ Terk idüp varlık libâsın külli 'uryân olmışam (İhramı giydim kutsal köye vardım bugün / Varlığı terk edip süt gibi tertemiz oldum)."
SİBEL ERASLAN(Gazeteci-Yazar)
Hac dünyanın en güzel yürüyüşü
Ömrümün bütün yollarını meğer Beytullah'a varmak için yürümüşüm. Kabe'nin dört tarafına gelip dayanıyor dünyanın bütün yürünmüş yolları. Sonra; yedi denizlerden, yetmiş bin dağlardan gelen hacılar, semada birer küçük yıldız gibi dizilerek, ahenkli tekbir uğultularıyla dönmeye, tavaf etmeye başlıyorlar. Kutsal olduğu kadar, asal ve asli, madde ile mananın iç içe geçiştiği temel koordinat mıntıkası...
İlkin Medine'ye vardığımızda, Ravza'nın kapısının önünde açılmasını beklerken geçirdiğim kelebek dakikalarını hiç unutamam. Aman Ya Rabbi, birazdan Sevgili Peygamberimizin yanına mı gidecektim, içimden yapmam gereken tüm ritüelleri tekrar ediyor, her seferinde heyecandan unutuyor, sonra da ağlamaya başlıyordum. Kapı açılınca tüm hanımlar hızla koşmaya başlamışlardı, ne olduğunu bilmeden onlara katılmıştım, sonra yüksek bir yer gördüm hemen oraya çıkıp namaza durdum, ama kimse oraya ilişmiyor, ileri gidiyordu, selamdan sonra baktım ki yeşil renkli halılar yani Ravzatül Mutahhara biraz daha ileride. Oraya vardıktan sonra öğrendim ki yüksek kısım Ashab-ı Suffe'nin namaz kıldığı kısım imiş, ilim talebesi oldukları için durdukları yer yüksekte bırakılmış... Sevgili Efendimize (s.a.v.) kavuşunca, insan bir daha hiç bir yeri sevmem zannediyor. Ben içimden diyordum ki; "eyvah, galiba Kabe'yi bu kadar sevemem ben" şeklinde hayıflanıyordum.
Mekke-i Şerif'e vasıl olduk. Arkadaşlarımız gözlerimizi kapatmamızı söyledi. Gözler yumulu, yavaş yavaş, düşe kalka Harem-i Şerif'e girdik. Gözlerimi açtığımda, bütün ruhumu kaplayan görkemiyle karşımdaydı Beytullah.
PROF. DR. SOSYOLOG ÜMİT MERİÇ
Varken yok, yokken var oluyorsunuz
"Hac, insanın tarihte ve coğrafyada en uzak ufuklara taşındıktan sonra, zamanı ve mekanı sıfırlaması demek. Kabe, insanoğlunun yeryüzündeki varoluşundan başlayarak, bugüne gelene kadar, beşer tarihi için en önemli, belki de tek önemli, sıfır noktası. Hz. Adem'le, Hz. Havva'nın buluştukları ilk döl yatağımız. Kabe, cennet sonrasında, Allah'a 'Allah' dediğimiz ilk mübarek mekan. Orada, ilk babamızla aynı mekanda olmanın getirdiği bir zaman sıfırlaması yaşıyorsunuz. Ben Kabe'de, bin yılların çarkını geri çevirdim ve Hz. Adem'in, Kabe'yi benim için, bizler için inşa etmiş olan ilk babamızın ellerini öptüm. Kabe tavafında, varken yok oluyorsunuz, yokken var oluyorsunuz.
Dünyaya niye geldiğinizi, niye geldiğimizi anlıyoruz. Kabe'ye bakarken sinir uçlarımın kaynak yerleri sızlıyor. Ümmet-i icabet olmanın şerefini ipek-kadifeden bir kaftan gibi omuzlarımda taşıyorum. Yörük değirmenler dönüyor, dönüyorum. Ben hep burada değil miydim? Tavaftan ne zaman ayrıldım, ayrıldım mı? Hacer annem burada değil miydi şimdi? Küçük İsmail neden ağlıyordu? Hatim'de 70 peygamber, mukaddes kitapların sayfalarından çıkıp aramıza katılmadılar mı? Hacda, benim için, tarih harekete geçti ve geçmiş zaman, şimdiki an oldu. Efendimiz'in nefesi Kabe'nin anaforunda bir nesim-i nevbahar olmuş dolaşıyordu. Burun kanatlarımı açıyordum... Ah yüreğim, ah ciğerlerim... Birer kıta kadar büyüseler, o buğuyu içime çeksem ve bir daha bırakmasam. Bu nefes, aldığım ama vermeyeceğim son nefes olsa. Ya Resulullah, Sen oradaydın, Hacerü'l Esved'in köşesindeydin..."
PROF. DR. NURULLAH GENÇ (Şair)
Yakın dönemin Hac Varken yok, yokken var oluyorsunuz dünyanın en güzel yürüyüşü en önemli hac eseri Necip Fazıl'a ait
"Bize ulaşmış ve üzerlerinde çalışma yapılmış önemli seyahatnameler vardir. Evliya Çelebi'nin seyahatnamesinin 9. cildi olan Hac Seyahatnamesi, Ahmed Fakîh'in Kitâbu Evsâfı Mesâcidi'ş-Şerîfe'si, Fevrî'nin Risâle-i Mekkiyye'si, Sulhî'nin Manzum Hac Menazilnamesi, Cûdî'nin Manzum Hac Seyahatnamesi, Nâbi'nin Tuhfetul Harameyn'i yanında Abdurrahman Hibri, Abdulkadir (Kadri), İbrahim Hanif ve Mehmet Edip'in eserleri de sayılabilir. Cudi Mahlaslı şairin hac konaklarını ve yolculuğunu anlattığı Merahilü Mekke mine'ş-Şam adlı eserin eldeki manzumelerin en edebisi olduğu ifade edilebilir. Yakın dönem edebiyatında da elbette hac, kurban ve Kâbe ile ilgili pek çok atıfa, yazıya ve şiire rastlanabilir. Bunlar için ayrı ve uzunca bir çalışma yapmak gerekir. Ancak bu yazıda anılması vefa gereği olan üstat Necip Fazıl Kısakürek'e ait Hac isimli eserdir. Vize dahil bin bir zorlukla gidip döndüğü seyahatten sonra okuyucuyla buluşan Hac isimle eser bazı önemli tespitler açısından bir hayli önemlidir.
Necip Fazıl'ın, 'Ve Beytullah'ın içini hayal ediyorum: Şimdi ben onun içinde olsam ne yapardım? Nasıl ayakta durabilir, gözlerimi hangi noktaya dikebilirdim? O 'Beytullah' ki, Allahın Sevgilisi, içine ancak dört kere girmiş, gözlerini yerden ayırmamış ve namazını her noktası Kıble olan bu dörtköşe içinde kılmıştır. Kimbilir ne namaz! Ve o Beytullah ki İmam-ı Âzam Hazretleri, içinde namazını bütün bir hatimle edâ etmiştir' dediği bu önemli eseri not etmek gerekir."?
PROF. DR. CİHAN OKUYUCU (Yıldız Teknik Üniversitesi Türk Dili Bölümü eski başkanı)
Resulullah'ın kokusu
"Size bir hac hatırası nakledeyim. 2016 yılında rahmet- i Rahmana tevdi ettiğimiz, ülkemizdeki birçok hocanın hocası olan büyük alim Ahmet Muhtar Büyükçınar'dan. Hatırayı, bu zatın son baskısı tarafımızdan hazırlanan Hayatım İbret Aynası isimli hatıratından özetleyerek alıyorum. Haseki Eğitim Merkezi'nde çalışan Büyükçınar Hoca, evlenmelerine aracı olduğu bir aileden hediye olarak bir hac bileti alır. Çok sevinir ama sevinci çok sürmez, çünkü resmî görevli oluşu sebebiyle, pasaport almak için hastalık raporu alması gerekmektedir. "Temeli yalana dayanan ibadet kabul olunur mu?" der ve o kadar istediği halde hacca gitmekten vazgeçer. Ama çok geçmeden bu doğruluğun mükafatı onu bulur. Bir gün okul müdürü Mahmud Özakkaş ona umre müjdesi verir. Diyanet İşleri Başkanlığı bütün hoca ve kursiyerleri umre ziyaretine gönderme kararı almıştır. Bundan sonrasını kendi ağzından dinleyelim: "Burada Rabbimin nimetine şükretmek maksadıyla, umreye çıkmadan üç gün önce gördüğüm bir rüyayı anlatmadan geçemeyeceğim: Rüyamda Hz. Muhammed (s.a.v.)'le kucaklaşıyorum. Giydiği ince elbisenin üzerinden mübarek vücuduna sarılmışım. Sırtının kemiklerini hisseder gibi oluyorum. Ondan, miskten ve halis gülyağından daha güzel bir koku alıyorum. O haldeyken uyandım. Sanki onun nuru gönlümü aydınlatıyordu.
Rüyamı kimseye söylemeden okula gittim. Müdür Bey umre müjdesini verince, ona rüyamı anlatacaktım. Ama yapamadım. Medine'ye varıncaya kadar da mübarek koku benden ayrılmadı. Ravzaı Mutahhara'ya girerken koku gider gibi oldu. Fakat kabr-i şerifinin yanına varıp kendisine rabıta edince (ona konsantre olunca), aynı kokuyu tekrar aldım. Ne yazık ki, bir hafta daha beni mest ettikten sonra, Medine'den ayrılmadan bir gün önce, o güzel koku benden ayrıldı. Ancak hafızamda hayali, hatırası hâlâ o kadar canlı ki!"