Özcan Köknel, neredeyse hayatının 70 yılını toplumun ruh sağlığına adamış, ruhun ve aklın labirentlerinde sayısız tahkikatlar yapmış, nice dertlere derman olmuş, nice öğrenciler yetiştirmiş bir psikiyatr. 91 yaşındaki profesör, Türkiye'de kendi alanının yaşayan en önemli ve duayen isimlerinden.
Geçtiğimiz hafta öğrencilerinin "Hocaların Hocası" namıyla andığı Köknel'in hayat hikayesini ve toplumsal sorunlara ilişkin yorumlarını içeren Bilgenin Aynası adlı bir kitap yayımlandı. Sağlık haberleri alanında pek çok mesleki ödülü bulunan, gazeteci Mert İnan hazırladı kitabı...
23 Mart 1928'de öğretmen bir annebabanın çocuğu olarak dünyaya gelen Köknel'in adını, şair Can Yücel'in babası, dönemin Milli Eğitim Müfettişi Hasan Ali Yücel koymuş. Aile dostları alan Yücel, "Benim oğlumun adı Can, sizin oğlunuzun adı Özcan olsun" demiş. Baise ve Osman Köknel çifti seve seve kabul etmişler dostlarının teklifini.
Tek çocuk olarak büyüyen Özcan Köknel, sonraları öğretmenlikten banka memurluğuna geçen ailesiyle birlikte Tokat, Gaziantep ve Adapazarı'nda yaşamış. Ta ki, lise için İstanbul'a gelene kadar. Haliyle Köknel'in çocukluğuna ilişkin ilk anılar da Tokat, Zile'den: "Ailem ben, doğduktan sonra öğretmenlik yaparken çocuk yetiştirmenin zor olacağına kanaat getiriyor. Karşılıklı uzun müzakerelerin ardından hem annem, hem babam banka memurluğuna geçiş yapmaya karar veriyor. İş Bankası'nın memur alımına yaptıkları başvuru kabul edilince ilk görev yerleri Zile oluyor. Hatırladığım ilk anılarım Zile'ye ait görüntüler. Karanlık sokaklardan her geçişimde hissettiğim korkuları anımsıyorum. Zile, dünyayı kavramaya başladığım ilk yerdi. 1930'ların başında gördüğüm bazı kareler beni korkutuyordu. Tek katlı kerpiç evlerin damlarındaki, kesildikten sonra kurutulmak için asılan hayvanları gördükçe endişelenirdim. Kapkaranlık bir ilçeydi o yıllarda Zile ve karanlık sokaklarda yürüdüğümüz o anlar ilk gün gibi hafızamda. İlçede, evlerine misafir olduğumuz, iletişim kurabildiğimiz yegâne insanlar hükümet tabibi Mazhar Atalay ve ailesiydi. Aslında Mazhar amcayı gördüğüm ilk anda doktor olmaya karar verdiğimi anlıyorum. Zile'de yaşadığımız yıllarda, kurduğum oyunlarda, sürekli olarak bez bebeklere iğne yapıyor, bebekleri kesip dikiyordum. Zile'deki tek arkadaşım ise hükümet tabibinin oğlu Aytekin idi. Bir araya geldiğimizde yalnızlığı paylaşan iki mutlu çocuğa dönüşüyorduk."
Köknel'in psikoloji biliminde karar kılmasında etkili olan bir anısı ise liseden: "Psikoloji dersimize yeni mezun, çok genç bir hoca olan Asım Us giriyordu. Bizler on altı-on yedi, hoca da yirmi üç-yirmi dört yaşındaydı. Akran sayılırdık. Hocanın gençliğinden faydalanıp dersi kaynatmaya çalışıyorduk. Nihayet bir derste 'Yeter artık!' diye bir ses duvarlarda yankılandı. Asım Hoca 'Burayı kahvehaneye benzettiniz' diyerek kapıyı vurup sınıftan çıktı. Bu kez sınıfın muzır öğrencileri tahtaya 'Asım'ın kahvehanesi. Çay 25, gazoz 30 kuruş' yazdılar. Hoca, 10-15 beş dakika sonra sınıfa yeniden girince, 'hepimizi disipline verecek' diye düşünüyordum. Ancak Asım Hoca, hiç de beklenmedik bir tavır sergiledi. Tebessüm ederek, 'Madem kahvehane açmışım, getirin bir kahve de hep beraber içelim' diyerek herkesi şaşırtmıştı. Bu hadiseden sonra bir insanın gençlerin duygularını anlamak ve onlarla iletişim kurmak için bağırıp çağırmasına, öfkelenmesine gerek olmadığını anladım. Doğru olanın, her yaşa ve çağa uygun bir tutum sergilemek olduğunu kavramıştım."
Buraya kadar anlattıklarımız yıllarca İstanbul Üniversitesi Psikiyatri Bölümü Ana Bilim Dalı Başkanlığı yapan, yurt dışında pek çok önemli üniversitede çalışan, pek çok kitap ve makaleye imza azan, öğreniciler yetiştiren, ruhlara şifa dağıtan bir 'ruh ustası'nın sadece hayatının küçük kesitleri. Ama biz kendisiyle asıl olarak ruh sağlımıza ilişkin önemli gözlemlerini ve önerilerini konuştuk... Köknel'in bizimle paylaştığı her bir gözlem ve tespitin altın değerinde olduğunu bilerek, uzun bir söyleşiden süzebildiklerimizi paylaşıyoruz.
TÜRKİYE'DE BEŞ AİLE TİPİ VAR
Türkiye'de 'bilgili, ilgili', 'ataerkil, erkek egemen', 'çelişkili', 'ilgisiz', 'dışlayan' olmak üzere beş aile tipi var. Toplumun çoğunluğunu 'ataerkil erkek egemen' model oluşturuyor. Doğru olan sağlıklı tek model ise bilgili, ilgili aile yapısı. Bu tip ailede çocuk ve gencin kimliğine, kişiliğine değer verilir. Çocuğun yaş dilimi, zekâ düzeyi, becerisi, yeti ve yeteneğine göre ilgi gösterilir, iletişim kurulur ve çocuğun duyguları, düşünceleri, sorunları anlayışla dinlenerek çözüm aranır. Belirli sınırlar içinde çocuğun özgür ve özerk davranmasına, sorumluluk yüklenmesine olanak tanınır. Başarılar ödüllendirilir. Başarısız ve sorumsuz davranışların da nedenleri anlatılarak fiziksel olmayan cezalar verilir. En olumsuz model ise ataerkil erkek egemen, sert aile tipidir. Bu aileler çocuğun ve gencin kimliğine, kişiliğine değer vermez. Dayak dahil her türlü ceza yöntemini kullanır. Gevşek ailelerde, çocuktaki değerler sisteminin gelişmesi engellenir veya sekteye uğrar. Çocuğun ve gencin olabildiğince özgür ve özerk davranış olanağına sahip olmasına karşın sorumluluk alması söz konusu olmaz. Tutarsız ailede çocuk ve gençler değer çatışması yaşar. Dışlayan veya ihmal eden ailelerde ise çocuğun kimliğine, kişiliğine değer verilmediği gibi çocuklar, anne ve babaları tarafından kendi uzantıları olarak kabul edilir. Genel olarak bilgili ve ilgili aile tipi dışında, diğer aile modellerinde yetişen çocukların değerler sisteminde, toplumsal yaşamında sorunlar ortaya çıkar."
RUH SAĞLIĞI TEDAVİSİNDE BATI'NIN HEP ÖNÜNDE OLDUK
İlk kez 1206'da Kayseri'de açılan Kevser Nesibe Tıp Fakültesi dünyaya örnek oldu. Osmanlı'da şifahaneler vardı. Edirne'deki akıl hastanesi tarihsel süreçte çok önemli. Çok önceleri Bergama'daki hastane, tıbbın modern görünümünü yansıtır. Hem bitkilerle, hem bedensel, hem ruhsal tedavilerin yanında grup terapileri, oyunlarla tedaviler uygulanıyordu. Akıl hastalıkları konusunda, Batılılar dahil hiçbir yerde Anadolu'daki gibi iyi bir tedavi uygulanmadı. Daha da öncesine gidersek ilginç yaklaşımlar var. Milattan önceki çağlarda insana bakış, şu andaki bakışa daha yakın çünkü o zamanlarda Hipokrat psikolojik hastalıkların bedenle bir ilişkisi olduğu görüşündeydi. Orta Çağda Fahrettin Razi ve İbn-i Sina isimlerini görüyoruz. Razi'nin üç ruh teorisi var. Hayvansal ruh, insani ruh ve bitkisel ruh kavramlarını ortaya atıyor. İlk saha filozofları da dört temel madde söylüyor. Toprak, su, hava ateş. İlk Çağ filozoflarının gördüğü, doğanın ve insanın temeli olan maddeler bilimle gittikçe açıldı. Selçuklu ve Osmanlı'da akıl hastalarına şefkatle yaklaşılıyordu."
Özcan Köknel, hayat arkadaşı Ülkü Hanım'la birlikte...
HASTAMDAN DAYAK YEDİĞİM DE OLDU!
"Doçent olduğum dönem Çapa'da ilginç bir vaka ile karşılaştım. Vatandaşın biri valiliğe, 'Başbakan beni tehdit ediyor, bana kötülük yapacak, beynimde hastalık oluşturuyor, Başbakan'ı engelleyin' şeklinde bir şikâyet dilekçesi yazmış. Hastayı bana getirdiklerinde, sürekli olarak 'Başbakan beynime zarar veriyor' hezeyanlarını tekrarlıyordu. Tetkiklerden sonra yatarak tedavi olması gerektiğine karar verdik. Ancak hastayı yatarak tedaviye ikna edemiyorduk. Neyse ki kendisi beyin elektrosu istedi. Bunu fırsat bilerek, 'Beyin elektrosu istemişsiniz, buyurun yukarı çıkalım elektronuzu çekelim' dedik. Yatan hastaların olduğu bölüme çıkar çıkmaz durumu anlayan hasta, 'Beni aldattın, sen de bana zarar vereceksin' diye bağırıp yüzüme doğru yumruk salladı. Neyse ki kattaki görevliler hastaya hemen müdahale ettiler. Aslında hezeyanlı hastalarla aramızda birkaç adımlık mesafe bırakırdık ama o gün dalgınlığıma denk gelmiş olmalı, yan yana yürüyorduk. Yumruk yüzümü sıyırmıştı. Bu olaydan kısa bir süre sonra yatarak tedavi gören bir kadın hastayı tetkik etmek için yanına gittim. Merhaba dediğim sırada kadının karnıma tekme atması bir oldu. O kadar çok vaka ve hasta görüyordum ki, bir süre sonra en psikopatların bile davranış modelini, ne zaman ne söyleyeceklerini ezberlemiştim."
Bilgenin Aynası kitabını, başarıları pek çok mesleki ödülle tescillenen gazeteci Mert İnan hazırladı.
HÜZNE SARILARAK TESELLİ ARIYORUZ
"Melankoliye yatkın bir toplumuz ve bir yanımız arabesk kültürden besleniyor. Toplumun büyük çoğunluğunun tasarım gücü yok. Tasarım gücünüz olmadığında, kendinizi dış dünyaya daha bilgili, görgülü gösterme çabası içine girersiniz. Geçmişe ve eskiye öykünme halinin altında tasarım gücünün olmaması yatar. Sürekli eskiyi öven bir kişi, aslında içinde bulunduğu zaman dilimine ait bilgisizliğini örtmeye çalışıyordur. Böylelikle, kendince 'şan ve şöhretini' kurtarırken, konulardan uzak olmadığını, bilgisi olduğunu gösterme gayretindedir. Acıdan beslenen veya keyif alan bir yönümüz var. Çözüm bulamadığımız ve sorunları aşamadığımız, kendimize yetemediğimiz zamanlarda hüzne sarılarak teselli arıyoruz. Kendini acındırmayı seven bir toplumuz."
Özcan Köknel. 1960'lar...
27 MAYIS DARBESİNDE SORGULANDIM
"Darbeler Türk toplumunu ergen bir ruh halinde bıraktı. İnsanların kendi ayakları üstünde durabilme güveninin zedeledi. Darbelerin Türkiye'ye olumsuz mirası gelecek kaygısı oldu. Düşünün ki toplum, demokrasiyle birilerini iktidara getiriyor ama başka bir erk 'sen doğru karar veremedin, veremezsin' diyerek onun talebini ve seçimini yok sayıyor. Türkiye her darbede çok şey kaybetti. 27 Mayıs 1960 darbesinde ben de sorgulandım... Bizzat yaşadım bu olumsuzlukları. Ben hayatımda ilk okuyum Demokrat Parti'ye verdim... Darbe demek toplumu ekonomik ve ruhsal olarak da geriye götürmek demek. Belirsizlik demek. Belirsizlik ise insan ruhuna en çok zarar veren şeydir. Kısacası darbeler, kendine ve yaşadığı topluma güvenmeyen bireyler yaratmayı amaçladı."