Gazetecilik her yönüyle heyecan verici bir meslek... Yeni insanlar tanımanız, yeni yerler görmeniz, başkaları adına merak edip soru sormanız... Ama mesleğin en güzel tarafı da insanların size güvenip evlerinin kapılarını açması. Aile yaşamlarına ortak etmesi... İşte böyle durumlarda insanı saygıyla karışık bir mahcubiyet sarıyor. Mesele aile olunca iş başka çünkü... Sorduğunuz sorular incitmemeli, misafir olduğunuz evde sohbetin samimiyet dozu yükseldikçe neyi yazıp yazmayacağınız da kendi meslek anlayışınıza göre ince bir süzgeçten geçmeli... İşte Türkiye'nin adını dünyaya duyuran klarnet sanatçılarından Serkan Çağrı ve ailesi bize kapılarını açınca hem röportaj sırasında, hem bu satırları yazarken bunlar geçti aklımızdan... Çatalca'da bu sene yerleştikleri şirin çiftlik evlerine konuk olduk. Serkan ve Ebru Çağrı çifti ağırladı bizi. Oğulları 11 yaşındaki Nefes ve beş yaşındaki Eser de sohbetimizin neşe kaynağı oldu. Serkan Çağrı'nın emekli resim öğretmeni kayınpederi Şaban Tuncer'in sevecen misafirperverliği de neşemize neşe kattı. Her röportaja bir vesile gerekir ya, bizim de vesilemiz geçen hafta özel bir kolej tarafından Serkan Çağrı'nın yılın babası seçilmesiydi... Sanatında yeniliklere, farklı arayışlara açık olduğu kadar aile yaşantısına da düşkün olan Serkan Çağrı'nın beyefendiliği herkesin malumuydu zaten... Çağrı ailesi de bizi kırmadı ve ilk kez bir gazeteyi ailece evlerinde ağırladılar. Ortaya keyifli bir aile sohbeti çıktı...
- Aile olmayı konuşacağız... Ama isterseniz o ilk andan başlayalım. Nasıl tanıştınız?
- Serkan Çağrı: Tanışmamızdan bugüne kadar geçen süre 22 yıl. Ege Üniversitesi'nde konservatuvar okuyordum. O dönem Grup Laçin'e girmiştim. Henüz grup o kadar ünlü değildi. O meşhur Bekar Gezelim şarkısı yoktu henüz. Sık Ankara'ya giderdik konser vermek için. Ünlü bir grup değildik ama küçük mekanları doldururduk, türküler de modaydı o dönem. Üniversite öğrencileri gelirdi konserlerimize. Ebru'yu öyle bir konserde çalarken gördüm. Ve direkt gözleri dikkatimi çekti. Çalarken üç-beş kez baktım. Gözlerimi kaçırmaya çalışsam da belli ettim baktığımı. Yakalandım yani...
- Ebru Çağrı: Serkan, ama bir de rüya meselesi var onu anlatsana!
- Nedir o rüya meselesi? - S.Ç:
İyi hatırlattın Ebru. Rüya meselesi unutulur mu! Hayatımın rüyasıydı o. Ben 11-12 yaşımda bir rüya görmüştüm. Kız arkadaşım var, yanımda... Bildiğiniz, her şeyiyle, yüzüyle Ebru'yu görmüştüm rüyamda. Yani yıllar önce rüyamda görünmüştü Ebru bana. İşte o yüzden o konserde onu görünce çok heyecanlandım. Bir de Keşan'dan okumaya gelmiş utangaç bir gencim. Bir kızla nasıl konuşulacağını bilmiyorum. Konsere ara verdik. Bana göre daha girişken olan bir arkadaşıma, "Ben bu kıza aşık oldum konuşmak istiyorum, ne yapmam lazım?" dedim. "Git, merhaba de, konuş işte" dedi. Ama bir yandan korkuyorum tersler falan diye...
- Gerisini Ebru Hanım'dan dinleyelim. Konuşabildi mi sizinle Serkan Bey?
- E.Ç: Serkan yanıma geldi hemen konser arasında. Arkadaşlarımla birlikteyim. "Merhaba" dedi utangaç utangaç. İkinci sözü, "Benimle evlenir misin?" oldu. Şaşırdım tabii... Kaç insan yaşamıştır hayatında böyle bir şeyi. Nereden baksanız tuhaf. (Gülüyorlar) "Dur bakalım biraz dedim. Arkadaş olabiliriz tabii, ki evlenmek nereden çıktı. Sonra dört beş sene görüştük. O zaman cep telefonu yok. Ben hukuk okuyorum, sınavlarım oluyor. Erken yatıyorum. Gece yarısı telefon geliyor. Serkan... "Arkadaşım nasılsın" diye soruyor, ben de "İyiyim, sen nasılsın?" diyorum... Sohbet bu kadar...
- S.Ç: İlk defa Ebru'nun ailesiyle tanıştığımda da annesine "Ben Ebru'yla evlenmek istiyorum" dedim, görür görmez. Öyle emindim yani bu işten. Hâlâ hatırlatırım kayınvalideme o günü.
- Ebru Hanım, hukuk okumuşunuz. Alanınızda çalıştınız mı?
- Tabii. 10 seneye yakın avukatlık yaptım. Ama evlenince ben de biraz sahne işine meraklandım. Sonra radyo ve televizyon okudum. Serkan'la yapım şirketi kurduk. Serkan'ın televizyon programlarını birlikte yaptık. Şu an TRT'de program şefliği yapıyorum.
- S.Ç: Ebru'nun avukatlıktan nasıl sıkıldığına ben yakından tanık oldum. Onun ruhuna uygun değildi. Zaten ailesinin isteğiymiş. Bir gün ben de Ebru'yla bir hacize gittim. İnsanlar perişan halde. "Ebru n'olur bu evden bir şey alma, hatta yardım edelim bu insanlara" dedim. Kaçtık oradan... Zaten çok geçmeden ebru avukatlığı bıraktı.
- Çocuk sahibi olmak hayatınızda, hayata bakışınızda neleri değiştirdi?
- S.Ç: Çok şeyi değiştirdi... Baba olmak bir yüreği o kadar yumuşatıyor ki... Bütün çocukları kendi çocuğunuz gibi hissediyorsunuz. Bütün dünyayı, evreni, hayattaki yerinizi, çabanızı sorguluyorsunuz. Hani hep "Çocuklar geleceğimizdir" derler ya, bunun ne kadar doğru olduğunu idrak ediyorsunuz. Yaptığınız her şeyde, dünyaya yaptığınız her katkıda sadece kendi çocuklarınıza değil, gelecek bütün nesiller için ne yapabilirim diye düşünüyorsunuz.
- E.Ç: Öncelikleriniz değişiyor. Hayata karşı bir takım olduğunuzu hissediyorsunuz her şeyden önce.
- Büyük oğlunuzun adı Nefes... Bu isim Serkan Bey'den gelmiştir diye tahmin ediyorum...
- S.Ç: Ebru daha hamileyken geldi aklıma bu isim. Nefes benim sanatımın ve hayatın kaynağı, her şey... Çok yaygın bir isim değildi, hatta hiç duymamıştık daha önce. - E.Ç: Ama kolay olmadı bu ismi koymak. Rahmetli anneanneme söyledik. "Nefes diye isim mi olur!" dedi. "Bari sonuna Can ekleyim de isme benzesin." Ama Serkan sadece Nefes'te kararlıydı, öyle oldu. - S.Ç: Ama ilginçtir sonra yaygınlaştı Nefes ismi. Hatta klarnet öğrencilerimden çoğu arıyor, "Çocuğum oldu adını Nefes koyduk" diyorlar.
DUYGU VE MANTIĞI BİRLEŞTİRDİK
- Çocuklarınız mesleğinizle ilgili ne düşünüyorlar, konuşuyor musunuz? Müzisyen olmalarını istiyor musunuz? - S.Ç: Nefes aslında benden dolayı basında görünmekten falan pek hoşlanmıyor. Onu okulda arkadaşlarından farklı bir yere koyduğu için rahatsız oluyor bundan. Bunu hissediyoruz. Eser henüz çok küçük... Nefes piyano derslerine başladı. Ama benim müzisyen olsunlar gibi bir dayatmam asla olmaz. Ne isterlerse o alanda yetişsinler isterim. Ben müzisyen bir aileden geliyorum. Bizde baba mesleği müzik... Bizde çocuklar da müzisyen olsun diye uğraşırlardı. Hatta babam "Üç gündür top oynuyorsun, klarnet çalışmıyorsun" diye kızardı bana... - Ebru Hanım, Serkan Bey uzaktan çok sakin biri olarak görünüyor. Sinirlendiği de olur mu bazen? - Serkan çok sezgi ve duyguyla yaşayan bir insan. Ben de aşırı mantıkçı bir insanım. Gerçi zaman içinde birbirimizi bu konuda dengeledik. Artık ben eskisi kadar sadece mantığa güvenmiyorum, Serkan da eskisi kadar sadece sezgiye güvenmiyor. Birbirimizden bu konuda çok şey aldık. Ama Serkan'da hâlâ şöyle bir durum vardır: Bir işe girişeceğimiz zaman, ortada hiçbir alamet yokken bile, o iş hayırsız olacaksa "Yapmayın" der. Dinlemezsek çok kızar. İlginçtir, sonra da söylediği doğru çıkar. Hatta artık benim akrabalarım bile bir işe başlayacakları zaman Serkan'a danışır oldular.
HERKESİN KENDİ YAŞAM ALANI OLMALI
- Bir sanatçıyla, özellikle yoğun üretimleri olan biriyle evli olmanın zorlukları oldu mu Ebru Hanım?
- Bir kere ben müzikle çok ilgiliydim. Türk Halk Müziği ve Türk Sanat Müziği bilgim, şarkılara hakimiyetim vardı. Serkan'a çok repertuvar çıkardım... Ama tabii ki sanatçının kendine ait bir dünyası da var. Bazen üretmek için yalnız kalmaya ihtiyacı var. Bir stüdyosu var zaten. Bazen kapanıyor oraya, çalışıyor. O dönemlerde biz de onu rahatsız etmiyoruz.
- S.Ç: Aslında sadece sanatçılıkla ilgili değil, herkesin yalnız kalacağı bir alana ihtiyacı var bence. Ben bunu eşime de, çocuklarıma da tavsiye ediyorum. İnsanın kendi içine dönmesi gereken anlar var. Karşılıklı olarak bunları anladığınız zaman aile daha sağlıklı ve anlayışla yürüyor. İnsan yalnızlığı başarabilirse, kendi dünyası olabilirse ortak bir dünya da kurabiliyor. Bence aile bir orkestra gibi. Yeri geldiğinde herkes soloya çıkabilir, yeri geldiğinde eşlikçi olur. Ama sonuçta ortaya bir ahenk çıkar. Bu da bir arada yaşama sanatıdır.
ÇOCUKLARLA PAZARCILIK YAPTIK
- Serkan Çağrı: Çocuklar geçenlerde internetten bazı oyuncaklar görmüşler, fiyatları şu diye geldiler bana. Ben de "Benim param yok, çalışıp kazanalım" dedim. Bahçede erik ve dut ağacı var. Bütün gün birlikte dut ve erik topladık. Gece onları ayıkladık. Ertesi gün zabıta müdürlüğünden izin aldık. Çatalca'da pazarda onları satmaya götürdük. Beni orada gören insanlar da şaşırdılar, geldiler... Biz bütün ürünü sattık. Çocuklar tam 410 TL kazandılar. 15 TL de ben ekledim. İstedikleri oyuncakları aldılar. Bunu hem çocukları internet ve tablet alışkanlığından korumak için yapıyorum, hem de para kazanmanın ne olduğunu öğrensinler diye. Sadece kendi çocuklarıma değil, bütün ailelere ve çocuklara örnek olmak istiyorum aslında. Bu konu da başka, daha büyük projeler de yapmak istiyorum.