Bilenler bilir, Derviş Zaim daha ilk sinema filmini çekmeden bir edebiyatçı olarak ortaya çıkmıştı. 1992'de Ares Harikalar Diyarında adlı romanı yayımlanmış, bu eseriyle Yunus Nadi Roman Armağanı'nı kazanmıştı. Zaim sonra dümeni sinemaya kırdı, Tabutta Rövaşata ile sinema yolculuğuna başladı.
Bu yolculukta sırtını geleneğe dayayıp, oradan sinemamıza yeni anlatılar kazandırmaya çalıştı. Hat, ebru, gölge oyunu, minyatür gibi pek çok geleneksel sanatı filmlerinde işledi, bu sanatlardan hareket ederek sinema dilini değiştirdi, ardından doğa ile ilgili filmler yaptı. Son filmi Rüya'nın odağındaysa mimari ve Süleymaniye Camii vardı. Biz Zaim'dan yeni bir film beklerken o Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan Rüyet romanıyla karşımıza çıktı. İki hafta içinde ikinci baskısı yapılan romanın baş karakteri yine bir mimar olsa da bu sefer yapıtının odağında Şeyh Galip'in Hüsn-ü Aşk mesnevisi var. Yani yine gelenek üzerinden hareket ederek hem edebiyatımızdaki hem de düşün dünyamızdaki Doğu-Batı gerilimini ve başka başlıkları ele almaya çalışıyor. Ele aldığı meseleleri tartışırken edebiyat tadını hiç eksik bırakmayan, akıcı bir kitap olan Rüyet'i yazar Derviş Zaim ile konuştuk. - Sizden yeni film beklerken romanla karşımıza çıktınız... - Sinemaya başlamadan önce Ares Harikalar Diyarında adlı romanımı yazmıştım. İlk filmim Tabutta Rövaşata'yı ise dört yıl sonra 1996'da çektim. Rüyet ile ilk göz ağrıma geri döndüm denilebilir.
- İlk romanınızın üzerinden uzun yıllar geçtiği ve yönetmen olarak bilindiğiniz için tekrar edebiyatçı kimliğinizle çıkmanız biraz sürpriz oldu.
- Evet daha çok sinemacı olarak biliniyorum. Bir romanımın olduğunu bilen biliyor. Aslında aklımda yeni bir roman üretmek düşüncesi vardı. Ama sinema diliyle de anlatılabilecek bir metin yazmak yerine, sadece edebiyatın olanaklarıyla ifade edilebilecek, edebiyatın olanaklarına yaslanma ağırlığı olan bir projenin peşindeydim. Rüyet ile yıllar sonra bu mümkün oldu.
- Rüyet yoğun bir roman. Hem Doğu- Batı ilişkisini ele alıyorsunuz. Hem İslam düşüncesiyle Batı düşüncesini birlikte nasıl yan yana durabileceğini tartışıyorsunuz. Ama bunlar bir mimarın hikayesi üzerinden anlatılıyor.
- Bizim roman geleneği içinde Doğu- Batı gerilimi hep vardır. Bu ikilemi Ahmet Hamdi Tanpınar'ın trajedi olarak konumlandırdığı, Oğuz Atay'ın ise ironi sanatını kullanarak aşmaya çalıştığını kabaca söylenebilirim. Rüyet, sözünü ettiğimiz Doğu-Batı gerilimini ayrı bir yaklaşımla ele almaya gayret ediyor.
- Yine Tanpınar'a saygınızı sunuyorsunuz!
- Şimdi kültür adını verdiğimiz şey, referanslar sistemiyle ilerler. Bu romana bakınca sadece Ahmet Hamdi Tanpınar yok ki. Descartes da var, Spinoza da var, Şeyh Galip de var... Bunlar benim referans sistemlerimin arasında. Ben, bu referans sistemlerine ilişkin yeni bir şey söylemek istersem, onları ancak farklı bir bağlama oturtabildiğim takdirde taze bir şey söyleyebilirim.
- Yani kültür, sanat taş üzerine taş koyarak mı ilerler?
- İlham ya da esin diye bir şey yoktur. O bir mittir. Sadece ilhamla, roman, şiir yazdığını oynayan yazar ve şair vardır. İnsanlar bazen ilhamla ilgili mitler uydurup kendilerini uydurdukları şeylere inanırken bulabiliyor. Ben böylesi hülyalı şeylere fazla inanmıyorum. Yazmak bir mesai işidir.
- Gelenek meselesi sizin için önemli. Film olsun, roman olsun bir geleneğe göre pozisyon alarak üretilmeli mi diyorsunuz?
- Evet, kültür belli bir gelenekten beslenmekle ilgilidir, öyle oluşuyor. Ya geleneğe eklemlenirsin ya da onu reddedersin. Yani ya babayı öldürürsün ya da onun eteğinde yoluna devam edersin. Herkes kendi meşrebine göre mahalleden abiler, ablalar, babalar bulur. Ya onlarla kavga eder ya da barışır. Benim de, bir sürü insan gibi yaptığım budur. Bir mahalle oluşturuyorum, o mahallede abilerim, ablalarım, babalarım var. Onlarla bazen kavga eder bazen de barışırsın. Gelenekten bağımsız işler yaptığını iddia edenler bile bu tip bir atmosferin, çerçevenin içinde yola devam ederler.
BABA MESELESİ ÖNEMLİDİR
- Bu baba meselesi bizde önemli bir olgu. Biz kavga mı ediyoruz yoksa barışıyor muyuz?
- Babayı reddetme söz konusu olduğunda, bu fikrin, yanılmıyorsam, bize Batı Avrupa'dan geldiğini söylemek mümkün. Bu tabii ciddiye alınması gereken bir önerme. Yalnız babayı reddetmek gerekir diyen düşüncenin ima ettiği baba fikri ile bu topraklardaki baba, aynı 'baba' mı, işte ondan emin değilim. İşte bu noktada sanatın, edebiyatın ve sinemanın bize bu nüansları göstermesi gerekir. Sanat, edebiyat, sinema; bilimin, doktora tezlerinin gösteremediği şeyleri gösterir. Yönetmen, yazar ya da şair, bilim insanlarının gitmekte zorlanacağı yerlere giden uç beyleridir. Açıkçası ben büyük, sonunu kestiremediğim bir yolculuktayım. Filmlerim de kitaplarım da bu yolculuğun duraklarıdır. Geniş bir tarza sahip olmaları, birbirinden farklı olmaları için uğraşıyorum. İster eklemlenme, ister kopma ilişkisi içinde yer alsınlar, referanslar sistemini merkeze alan işler ilgimi çekiyor.
- Rüyet'te tartıştığınız konuları düşününce romanın son derece akıcı olmasına da dikkat etmişsiniz.
- Evet, buna epey çaba gösterdim. Zaten bir romancı tartıştığı meseleleri görünmez kılmakla akıllılık eder. Tartıştığınız, felsefi, siyasal, toplumsal konular her neyse, onları görünmez kılmanın incelikli yollarını dramatize ederek bulmak zorundasınız. Eğer böyle yapmazsanız tartıştığınız şey kendini belli eder ve bu da seyircinin, okurun sizi reddetmesine yol açabilir. Tartıştığınız mesele çayın içindeki şeker gibi görünmez olmalıdır. Şeker erir, sadece tadını alırsınız. Yazar da eriyen şeker örneğindeki gibi tartıştığı konuyu romanında, filminde görünmez kılmak durumundadır. Bu tavır tabii bağlama göre değişebilir. Şekeri bilakis 'görünür kılma' da estetik bir tercih olabilir.
Sanat eserinin değerini zaman ortaya çıkarır
- En son konuştuğumuz zaman kültürel olarak bir çoraklaşmaya doğru gittiğimizi söylüyordunuz. Hâlâ aynı fikirde misiniz?
- Pek bir şey değişmedi. Ama daha önce kültürel ortam çok mu zengindi derseniz oturur bir düşünürüm. Zaman zaman insanların, toplumların meselelere karşı ilgileri sönebilir, zaman zaman harlanabilir. Önemli olan yapıtın zamanda yaptığı yolculuktur. Siz bir roman yazarsınız, film çekersiniz, seyircisi zaman içerisinde onu bulur. Ya da gözde olan bir şey çaptan düşebilir. Sanat eserinin gerçek değerini zaman ortaya çıkarır.
Hüsn-ü Aşk son önemli mesnevi
- Gelenekten beslenme eğiliminiz bu kitapta da devam ediyor. Rüyet, Şeyh Galip'in mesnevisi Hüsn-ü Aşk'ı merkezine alıyor...
- Şeyh Galip'in yazdığı Hüsn-ü Aşk Divan Edebiyatı'nın en önemli mesnevilerinden biridir. Hatta en önemli son mesnevi bile denilebilir. Dolayısıyla onunla bir şekilde hasbihal edilecekse bu girişimin edebi alanda gerçekleştirilmesi, işe daha fazla yakışabilirdi. Bu manada girişimi romanla yapmanın daha sağlıklı olduğunu düşünüyordum. Zaten Rüyet'in, mesneviyi roman biçimine aşılama gibi bir niyeti var. Açık bir yapıt üretmek istedim. Bu filmlerimde de vardır, Rüyet'te de var.
- Nedir açık yapıt?
- Yapıtın başka insanların yorumlarına, onların kendi yorumlarını başka çerçevelere oturtmalarına el veren yapıtlar diye kabaca tarif edilebilir. Bu tip yapıtlar çokanlamlılığa ve modüler olma kabiliyetine sahiplerdir. Başka metinlerle, başka sanatlarla, bütünlerle alışveriş içerisindedirler. Zaten çektiğim filmlerde de bunu yapmaya çalışıyorum.