Bundan yaklaşık iki yıl önce, sadece Türkiye'de değil belki de dünya popüler müzik alanında bir ilke imza attı. Henüz albümü yayınlanmadan Türkiye'de konser vermediği yer kalmadı. Akabinde bu başarısını Dönersen Islık Çal albümüyle taçlandırdı. Konserlerine tam gaz devam etti. Medyaya, röportajlara prim vermedi. Dinleyicileriyle arasına kimseler girmesin istedi. Bunun dezavantajlarını yaşadı tabii. Anlı şanlı müzik yazarları, müzik otoriteleriyle samimi diyaloglar kurmayı tercih etmediği için, o meşhur 'piyasa'da yalnız kaldığı da oldu. Ama yılmadı, konserleri onu var etti. Öyle konserler ki en kalabalık mekanlarda bile her dinleyiciyle üşenmeden ve gururla kucaklaştı... Doğup büyüdüğü Anadolu coğrafyasından aldığı bir kalp bilgisiydi bu Manuş Baba için... 'Yüksek yüksek tepelere' sığınmadan kendini, sanatını var edebilmek... Manuş Baba bu kez yeni albümü İki Gözümün Çiçeği'ni kendi kurduğu prodüksiyon firmasından çıkardı. Yine hüzünlü umudun, kederle yaşama sevincinin kesişim kümesinden bildiriyor sözlerinde ve müziğinde. "Her hüzünlü şarkımda bile yaşama sevinci vardır Göksan Abi" diyor, "Zaten yaşama sevinci olmadan nasıl yaşarız, amacım içimdeki yaşama sevincini insanlara yaymak..." Manuş Baba'yla yeni albümünü konuşmak için, bir araya geldik. İki sene önce karşımda nasıl mütevazı ve sanatını ifade etmek için bir adam duruyorsa, bu halinden bir gram kaybetmemişti...
- Yeni albümde bütün şarkı sözleri, müzikler ve düzenlemeler sana ait... Nasıl bir süreçten geçti bu albüm?
- Eskiden yazdığım şarkılar da vardı, türküler de. Onları toparlamak için biraz yalnızlığa ve ilhama ihtiyacım vardı. Çok şükür bu süreci yakaladım... Beş altı şarkıyı da yeni yazdım.
- Kendi prodüksiyon firmanı kurdun. Bunun sana nasıl artıları oldu?
- Zamanın ve mekanın insanı nasıl yönlendireceği belli olmuyor. Karakterim, duruşum buna izin vermiyor. Müzikal olarak fazla engellenmek istemiyorum. Kendi ürettiklerimi içimden geldiği gibi ortaya çıkarmak, geçmişe dair belli şeylerden kopmam gerekiyordu. Bu yüzden kendi yapım şirketimi kurdum.
- Düzenlemelerin sadeleşmiş sanki... Kalbi, daha dolaysız 12'de vuruyor...
- Ben albümün de, bir insan gibi bir süreç olduğunu düşünüyorum. Düzenlemeler de bana ait bu sefer. Geçmişten gelen, ben de biriken nostalji tatları da var bu albümde. Beni etkileyen müzisyenlerin, şairlerin ilhamları var.
- Hüzün kadar, çoşkulu şarkıların da var. Mesela Sallaya Sallaya bir nevi umut marşı olmuş bana göre...
- Öyle ilginç ki abi, Sallaya Sallaya'yı Mardin'de çaldık, insanlar halay çektiler. İstanbul'da çaldık dans ettiler. İnsanların aşka, hüzne ve umuda dair ortak noktaları var. Pek çok şehri gezdim konser için biliyorsunuz. Bu bana kendi ülkemle ilgili çok şey öğretti. İnsanlar aynı şeyi arıyorlar. Huzuru... Hedefim şarkılarımla memleketin yedi bölgesinde insanları bir araya getirmek.
- Senin Doğu'dan gelen geleneğin, tecrüben şarkılarına yansıyor ama büyük şehirlerde de popülersin. En çok konser veren isimlerdensin. Bunu neye bağlıyorsun?
- Siz de müzisyensiniz Göksan Abi. Bunu bilirsiniz aslında. Bu coğrafyayı tanımakla ilgili. Yemek kültüründen insan ilişkilerine, insanların müzikten ve sanattan ne beklediklerini kavrarsanız bu gerçekleşiyor. Ortaya müthiş bir birlik çıkıyor. Sanatın toplumsal olarak nelere ulaşacağını bilmek bu biraz da. Ben bunun için çalışıyorum.
- Çok doğru bir şey söylüyorsun. Memleketimizi tanımayan çok insan var. Herkes hangi şehirde yaşıyorsa ülkesini orası sanıyor... Ama senin daha önce bana söylediğin gibi seyyah ve çingene bir ruhun var. Gezip araştırmayı, insanları dinlemeyi, anlamayı seviyorsun...
- Göksan Abi, çerçi denir bilir misin. Köylerde dağ taş aşarak, en ücra köylere gidip incik, boncuk satarlar. Ellerinde erbaneleriyle (bir tür vurmalı çalgı) hikayeler anlatırlar bir yandan da. Bazı eşyaların da değiş tokuşunu yaparlar. Ben de kedimi bir çerçi gibi görüyorum, sahnede elimde erbane olmuyor ama def oluyor. Karşılıklı değiş tokuş yapıyoruz. Ben onlara umutlarımı, hüzünlerimi götürüyorum, onların sevgisiyle değiş tokuş ediyoruz bunları. Sevgi değiş tokuşu yapıyoruz bir anlamda.
- Medya ile pek aran yok. Anlı şanlı TV programlarına katılmıyorsun albümün tanıtmak için. Hatta bu yüzden dışlanmayı da göze alıyorsun. Röportaj vermiyorsun. Bunun sebebi nedir?
- Ben bu yola popüler olmak için çıkmadım Göksan Abi. Balat'ta, huzurlu mahallede küçük bir hayatım var. Komşularım var, sevdiğim küçük kardeşlerim var. Benim derdim huzurlu yaşamak ve sanatımı icra etmek. Zaten söylemiştim daha önce, müzik ifade araçlarımdan birisi. Filmler çekmek istiyorum. Şu koskoca kainatta küçücük bir nokta olduğumun, gelip geçici olduğumun farkındayım... Geriye sanat adına kalıcı ne bırakırsak kâr. Bir de iyi bir insandı diye anılırsam ne mutlu.
HASRET İNSANIN YAZGISINDA VAR
- Hasret teması da çok geçiyor şarkılarında...
- İstanbul telaşında özlem duygusunu da yitirebiliyorsun. Babamı, annemi, ablamı çok özlüyorum. Antalya'da yaşıyorlar. Biliyorsunuz daha önce Diyarbakır'dan Tarsus'a göçmüştük, oradan Antalya'ya... Her gittiğimde yanlarına gözlerim doluyor. Aslında Mevlana'nın söylediği gibi insan dünyaya sürüldüğünden beri hep özüne bir hasret duyuyor. Hasret biraz da insanın yazgısı... Ama umut da hep var, olmalı.
SONUNDA AİLEME BİR EV ALABİLDİM
- Bir de özel değilse, ilk röportajımızda ailene bir ev alma hayalin vardı. Oldu mu o iş?
- Çok şükür oldu. Bu arada bunu yazmaktan çekinme abi, medyada güvendiğim ender insanlardan birisin. Müzisyen olman, her şeyden önce naif bir insan olman sayesinde kapım sana her zaman açık. - O senin kalbinin inceliği, çok teşekkür ederim.
Fotoğraflar: Saffet Azak