FOTOĞRAFLAR: MURAT ŞENGÜL
40 yılı aşkın bir zamandır, eskilerin tabiriyle bir 'kalp medeniyeti'nin sanatsal meyvesi olan Divan Edebiyatı'yla ilgilenen, bu konuda sayısız çalışmalara imza atan ve dersler veren bir usta İskender Pala... Bir yazı ustası... Romanlarıyla, bu kültürün irfan geleneğine odaklanan, yani bir anlamda meslek hayatı boyunca kalbin derinliklerinden bildiren bir gönül adamı. İşi, hayatın kalbe olan yansımalarını yazmak... Pala bu kez, yıllardır edebi olarak anlattığı kalbi her yönüyle masaya yatırdı. Kalbin derinliklerinde bir tahkikata girişti ve ortaya Kalp adını verdiği bir kitap çıktı. Tıbbi literatürden gerektiği kadar, tarihten bolca, bir nevi kalbi ruhani manada anlama ve tanıma ilmi olan tasavvuftan bir haylice bahsederek ve beslenerek kalbi anlattı. Turkuvaz Kitap etiketiyle yayınlanan kitap, aklı ön plana çıkarıp, kalbe olan ihtiyacı unutan modern zaman insanına şifa gibi gelecek... Hani bu hassas organımız gerçekten atmaya devam ediyor mu, etmiyor mu; her atışında bize insan olmanın sırlarıyla ilgili neler fısıldıyor, biz bunları duyabiliyor muyuz, anlatacak. Pala'nın kapısını çalıp yeni kitabı Kalp'i konuştuk... "Azizim" diye başlayan gönül okşayıcı sözleri ve değil karşısındaki kalbi, dudaklarından dökülen bir harfi bile incitmeyen üslubuyla anlattı...
- İskender Bey aslında yıllardır, dolaylı ya da dolaysız esin kaynağınız kalpti. Ama bu kez sadece kalbi anlatan bir kitap yazdığınız... Neydi çıkış noktanız?
- Bir gün göğsümde bir rahatsızlıktan doktora gittim. "Hocam kalbine bir baktır" dedi bana. "Doktor, benim kalbime baktırmamı gerektirecek bir şey yok" dedim. "Hocam baktıralım" dedi. "Doktor ben kalbimden memnum, çünkü ömrüm boyunca hep kalbi, kalbin içindekileri anlattım. Kalbe yağ çektim kısacası. O yüzden benim kalbim bana ihanet etmez, kalbime baktırmama gerek yok" dedim. Tabii bu işin şakasıydı. Fakat o günden sonra şunu fark ettim ki, ömrüm kalbi anlatmakla geçmiş. Aslında mesleki birikimimin tamamı, kalbin içindeki tecellilerden ibaret.
- Ama kalbe başka bir cihetten bakmanın önünü açmış sizde bu diyaloglar belli ki...
- Evet. Sonra birden insan denilen eşref-i mahlukat, o ulvi varlığın aslında kalp ile ulvileştiğini keza kalp ile de süflileştiğini, insanı insan yapan her şeyin kalpte tecelli ettiğini fark etmeye başladım. İnsandan kalbi çıkardığınızda geriye hiçbir şey kalmıyor. Bakın gülümsemenizden kaş çatmanıza, hasretlerinizden buluşmalarınıza, kinlerinizden sevgilerinize, vefanızdan ayrılıklara, insanı insan yapan her ne varsa kalp merkezli.
- Peki yaşadığımız çağ kalbe ne kadar önem veriyor? Sadece sağlık ekseninde sormuyorum tabii...
- Bu çağ avam, mide eksenli yaşıyor. Entelektüeller akıl eksenli yaşıyor. Mide eksenli yaşayanlar eğlenceyi seçiyor. Hayattan öyle zevk alıyor. Akıl eksenli yaşayanlar bilgiyi seçiyor, bilgiden zevk alıyor. Ama bilgelik ve kalp kenarda kalmış. Hiç kalbin bu kadar terk edildiği, kalbe itina ve ihtimam gösterilmediği bir çağ olmamış. Bugün biz kalbi tam manasıyla masanın üzerinden silip süpürmüş vaziyette yaşıyoruz.
- Üstelik Doğu, kalp medeniyeti diye adlandırılmış vaktiyle...
Aynen bu. Kalp bir medeniyettir. O bilgelik getirir. Akıl bilgiye götürür insanı ama kalbinizi hissetmiyorsanız, bilgi ya da mide insanları insanlığı mutlu etmiyor. Mutlu etmediğini gördük. Üretilen bunca bilgiye rağmen, icat edilen bunca eğlence biçimine rağmen insanlık mutlu değil. Demek ki kalbe dair bir şeyleri ihmal ediyoruz.
- Gönül, yürek, kalp... Başka kültürlerde bu kadar ince ayrımlar yok. Bunu neye bağlıyorsunuz? Aralarındaki farklar neler?
- Bizde yürek ayrıdır, yürekli adam dediğiniz zaman başka şey ifade eder. Gönül ayrıdır, gönül adamı dediğiniz zaman başka şey ifade eder. Kalp ayrıdır... Batı medeniyetinin gönül diye bir kavramı yoktur. Bu olmadığı için ister istemez onun aklı öncelemesi tabiidir. Oysa insanın aklı sıfır numara bir gözlük gibidir. Arkasına neyi koyup bakarsanız ona hizmet eder. Akıl insana verilmiş en muhteşem nimettir. Akıl sayesinde insanız.
- Akıl sıfır bir numara bir gözlükse kalple mi görüyor aslında?
- Akıl gözlüğünü nefsinizin önüne koyup bakarsanız gideceğiniz yol ayrıdır. Nefsin gördüğüdür o. Kalbinizin önüne o sıfır numara gözlüğü koyup bakarsanız, gideceğiniz yol apayrıdır. Ruhunuzun önüne koyup baktığınızda yine bambaşka bir yere gidersiniz. Bu bir tercih meselesi.
GÖNLÜN BİNLERCE LİSANI VAR
- Akılla kalp arasında nasıl bir denge, nasıl bir iletişim var?
- Aklın ürettiği her şey kalbe yöneliktir. Bugün insanlar akıllarıyla güzel şehirler üretiyorlar. Yaşanılır şehirler yapıyorlar. Bugün insanlar akıllarıyla mükemmel tasarımlar gerçekleştiriyorlar. Teknoloji, iletişim kanalları icat ediyorlar. Neden? Gönüllerince yaşayabilmek için, kalp için. Gönlün binlerce lisanı vardı. O bir tavır idi, bir eda idi, bir üslup idi, bir anlayış idi. Biz binlerce dil bilen gönlü bırakıp tek dil ile konuşan aklın yaptırımları için birbirimizle kavga eden, birbirinin elinden bir şeyleri kapmaya çalışan ve bir yarış içerisinde dünyayı tüketme gayretiyle savaşlar çıkaran bir insanlık haline döndük. Oysa kalbimizi önemsediğimizde paylaşmayı, gülümsemeyi, el ele vermeyi omuz omuza durmayı, iyiliklerde yarışmayı öğreneceğiz. Çünkü kalbin kelimeleri hep iyi kelimelerdir. Ama aklın kelimeleri "tut, kavra, çek, kopar, al, götür"... Şiddet vardır. Fakat kalbin kelimeleri yumuşaktır.
İNSANLIĞIN YENİDEN KALBE DÖNMESİ GEREKİYOR
- Modern tıbbın da kalbin kendine has bir aklı olduğunu ispatladığını yazmışsınız...
- Bugün modern tıp kalbin bir aklı olduğunu, kalbin bir gözü olduğunu kalbin bir kulağı olduğunu açık açık söylüyor. İzahlar bizi oraya götürüyor... İslam dünyasında, 990 yılında kalbe dair ilk kitabı yazan Abi bin Abbas'ın kalp içindeki odacıklardan söz etmesi, 1770'lerde Batı'da kalp üzerine mükemmel araştırmalar yazılmasının önünü yüzyıllar öncesinden açmıştır. 990'larda İslam dünyasında kalp üzerine kitap yazılıyor, damarlar, kalbin çalışma sistemi, atar damarlar, atmayan damarlar (o zaman öyle demişler, toplar damar diyoruz şimdi.) Kalbin kasılıp gevşemesine inkıbaz ve inbisat dermiş eskiler. Şimdi tıpta sistol ve diostol diyorlar.
- Tasavvufun ortaya koyduğu gönül kavramına modern tıp nasıl bakıyor?
- İnsan bedeninin her noktasına kan göndererek canlılık veren kalbimiz, aynı noktalarda manyetik bir etki oluşturarak mânasındaki sırrı dışa vurmaktadır. Bildiğimiz ama bir türlü yorumunu yapamadığımız bu sırlar bizim gerçek benimizdir ve onu ancak gönül ile tanımlayabilmekteyiz. Nörobiyolojik olarak kalbin küçük bir beyni olduğu ispatlanmış durumdadır. Buna ister kalp gözü, ister süveyda, ister fuâd, ister basiret, ister sır, hatta isterse sırrü'sserâir (sırların sırrı) denilsin, hepsi tamamen gönül tanımıyla alâkalıdır. Beyne göre bilgi nöronları çok azdır ama duygusal nöronlarıyla pekâlâ her şeyi bilmektedir.
- Yani aslında tasavvuf kalbin gördüğünü, duyduğunu, düşündüğünü yüzyıllar öncesinden söylemiş bize...
- Aynen öyle... Tasavvuf ilmi bir tür kalbin araştırılmasıdır. Biz kalbin ötesinde bir gönül anlamışız. Bunu şöyle ölçebiliriz. Yürek bir penceredir. Siz pencereye baktığınızda kalbi görürsünüz ama pencereye baktığınızda camın kirini de görürsünüz. Ama pencereden dışarıya ve ötelere baktığınızda gönlü görürsünüz... Gönülle kalp arasındaki fark budur. Kalbe bakarsanız camın kirini görürsünüz, ama gönle bakarsınız manzaraları, değişik dünyaları ve algılama biçimlerini görmeye başlarsınız. Bunun üzerine bir külliyat yaratmış bir İslam medeniyetinden bahsediyoruz. Ve tamamen pek çok şeyi kalp üzerine kurmuş.
- Kalp ve aklın çeliştiği noktalar neler?
- Kalp an'ı yaşamak istiyor. An denilen şey uzun hesaplara, emellere, falanca ilerlemelere odaklanmıyor. İnsanın da ömrü zaten bir nefesten ibaret. O an. "Dem bu demdir dedikleri" eskilerin. Gelecek kaygısından azade, dün endişesini kendinden temizlemiş... Yarın ölecekmiş gibi ve hiç ölmeyecekmiş yaşamak. Bu tam da kalple baktığınız zaman görülebilecek bir dünya. O yüzden insanlığın kalbe yeniden dönmesi gerekiyor. Yeniden kalbin önünde, ihtiramla durması, topuk selamı vermesi gerekiyor...
BASİRETLE GÖRENLER
Fizikî gözümüze göre kalp gözümüz daha önemli ve güçlüdür. Çünkü kafa gözümüzle görebilmek için ışığa, mesafeye, eşyaya vs. ihtiyaç duyulur ama kalp gözüyle görmek için açılmasından başka ne bir ihtiyaç ne bir engel vardır. Eskiler kalbin gördüğünü gözün gördüğünden daha önemli buldukları için birincisine "basiret" ikincisine "basar" demişler. Basiret mikrokozmik boyutta müteal (aşkın, üst) akıldır ki gerçekleri görmeye yarar, basar ise fiziki iris tabakasından süzülüp gözbebeğiyle eşyayı görür. Kişinin basardan yoksun olması onu yalnızca görme özürlü yapar, ama basiretten yoksun olması insanlığından ayırır.
GÖNÜL BİR EKRANDIR
Kalp nasıl ki günde yüz bin kez kanı pompalayarak bütün hücrelerimize hayat veriyorsa, gönül denilen ekran da bize günde yüz bin kez görüntüler sunuyor. Ekranımız temiz değilse orada bir şey göremeyeceğimiz âşikârdır. Akılda tutulması gereken şey ise gönlümüzün ilahî bir ekran olduğu ve görüntü alabilmek için ancak sevgi ve erdemler kanalına ayarlanması gerektiğidir.