2016 Haziranı'nda akademisyen Dilek Kaya'nın İzmir Halkapınar Bit Pazarı'nda dolaşırken tezgahta gözüne birkaç mektup ve kimlik cüzdanı çarpar. Satın alır ve eve gelir. Bu mektupların onu bir yolculuğa çıkaracağından habersiz zarfları açıp okumaya başlar. Mektupların odağında Kazım adlı bir genç vardır. Dilek Kaya, 1974'te, 19 yaşında, bir dağ kazasında yaşamını yitiren Kazım Küçükalp ile işte böyle tanışır. Mektupları okudukça Kazım'ın kim olduğunu merak edip araştırmaya başlar Kaya. Bu araştırmanın bir belgesele dönüşeceğinden habersizdir henüz. Ama kısa sürede Kazım'ın genç yaşta yaşamını kaybettiğini öğrenerek ilk şokunu yaşar. Sanki yarım kalmış bir hayat yaşamış gibidir Kazım. Öyle hisseder Kaya. İşte o yarım hayatın peşine düşmeye karar verir.
Kısa bir araştırma sonucu bir arkadaşının babasının Kazım'ın arkadaşı olduğunu keşfeder ve onu arar, 42 yıl sonra Kazım'ı sorar. Kazım belgeselinin macerası da böylece başlar. 1955'te doğan Kazım sonradan istihbaratçı olacak bir subayın oğludur. Annesi Necla Hanım ise 40 yaşından sonra çocukları okusun diye çalışmaya başlayan fedakar annelerden. Bir abisi vardır, Atilla. Kazım'ın İzmir'de başlayan eğitim hayatı Ankara Fen Lisesi'nde yatılı olarak devam eder. Müzikle sıkı bir şekilde ilgilenen, bateri çalan; okulda basket takımında oynayan, 'Baba Kazım' namlı, akranlarına göre biraz iri yarı bir gençtir o... Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi'ndeyken dağcılığa heveslenir... Kaçkar Dağları tırmanışına da bu heves yüzünden gider... Dilek Kaya, Kazım'ı tanıyan insanlarla irtibata geçmeye başladıkça, abisi, lise, üniversite ya da Kaçkar'a birlikte tırmandıkları arkadaşları Kazım'ı anlattıkça onun hayatına daha da vakıf olur. Ama kimi arasa önce bir şaşkınlık yaşamış sonra heyecan duymuşlar. Kaya "Mesela abisi Atilla Bey '42 yıl sonra kardeşimi bana ilk defa soran sizsiniz' dedi. Herkesin çok sevdiği bir insanmış Kazım. Yıllar sonra bir yabancı olarak çıkıyorum onu, arkadaşlarına soruyorum. Şaşırmakta haklılar.
Ama görüşmelerimiz devam ettikçe insanlar heyecanla her türlü katkıyı sundular" diyor. Belgeseli izleyince Kazım'ın onu tanıyanların aklında, gönlünde canlı kanlı 19 yaşında durduğunu görüyorsunuz. Sorun şu ki Kazım'ı tanıyanlar birbirlerini tanımıyor. Mesela lise arkadaşları dağcı arkadaşlarını, abisi üniversite arkadaşlarını pek tanımıyor. İşte Dilek Kaya'nın Kazım'ı tanıma serüveni arkadaşlarına, abisine Kazım'ı tekrar hatırlattığı gibi onların birbirleriyle tanışmalarına da vesile oluyor.
ÇUBUK KRAKER VERMİŞTİ
Kazım unutulacak insanlardan biri değilmiş zaten. Bir kere bile görünce unutmayacağınız insanlar vardır. Kazım da işte onlardan. Kaçkar Dağları'na tırmanışa giderken kamp alanına en yakın Altıparmak, eski adıyla Barhal Köyü sakinleri Kazım'ı hiç unutmamış. Mesela Mehmet Karahan "İlk defa üniversite öğrencisi biriyle tanışmıştım. İri yarı, yakışıklı bir gençti. Bizzat konuşmuştum. Hiç unutmadım onu" diyor. Zübeyde Bıçakçı, 1974'te üç-dört yaşında küçük bir kızmış. Kazım ve arkadaşları köyden geçerken onun fotoğrafını çekmiş Kazım da ona çubuk kraker vermiş. Zübeyde Hanım hâlâ dün gibi hatırlıyor o anı ve Kazım'ı. "Zaman zaman aklıma düşer o anlar. Çantasından çıkarıp çubuk kraker vermişti unutmadım" diyor. Tabii arkadaşlarının anlattıkları daha fazla. Babacan ve akranlarına göre biraz da iri yarı olduğu için 'Baba Kazım' olarak anıldığını ve okulun basket maçında tribünlerde 'Baba Kazım' tezahüratı yapıldığını anlatıyor bir arkadaşı. Bir başkası yerinde duramayan, hep hareketli biri olduğunu söylüyor. Bir kız arkadaşı onun müzik tutkusundan bahsediyor "Cazı onun sayesinde öğrendik" diyor. Dilek Kaya, "Aradan 42 yıl geçmiş ama insanlar Kazım'la ilgili çok şey hatırlıyor. Sanki herkesin içinde o neşeli haliyle öylece kalmış" diyerek onu tanıyanların dillendirmeseler bile gönüllerinde hep tuttuklarını söylüyor.
BU DAĞLARIN RÜZGARI SANA MÜZİK OLSUN
Peki bu hayat yarım kalmasıydı Kazım'a ne olurdu? Onun iyi bir doktor olacağını düşünen arkadaşları var. Tıp okusa bile müzisyen olacağını söyleyenler de... Bir arkadaşı ne olursa olsun iyi bir baba olacağını söylüyor. Ama bir arkadaşı "Yaşam dediğiniz bir tiyatro sahnesi. Bir ucundan çıkıp oynayıp iniyorsunuz. Rolünüz çok kısa olabilir çok iyi oynayabilirsiniz. Rolünüz uzun olur çok kötü oynayabilirsiniz. Kazım çıktı kısa oynadı belki ama çok iyi oynadı ve indi" diyerek Kazım'ın durumunu özetliyor. Kazım'ın, hayat sahnesindeki performansı, vefatının üzerinden 45 yıl geçse bile hala akıllarda. Dilek Kaya'nın yönettiği Kazım belgeseliyle 'Baba Kazım' ve onun deli dolu performansı yaşamaya devam ediyor. O belgesel, 38. İstanbul Film Festivali'nde gösterilecek. Ve Kazım hikayesiyle yaşamaya devam edecek. Ama başka bir yerde dağlarda bir izi var Kazım'ın. Dilek Kaya hiç tanışmadığı ama yakından tanıdığı arkadaşı Kazım'ın anısını yaşatmak için bir afiş hazırladı. "Bu dağların rüzgarı sana müzik olsun" yazan o afiş Kaçkar Dağları'nda salınıyor.
KAZIM'IN İSMİNİ YEĞENİ YAŞATIYOR
Kazım'ın vefatından sonra annesi evladının erken gidişini bir türlü kabullenemiyor. Sağlığı bozluyor. Kazım'ın abisi Atilla Bey "Yeni nişanlanmıştım. Annem nişanlımın aileye uğursuzluk getirdiğini söyledi. Israrcıydı. Baktım annemi kaybedeceğim nişanı attım. Sonra doktorlar annemin düzelmesi için bir çocuk yapmam gerektiğini anlattılar. Elime reçete verilmişti. Evlendim, hemen de çocuğumuz oldu. Kazım koyduk adını. Annem biraz düzelir gibi oldu ama sonra yine sağlığı bozuldu" diye anlatıyor. Anlıyoruz ki kendi hayatından vazgeçip annesinin düzelmesi için çok uğraşıyor Atilla Bey.