Aslında şiirlerini, kendi tabiriyle "kalp ağrılarını" müziğe döken bir adam o. Yüzünde her an kendisine sunulan ya da daha doğru bir tabirle tırnaklarıyla kazıyarak elde ettiği şöhreti elinin tersiyle itebilecek umursamaz bir ifade var. Şöhret aynasından yansıyan o yanıltıcı akse hiç itibar etmemiş... Kendi iç aynasından yansıyan gerçek görüntüye değer vermiş hayatı boyunca... Feridun Düzağaç'tan, kısaca FD'den bahsediyoruz... Düzağaç yaklaşık dört yıldır ortalıklarda yok. Ortalık dediğimiz, müzik piyasası. Yoksa 13 yıldır İstanbul Yeniköy'de mahallenin Feridun Abi'si o. Hayatın içinde. Ama çoğunlukla evde, yarı inzivada... 25 yılı devirdi profesyonel müzik hayatında. Şimdi de 10'uncu albümü, 10'a Özel'le geri döndü. Hayata, müziğe dair kırgınlıkları var... Röportaj öncesinde her ne kadar, "siyaset konuşmasak" diye rica da bulunsa da söz dönüş dolaşıp siyasete de geldi... Hayatın içinde yer aldığı kadarıyla.
- Açıkçası ben sizin naif yapınızı bildiğim için, çoktan İstanbul dışına, sakin bir yerlere inzivaya çekilmişsinizdir diye düşünüyordum... Yeniköy de yakışıyor ama ruhunuza, huzurlu burası...
- Ben kapalı devre yaşayan bir adamım. Sağ olun mahalleme geldiniz. Şarkılarımdan söylediğiniz gibi bir profil süzülüyor, haklısınız. Aslında benim de öyle bir fikrim, Bozcaada'ya yerleşme düşüncem vardı ama oralar da kalabalıklaştı. İşin tuhafı benim için, "Onun evi yoktur, sokakta yaşıyordur" diyen bile var. Şarkılarımdan öyle çıkarmışlar. (Gülüyor) Şaka bir yana ev insanın kalesi... Kendime ait alanım olmasını seviyorum. Bir de açıkçası ben şarkılarımı bilen insanların yarısı tarafından yüzü bilinmeyen bir adamdım. O yüzden rahattım. Ama geçen sene Sevgili Kıvanç Tatlıtuğ'un filminde (Hadi be Oğlum) boy gösterince bu lüksümden de oldum.
- Sürekli evde, inzivada yaşıyor gibi bir haliniz var...
- Benim şarkılarımda sürekli yalnızlık duygusundan bahsettiğimi düşündüler ama ben aslında 'yoksunluk' duygusunu yazdım. Aslında sokaklardayım. Yeniköy'de mahallenin, artık çok sık maçlara gitmesem de Beşiktaş tribünlerinin de Feridun Abisiyim.
DEVLET VATANDAŞ İÇİN VAR
- Vaktiyle FD şarkınızda, "35 yıl olmuş/İhtiyar bir çocuktur güzel ruhum/Okulu asıp oyuna kaçar bıraksam hala" diyordunuz... Ben bu şarkıyı dinlediğimde 20'lerimdeydim. Dinlerken 35'i düşünüp efkarlanırdım. Siz şimdi 50'yi, ben 40'ı devirdim... 50 nedir, nasıldır bir müzisyenin hayatında?
- 40'tan sonrası fiziki olarak aynı. 50'de ise yavaş yavaş bu yaşta yapamayacaklarının listesini çıkartıyor insan. Mesela sahnede artık hafiften yorulma duygusu oluyor. Fiziken hep gençlerin arasındayım. Sevip sayıyorlar daha doğrusu... Ama kendi akranlarımla ya da benden daha büyüklerle konuşurken sözlerime odaklanıp, kurduğum cümlelerden yaşımla ilgili çıkarımlarda bulunuluyor. Ama o şarkıdaki, "Okulu asıp oyuna kaçan çocuk" ruh halini kaybetmedim. Onu kaybetmek kağıtla, kalemle, müzikle ilişkiyi de kaybetmek olur.
- Yeni albümün basın bülteninde, açık açık, hatta bir manifesto gibi bir küskünlükten, hatta bu albümü çevrenizin itelemesi, ısrarıyla yaptığınızı belirtmişsiniz. Nedir bu küskünlük?
- Öncelikle bu dijital çağda müzik paylaşımından biraz tedirginim. Ben albüm kartonetlerime mektup yazan adamdım. Müzikteki dokunuş hissi koyboluyor. Dijitalde yayınlanıyor albüm. İki ay sonra yok. Çünkü dünya kadar albüm çıkıyor. Ama plak dönüyor farkındaysanız. Basılıyor, eskilere ulaşılıyor. Pikap yeniden evlere giriyor. Yani müziğin dijital olmayanına da ilgi artıyor. Kitap bu konuda kahraman bence. Kitap formatı kaybolmadı. Kaybolmaz da. Umarım müzik de böyle olur. Yoksa bu tüketim hızıyla eserler kayboluyor.
- Kırgınlığınız, uzun zamandır bir şey yapmamanız sadece bu yüzden mi? Aslında albümün uzun zamandır hazır olduğunu biliyorum...
- Tabii başka şeyler de var. Ülkede herkesi olduğu gibi, sanatçıları da siyah ya da beyaz diye ayırma eğilimi var. Ya oradansın, ya buradansın. Ben kendi kalp ağrılarımı yazan bir insanım. Hatırlarsınız belki, bir şarkımı siyasi bir parti, kendi parti başkanlarına uyarlamak istedi... Kampanyada kullanmak istediler.
- HDP'ydi değil mi?
- Evet.. "Biz kendi dünyamızın şarkılarını yazıyoruz, müsaade ederseniz böyle kalsın" diye bir cevap yazdım. Müthiş üzerime gelindi. Ve kimse olayın doğrusunu yazmadı. Bambaşka yerlere çekildi durum. Bir yandan ben siyasetin içinden gelen, siyasete inanan biri de değilim. Benim siyasi ve dünya görüşümde vatandaş piramidin en geniş ve büyük alt tabanıdır. Devlet vatandaş için vardır.
- Şarkılarınızdan siyasi marş çıkarmaya çalışmak da, sözel ve ruhani dünyanızla hiç ilgileri olmadığını gösteriyor aslında?
- Ben bir sanatçı olarak kanaat önderi değilim. İnsanlar anlamadığım bir şekilde ikiye ayrıldı. Anlamadığım kısım şu, insanların anlayışsızlığı, insanları bir anda silebilmeleri, dışlamaları. Bu ayrıştırma önce bilinen, tanınan insanlar üzerinden yürütülüyor. Benim başucu şarkılarımın yazarı Mazhar Alanson "Şarkımı Kabe'de yazdım" diyorsa, yazmıştır. Kime ne bundan. Bu onun Mazhar Alanson'luğundan ne götürür... Ya da Fazıl Say'ın Sayın Cumhurbaşkanı'yla buluşması niye bu kadar rahatsız eder insanları. Güzel bir kontaktır bu. Üç yaşında piyano çalmaya başlamış, dünyaca bilinen bir dehanın davranış biçimlerini yorumlamamız, hakaret etmemiz hak mıdır? Bülent Ortaçgil, kendi naif üslubuyla birlik mesajı verdiyse, onu gömmek hak mıdır? Başka Bülent Ortaçgil var mı bu ülkede?
Pişmanlıklar insanı kemirir
- Yeni albümde Pişmanlık Sineması diye müthiş bir şarkınız var? 50 yaş pişmanlıklar üzerinde düşünme yaşı mıdır, daha çok mu kemirir ruhu pişmanlıklar?
Yaş aldıkça keşkelerin insanı kemirmesi şahane bir tanımlama oldu. Şu an kendimle konuşuyorum. Günün sonunda sana bir faydası var pişmanlıkları düşünmenin? Yok ama kemirir sizi işte. Büyük pişmanlıklar tabii. Detayını verip kimseyi üzmek istemem ama evliliğimi sürdürememiş olmak bir pişmanlıktır bana. "Ben bunu nasıl yaptım, niye yaptım" sorusu zordur. O şarkıda anlatıtğım gibi sadece aşk değildir pişmanlıkların konusu. Hani diyorlar ya "kendinizi affedin" diye, bazı pişmanlıklarda kırdığınız kişi sizi affetmezse siz kendinizi affedemiyorsunuz.
İnsan uzun vadede ölür!
- Bu albümde de bazı sözlerinizde var. Vaktiyle de vardı şu his: Kazanmak, kaybetmek umurunuzda değil gibi. Her an her şeyi bırakıp gidebilecek bir haliniz var...
- İnsan önemlidir tabii ki. Kendini de çevresini de ciddiye almalıdır ama kararında. Bir kızım var. 20 yaşında. Mimarlık okuyor. Benim için çok önemli. Ama bir yandan milyarlarca çocuk var. Abartmaya, özel fiyatlar ve değerler biçmemize gerek yok kendimize. Çok okuyan ve yönetmen sinemasına özel ilgisi olan bir adam olarak benden daha başka sözler duymak ister belki okurlar ama benim mottom şudur: İşletme okuduğum için, Keynes'ten aklımda kalan şu söz: "İnsan uzun vadede ölür!" Bu kadar. Soruyorlar üstada. "Siz hep teorilirinizde kısa ve orta vadeden bahsediyorsunuz, neden?" diye. Bu cevabı veriyor. "İnsan uzun vadede ölür." Bu bilgiye vakıf bir insanın kendisini çok ciddiye alması mümkün müdür!
Naifliği Barış Manço'dan öğrendim ve Kadıköy'e koştum, kendime yüzükler aldım
"Adana'dan gelmişim. İlk albümünden Lavinya her yerde çalıyor. O zamanlar Sabah Şekerleri programları moda. Oralara gönderiyor beni şirketler. Gidiyorum ben de mecburen. Bu şekerler, bir yandan monitörden makyajlarını tazelerken, yüzüme bile bakmadan, ellerine tutuşturulan kağıtlara göz gezdirerek, "Lavinya'yı kime yazdınız?" diye soruyor. Üslubuyla, hiç ukalalık yapmadan: "Sözleri Şair Özdemir Asaf'ın efendim" diyorum. Hiçbir şey olmamış gibi. "Hımm.." deyip başka soruya geçiyorlar. Öyle bir dönem. Ben nereye düştüm dedim... Sonra müthiş bir şey oldu. Barış Manço çağırdı beni programına. Şarkı yeni, ben yeni bir adamım. Programda şarkımı benimle birlikte söyledi. Müthiş mutlu oldum, nasıl bir onur oldu bu benim için anlatamam. Çocukluk kahramanımdan müzik olduğu kadar naiflik dersi de aldım. Ve Kadıköy'e koştum, kendime yüzükler aldım. Her birine isimler taktım. Ve içimden dedim ki "Bu müzik aleminde ben de Barış Manço gibi naif" olmalıyım. O çizgiyi de hep korumaya çalıştım çalışıyorum.
FOTOĞRAFLAR: İLHAMİ YILDIRIM