SABAH tarafından gerçekleştirilen Güçlü Türkiye'nin Güçlü Kadınları zirvesindeyim. Sahnedeki isimler kadının gücü ve yapabileceklerini anlatıyor. İçlerinde öyle biri var ki, bir kadın olarak güçlü duruşunun yanısıra aile kavramının da simgesi gibi. Sözünü ettiğim kişi Hülya Koçyiğit. Bundan yıllar önce çağının çok önünde bir iş yapıp, sinema sektöründe çok önemli bir oyuncu olarak adını yazdırmanın yanı sıra, aile hayatı ve sade yaşamıyla da toplumun örnek aldığı isimlerden biri.
Dur durak bilmiyor duayen oyuncu. Bir yandan kadına dair pek çok işin içinde yer alırken, diğer yandan kendisini bugünlere getiren sektörünü ihmal etmiyor. Son olarak TRT 2 ekranlarında yayınlanmaya başlayan Film Gibi Hayatlar programıyla ekranlarda... Sinemaya emek vermiş isimleri konuk ettiği programı, arşiv niteliğinde... Biz de hem kadınlar günü hem de yeni programı vesilesiyle buluştuk Hülya Koçyiğit'le... Her şeyi konuştuk:
- Yaşamınızda aile hep önceliğiniz oldu. Bu sizin güçlü bir kadın olmanıza engel oldu mu?
- Bu bir tercih. "Neyi yaşamak seni besliyor, doyuruyor?" sorusunun cevabı benim için ailem. Bu seyircimden de büyük bir karşılık gördü. Güvenilir ve inandırıcı geldim onlara. Bir eve girdiğimde o evin bacısı, ablası, yengesi olduğumu hissettirdiler. Bu benim de hoşuma gitti. Hollywood yıldızı olmak, çok beğenilmek gibi bir derdim yoktu. Oyuncu olmak, "Bu rolü en iyi Hülya oynayabilir" dedirtmekti benim derdim. Hiçbir zaman olduğumdan farklı biri olmadım. O zaman halk sahip çıkıyor. İnsanlar son dönemde yanıma gelip fotoğraf çektirdiğinde, "Siz bize rol model oldunuz" diyorlar. Hem ailesiyle hem iş hayatıyla kadın olarak saygıdeğer bir yerde olmak kıymetli.
- Kadınlar olarak yıllar içinde yol katettik mi?
- Kesinlikle. Eskiden kadınlar kendi kabuğundaydı, ev hayatı onlara biçilmiş bir roldü. Gerek filmler, gerek doğru rol modeller sayesinde çok farklı yerdeler artık. Hem iş hayatındalar, hem ailelerinin başında, hem kariyer basamaklarını tırmanıyorlar, hem de hobilerinin peşindeler.
- Bu kadar şeyin altından nasıl kalkıyorlar?
- Organize olmak ve istemek bu işin sırrı! Organize olduğunda çocuğuna da zaman ayırıyorsun, eşine de, işine de.
- Türk kadınının gücü de yadsınamaz... Değil mi?
- Tabii... Eli öpülesi mübarek kadın, sen nelere kadirsin! Ne kadar güçlüsün, ne kadar önemli yerdesin hayatımızda. Bugün ne mutlu ki, bilimde, ticarette, eğitimde, siyasette, sanatta yetişmiş çok önemli kadın figürleri var. Bugünün rol modelleri onlar. Kadın dediğin varlık toplumun temeli, anası! Çünkü nesilleri o yetişiriyor.
- Peki modern yaşamda kadının bireyselleşmesi yanlış anlaşılıyor olabilir mi?
- Allah kadına her şeyi idare edebilme yeteneğini vermiş. Başarı her şeyi bir arada yürütebilmek bana göre. Bireyselleşme yanlış anlamda empoze ediliyor. Kadın, erkek diye ayırmadan önce insanız. İnsan olarak kendimizi tanımalı, varlığımızı hazmetmeli ve insan gibi davranmayı düstur edinmeliyiz. Kendini beslemek, donatmak gerekiyor. Hele anne olduysan, çocukların sana bakarak yetişecekler.
EŞİM HEP SAYGILI VE SADIK OLDU
- Gelelim sizin özelinize... Eşiniz Selim Soydan ile aynı evin içinde güçlü bir kadın ve erkek karakter olarak bunca yıl birbirinizi nasıl idare ettiniz?
- Benim evliliğimde bir farklılık vardı; eşim Selim şöhreti en yukarıda yaşamış, en büyük alkışı almış,en büyük parayı kazanmış biriydi. Doymuş ve tatmin olmuştu. Ve biz evlendiğimizde 31 yaşındaydı. O zamana kadar delikanlılığını da yaşamıştı. Öyle bir noktada karşılaştık ki, onun benim şöhretimden ve kazancımdan herhangi bir komplekse girmesini gerektirecek hiçbir şey yoktu. Bunun haricinde güzel bir ailede yetişmiş ve büyük sevgi görmüştü. Kayınvalidem ve kayınpederimin birbirlerine hitapları, davranış biçimleri rüya gibiydi. Kadına nasıl davranması gerektiğini ailesinden öğrenmiş.Aşkına hep saygılı ve sadık oldu. Sürekli iltifat eder, takdir eder. O, "Daha iyi yerlerde olmalısın, ben bunun için ne yapabilirim?" diyen bir eş. Benim için büyük bir şans. Ona sorarsanız, bu şansı yaratan benim.
- Bunca yıllık tecrübenizle kadınlara neler önerirsiniz?
- Hiçbir şey sonsuz değil, kötü şeyler de. Kötü şeylerin bir nedeni var, mümkünse onu bertaraf etmeye çalışmak lazım. Bunun geçici olduğunu düşünerek yarına bakmalı, kafayı ileriye yöneltmeli. Kin tutan biri değilim, çok kolay da affederim ve kötü şeyleri çabuk unuturum. İyi şeyleri iseunutmam. Kendinizi hergün mümkün olduğu kadar eğitin, öğrenmeye açık olun, çünkü siz kadınlar ne kadar donanımlı olursanız yetiştireceğiniz çocuk da öyle olur. Öğrenmeye açık ve hayatın farkında olun. İçinizdeki masumiyeti ve çocuk ruhu kaybetmeyin. Küçük şeylerle mutlu olmayı bilin. Anlarınkıymetini es geçmeyin, o an biricik, başka yok. Ve herkesi olduğu gibi kabul edin, kimseyideğiştirmeye çalışmayın.
TERZİLERE BORÇLANIP KIYAFET DİKTİRİYORDUK
- Bir sinema programı yapıyorsunuz. Sektöre emek veren insanlarla bir araya geliyorsunuz. Fikir nasıl ortaya çıktı?
- Beş sene kadar önceydi; sosyal yaşamın içinde, toplumla iç içe, özellikle kadınları öne alan bir program yapma isteğim vardı. Bu fikrimi TRT ile paylaştım, onlara da cazip gelmişti. Bir müddet çalıştık ama olmadı. Sonrasında TRT 2'nin açılacağını söylediler. Mesleğimle ilgili bir format istediler. Bir süre bunun üzerine düşündük ama bir türlü kanal açılamadı. Nihayet kanal açılıyor diye haber geldi ve benim için düşündükleri sinema üzerine formatı hayata geçirdiler.
-Yeşilçam hak ettiği değeri ve ihtimamı görmeye başladı mı?
- Bir dönem Yeşilçam'ı eleştiren bir grup vardı, onlar Batı görgüsüyle yetişmiş, sinemayı Batı'da görüp seven bir gruptu. Bundan etkilenen okuyucular olabilirdi ama Türkiye geneline baktığınızda sinemamız çok değer gördü, baştacı edildi. Bugün hâlâ o filmler ilgiyle izleniyor. Her eleştiri de dikkate alınmalı elbette, daha iyi yapmalıyız.
- Yeşilçam'da filmler hangi şartlar altında çekiliyordu?
- Şimdinin imkanlarıyla çalışan insanlar bizim nasıl yoksunluklardan geldiğimizi, yaşadıklarımızı hayal bile edemezler. Bunları üzülerek, acınarak anlatmıyorum. Tam tersi gurur duyuyorum. Düşünün kullandığımız filmleri yurt dışından sipariş ediyorduk ve döviz sıkıntısı vardı. Bir film süresi içinde üç bin 600 metre film ihtiyacı var, elimizde 4 bin metre film olurdu. Tekrarı mümkün olmayan sahneler çekmemiz gerekirdi. Kameraların miadı dolmuştu. Raylı sistem yok, biz tahtaların üzerinden el arabalarıyla o sistemi sağlardık. Biz evlerimizden kıyafetler getirirdik. Terzilere borçlanıp diktiriyorduk. Türk halkı bu sinemayı çok sevdi. Dürüst, sıcak, samimi, kendi gibi... İyi ki adım adım o yollardan geçmişiz ve sinemayı bugüne taşıyacak köprü görevi görmüşüz.
KIZIMIN HASTALIĞINI DUYUNCA İSYAN ETTİM
- Kızınız da, siz de kanser atlattınız. İki güçlü kadın olarak çıktınız bu savaşlardan... Hangisi daha çok sarstı sizi?
- Tabii ki kızımın ki... Öyle bir şaşkınlık geçirdim ki, bir anda isyan ettim, "Allahım niye bana vermedin?" diye... Ama nasıl isyan. Bir sene sonra ben de kanser oldum. Çok yandı içim kızımın hastalığını duyunca, çok korktum. O beni tesseli etti, "Anne bu bir hastalık, tedavi olacağım, geçecek" dedi. Bir de bana sor. Kemoterapi ile kitleyi küçültecekleri bir devre geçirdi, bir yıla yakın. Çok zordu ama o dimdikti. Hatta kemoterapilerinde beni yanında istemedi. Çünkü çok duygusal davranıyordum ve onu etkiliyordum. Kendi başıma geleni duyunca şaşırdım çünkü hiç beklemediğim bir şeydi. Ama doktorum dedi ki, "Bu evrede bunu yakalamam bir şans." Çünkü akciğer kanseri çok ilerledikten sonra fark edilebiliyor. Bu şansı doğru değerlendirdik. Apar topar ameliyat oldum. Kemoterapi de görmedim. Sağlık çok kıymetli. Sen sağlıklıysan çevrene faydan olur.