Milletvekilliği, bakanlık, başbakanlık, TBMM Başkanlığı… Şimdi de AK Parti ve Cumhur İttifakı'nın 2019 İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı olan Binali Yıldırım'ın adını, hep siyasi arenanın en önemli kademelerinde görüyoruz. Yıllardır ismi 'mega projeler'le birlikte anılan Binali Yıldırım'ın, Erzincan'ın Refahiye İlçesi'nden çıktığı yolda en büyük destekçisi ise hep ailesi olmuş.
Bugünlerde, seçim kampanyası arifesinde, yoğun koşuşturma içinde olan sayın Yıldırım, isteğimizi kırmadı ve Tuzla'daki evlerine bizi davet etti. Eşi Semiha Yıldırım hanımefendi ile beraber bizi çok güzel ağırladılar ve sorduğumuz soruları içtenlikle cevapladılar. Semiha Hanım'ın kendi elleriyle hazırladığı sofrada beraber yemek de yedik. Lahana ve yaprak sarmaların tadı hâlâ damağımızda…
Seçim kampanyasında yeni kavramlarla karşımıza çıkıyor Yıldırım. En önemlisi İstanbul 4.0 diye bir vizyon geliştirmiş. Peki ne demek bu İstanbul 4.0? Sadece bu da değil, çevreci ve organik kampanya kavramlarından, yatay mimariden bahsediyor. Bunlar yıllardır duymaya alışkın olmadığımız kavramlar. Hepsini bir bir anlattı.
Yıldırım ailesinin evlerinde geçirdiğimiz dört saat boyunca sadece kampanyalarından konuşmadık tabii. Çocukluk anılarından eşiyle tanışma hikayesine kadar birçok yere uzandı sohbet.
İki yıl önceki nikah törenimizde bizi kırmayıp şahitlik eden sayın Yıldırım'a ilk soruyu o gün bize verdiği 'mutlu evliliğin sırrı' üzerinden sordum:
- İki sene önce şereflendirdiğiniz evlilik törenimizde bize evliliğin sırrı olarak şu anahtar cümleyi söylemiştiniz: "İtaat et, rahat et!" Mutlu bir evlilik için de "Peki" demeyi tavsiye etmiştiniz. Şimdi eşiniz hanımefendinin yanında soralım. "Peki" demeye devam ediyor musunuz? Uzun ve mutlu bir evlilik için başka altın kurallarınız var mı?
- Bu saatten sonra başka kurala ihtiyaç yok. Bunların ikisi kafi. Birbirimizin huyunu suyunu öğrendik artık. Bu iki altın kural ziyadesiyle yeter. Peki demek her zaman güzeldir. İnatlaşmaktan bir şey çıkmaz. Baktın ki eşin ısrarcı, sen peki diyeceksin. Evliliğimiz boyunca bunu benimsedik.
- Nasıl tanışıp evlendiniz? Size kolay kız verdiler mi?
- Semiha Hanım'la biz yabancı değiliz. Dedelerimizin babaları kardeş. Semiha Hanım'ın babası öğretmendi, ben ona 'amca' derdim. Benim babama da Semiha Hanım 'amca' diye hitap ederdi. Dört kuşak olmasına rağmen bu bağlar bizde çok kuvvetlidir.
- Sık sık görüşüyor musunuz akrabalarınızla?
- Her Ramazan'da biz İstanbul'da geleneksel bir iftar veririz. Her yıl akraba sayısı, yeni çocuklarla 10-15 artar. Şöyle söyleyeyim, 15 sene önce 200 kişi ile başladık. Şu anda 600'ü geçiyor. Ramazan Bayramı'nın bir gün öncesinde iftar yapıyoruz. Orada bayramlaşıyoruz. Sonra herkes bir tarafa dağılıyor.
15 TEMMUZ GECESİ BU EVDE KARARGAH KURDUK
- Bunca yıldır Ankara'da olmanıza rağmen İstanbul'daki evinizi kapatmamışsınız. Ne zamandan beri bu evde oturuyorsunuz?
- Biz bu evde doğru dürüst oturmadık. 2002'de Acıbadem'de oturuyorduk. Milletvekili seçildikten sonra Ankara'ya taşındık. Ama evi kapatmadık. Sonra çocukların, torunların yanına gitmek için Ümraniye Atakent'e taşındık. Daha sonra da bu eve geçtik. Yedi senedir İstanbul'a geldiğimizde bu evde kalıyoruz. 15 Temmuz gecesini bu evde geçirdik, ilk saatlerde karargahımız bu evdi.
- O gece televizyonlara yaptığınız konuşmayı bu evden mi gerçekleştirdiniz?
Tabii. Üst katta bir ofisimiz var. Sonrasında bu evden kara yoluyla Ankara'ya gittik.
1967'DE İSTANBUL'A GELDİM
- Gelelim asıl konumuz olan İstanbul'a. Ortaokul yıllarınızda ilk adım attığınız İstanbul ile bugünkü İstanbul'u mukayese eder misiniz?
- Benim ilk İstanbul'a gelişim 1967 yılındaydı. O yıllardaki İstanbul çok farklı bir şehirdi. Kasımpaşa İplikçi denilen bölgede bir tonoz vardı. Sağında solunda Arnavutların marul bahçeleri sıralanırdı. Çağlayan'a çıkan o yol daha yapılmamıştı, her yer marul bahçesiydi. Ben Tarlabaşı'nda oturuyordum. Tarlabaşı'nın bütün sokakları Arnavut kaldırımıydı. Mahalledeki Arnavutlar atlara sebze meyve sepetlerini yükler, mahalle mahalle dolaşır satardı. Bizim sokağın neredeyse üçte biri Rumdu. Hepimiz aile gibiydik. Herkes evinin önüne çıkar, sohbet ederdi. Güzel bir ortamdı.
- Neden Tarlabaşı'nı tercih etmişsiniz?
- Rahmetli dedem İstanbul'a ilk geldiğinde Mecidiyeköy'den büyük bir arazi verelim demişler. Parası da var… "Ben zaten köyden geliyorum, çamurun içinden geliyorum, ne işim var burada" demiş. Tarlabaşı'nda hazır bina satın almış.
ALTYAPI TAMAM SIRA ÜSTYAPIDA
- Binali Yıldırım adı artık "mega projelerin adamı" olarak biliniyor. Yedi tepeli şehir İstanbul'da yedi mega projede imzanız var. Bu durum şehrin beklentisini de yükseltti tabii. Artık İstanbulluyu öyle sıradan projeler heyecanlandırmıyor. Heyecanı yükseltecek neler yapacaksınız?
- Aslında altyapı olmadan hiçbir şey olmuyor. Ama bugünün önemli konusu altyapı değil. Bugünün konusu gençler. İstanbul'da yaşayanlar geleceğe nasıl bakıyorlar? Bizim ilgilendiğimiz soru bu. Tabii eğer Marmaray olmasaydı, Avrasya Tüneli, Yavuz Selim Köprüsü olmasaydı, İstanbul Büyük Havalimanı, Kuzey Marmara Otoyolu olmasaydı, o zaman bunların yokluğu daha çok hissedilirdi. İnsanlar "Biz bu çileyi çekmeye mecbur muyuz?" diyebilirdi. Şimdi kısmen bir rahatlama var. Başka konular öncelikli hale geldi. Türkiye'nin her tarafında altyapı tamam. Bundan sonra üst yapıya daha çok eğilmemiz lazım. İstanbul 4.0 dediğimiz vizyon bu.
- Üst yapıdan kastınız ne? Nedir tam olarak İstanbul 4.0?
- Şimdi çok güzel arabanız var ama yol yok gidemiyorsunuz. Ama bizde yol var. Dolayısıyla arabanız işe yarayacak, daha hızlı gideceksiniz, zamandan daha çok kazanacaksınız. Daha çok yatırım yapacaksınız. Yani ekonomiye yönelik faaliyetler bundan sonra İstanbul için öncelikli konular arasına girecek. İstanbul'da hatırı sayılır bir genç nüfus var. İki buçuk milyon civarında. Bu nüfus esasında hem avantaj hem dezavantaj. Avantajı şu: Genç nüfus demek enerji demek, üretkenlik demek. Ülkeyi geleceğe taşımak demek. Dezavantajı ise şu: Eğer bu gençleri yerli yerinde değerlendiremezseniz, bu sefer büyük bir sorun olarak karşınıza çıkıyor. Yaşanan bağımlılık meselesi, terör meselesi ve diğer huzursuzlukların kaynağında genç işsizliğin artması da var. Bu sadece Türkiye'nin değil tüm dünyanın meselesi. En gelişmiş ülkelerde bile genç işsiz sayısı yüzde 25'lerin üzerinde. Bu neden oluyor? Çünkü dünyada bir değişim yaşanıyor. Hızlı şehirleşmeyle genç nüfus artık köylerde yaşamak istemiyor. Türkiye'de de böyle. Bu 10-20 sene önce böyle değildi. Nüfusun yüzde 40'tan fazlası kırsalda yaşıyordu. Babasından devraldığı tarlasını, davarını kendine bir iş olarak görüyordu. Ama şimdi gençleri oralarda tutamıyoruz. Dünyayı görüyorlar. Şehir hayatını özlüyorlar. Büyük fırsatların şehirlerde olduğunu düşünüyorlar. Ancak yeterince altyapı olmadığı zaman bu karşınıza sorun olarak çıkıyor. Nitekim İstanbul'un belirli mahalleleri uzun zaman, terörün istismar alanı haline geldi. Şimdi büyük ölçüde sona erdi ama potansiyel olarak böyle bir sıkıntı yaşanabilir.
- Yapılması gereken ne peki?
- Genç nüfusu üretime ve geleceğin teknolojilerine yönlendirmek.
- Nasıl yapılabilir bu?
- Belediyenin İSMEK diye bir kuruluşu var. İSMEK daha çok geleneksel sanatlarla ilgileniyor. Buna bir bilim akademisi, bir teknoloji akademisi ekleyip; yapay zeka, robot teknolojileri gibi başlıklar eklenerek gençler gelecek teknolojileriyle buluşturulabilir. Onlara fırsat sağlanabilir. Özetle, gerek Türkiye'de gerek İstanbul'da bundan sonra altyapıda kaynak tüketmenin anlamı yok. Üst yapıya yani insana yatırım yapmak gerekiyor. Mesela bilim hangarları var. Fikri olan herkes bir araya geliyor. Herkes projesini görücüye çıkarıyor. Aynı zamanda büyük yatırımcılar da orada yerini alıyor. Orada yatırımcılar bu fikirlerden ilgisini çekeni beğeniyor ve start-up projeleri desteklenmiş oluyor. Sonunda bakıyorsunuz, birkaç milyonla başlayan bir iş birkaç senede milyarlara ulaşabiliyor. Bakın anlı şanlı yüz yıllık firmalar var. İsimlerini vermeyelim, bu büyük firmaların ciroları her yıl küçülüyor. Ama geçmişi 10-15 yılı geçmeyen bilişime dayalı IT firmalarının müthiş bir hızla büyüdüğünü görüyoruz. Bugün dünyanın en büyük firmalarını sıraladığımız zaman ilk 10'da hep bilişim firmaları var. Bunların geçmişine baktığımız zaman topu topu 20 sene. 150 yıllık firmalar erimeye, kan kaybetmeye devam ediyor. Bu da şunu gösteriyor. Teknolojinin önünde kimse duramaz. Ya değişmeye, gelişmeye kendinizi uyduracaksınız, ya da kaderinize razı olacaksınız.
- İstanbul'un her işi halloldu, altyapı olayı tamam diyebiliyor muyuz?
- Böyle dersek yalan olur. Bugün hâlâ trafik en büyük problem. Bu sadece İstanbul'un değil dünyanın tüm büyük şehirlerinin problemi. Ama İstanbul biraz geç kaldı.
- Neye geç kaldık?
- Toplu ulaşımda geç kaldık. Toplu ulaşımda raylı sistemin payı şu anda yüzde 18. Bunu önümüzdeki beş yıl içinde yüzde 48'e çıkaracağız.
- Nasıl yapacaksınız bunu?
- Şu an 170 kilometre olan raylı sistemi 518 kilometreye üzerine çıkartacağız. Bakın tipik bir örnek olsun diye anlatayım. Londra ile İstanbul'un raylı sistemi aynı tarihte başlıyor. 1870'li yıllar… Biz Karaköy-Tünel nostaljik raylı sistemini yapmışız. Ve ondan sonra bırakmışız. Osmanlı'nın son zamanları, iktidar kavgası, İttihat Terakki- Osmanlı arasındaki çekişmeler, Balkan Savaşları ve nihayet İstiklal Savaşı derken sıra buna gelememiş. İngilizler ise devam etmiş, 400 kilometre raylı sisteme ulaşmışlar. Şimdi biz 100 yıl gecikmeyle bunu yapıyoruz. Önümüzdeki beş yıllık dönemde 500 kilometrenin üzerine çıkacağız. Ama bu tek başına yetmez. Aynı zamanda taşıma türleri arasında da bir entegrasyon sağlamak gerekiyor. Şimdi metrodan indin, özel araban da yok, ne yapacaksın? Evin ya yürüme mesafesinde olacak ya da bir başka araçla evin yakınına gidebileceksin. Bizim toplu taşımadaki hedefimiz önümüzdeki beş yıl içinde İstanbul'un genelinde bulunduğunuz herhangi bir yerden en fazla 750 metre yürüyerek bir metro istasyonuna ulaşabileceksiniz. Biz 2002'de havacılıkta bir hedef koyduk. Dedik ki, her vatandaş her yöne 100 kilometre gittiğinde bir havaalanıyla karşılaşacak. 26 tane havalimanı vardı, 56'ya çıkarttık. Aynı hedefi İstanbul'a bu şekilde uyarladık.
ÇEVRECİ VE ORGANİK KAMPANYA
- 11 maddelik manifesto hazırladınız. 'Çevreci kampanya' kavramı çok ilgi çekti. Görüntü ve ses kirliliği yerine sosyal medyayı mı tercih edeceksiniz?
- Mümkün olduğu kadar onu yapacağız. Ancak çok iddialı olamam. Eğer bunu rakipler ihlal etmezse biz son ana kadar bu çevreci kampanyayı sürdüreceğiz. Çünkü artık iletişim kanalları çok gelişti. İnternet, sosyal medya varken böyle bayraklar ve ses kirliliği hem fuzuli masraf hem çevreye zarar ve rahatsızlık veriyor. Ümit ederim herkes buna riayet eder de böyle tamamlarız.
- Bir de 'organik kampanya' kavramını kullanıyorsunuz. Organik kampanya ne demek? Siyaset literatürüne yeni kavramlar sokuyorsunuz.
- Üzerinde kurgu yapılmış, senaryosu hazırlanıp ona göre icra edilen bir kampanya değil de, bir yere gidip orada arabadan inip, rastgele insanlarla temas etmek, onları dinlemek üzerine kurulu… Hayatın normal akışında nasıl davranıyorsak o şekilde bir kampanyayı kastediyorum. İnsanlar şundan hoşlanmıyor, geliyorsun, millet toplanıyor, nutuk atıyorsun, gidiyorlar… Bu hem insanların beklentilerini karşılamıyor hem de onların konuşma fırsatları olmuyor. Asıl şu dönem konuşması gereken vatandaş. Biz değiliz. Biz daha çok dinleyeceğiz daha az konuşacağız. Ben ilçe adaylarımıza da hep söylüyorum. İki dinleyip bir konuşacağız. Çünkü Allah bize iki kulak, bir ağız vermiş. Bundan da anlaşılıyor ki daha çok dinleyelim, daha az konuşalım.
- İstanbul'da nüfus giderek artıyor. Artık şehirde yer yok. Ve siz yatay belediyecilikten bahsediyorsunuz. Bu nasıl mümkün olacak anlatır mısınız?
- Şehrin nüfusunun bundan sonra çok hızlı artması beklenmiyor. Doğu ile batı arasındaki refah uçurumu azaldı. Bunu biz 15 yılda başardık. İnsanlar en fazla iki saatlik bir uçuşla istediği ile gidebiliyor. Mevcutta iyileştirmeler yapmamız lazım. Mesela deprem konusu… İstanbul'un en yakın tehdidi depremdir. Kartal'daki olayı gördük, ortada deprem falan yok, sekiz katlı bina bir anda yerle bir oldu. Birçok vatandaşımız hayatını kaybetti. Acil depremsel dönüşüm ihtiyacı var. Bunları yaparken, fırsat bu fırsat yatay mimariyi daha etkin kullanıp, yetirince yeşil alanları tahsis edilmiş ve mahalle kültürünün yaşanabildiği mekanlar oluşturmamız lazım.
AVRASYA TÜNELİ'NDE İKİ ANI: BEN SİZE BİR ARALIK DEDİM
"Avrasya Tüneli'nin çalışmalarını biraz sessiz sedasız yürüttük. Her şeyi yaptık, hazırladık, Marmaray'ın kontrolü için Tayyip Bey 'Bir gidip dolaşalım' dedi. 26 Şubat 2011. O gün de doğum günü. Tünelin içinde pasta kestik. Oradan çıkarken dedim ki "Efendim şurada yakında bir etkinliğimiz var, oraya da bir uğrasak iyi olur." Gittik, bir baktı, Avrasya Tüneli'nin temel atma töreni. "Bu nereden çıktı" dedi. "Kardeş geliyor Marmaray'a kardeş" dedim. Güzel bir sürpriz oldu.
"20 Aralık 2016 günü Avrasya Tüneli açılış töreninde, Tayyip Bey bana sordu: Sen bunu 1 Aralık'a açacaktın, niye böyle oldu? Bugün ayın 20'si… Dedim ki 'Efendim siz yanlış anlamışsınız, ben size 1 Aralık demedim, bir aralık açarız dedim…"
76 MODEL ARABANIN HİKAYESİ
- Devlet Bahçeli ile görüşmeye giderken kullandığınız 1976 model klasik otomobiliniz çok konuşuldu. Bu otomobilin bir hikayesi var mı? Neden Bahçeli'ye giderken böyle bir tercihte bulundunuz?
- Büyük oğlum Bülent'in arabasıydı o. Bülent yoktu burada, arakladık gittik arabasını. Araba Erzincan plakalı. Büyük oğlum işi gereği sık sık Erzincan'a gidip geliyor. Genelde de 76 model bu arabayı kullanıyor. Akla ziyan bir iş yani.
- Sayın Bahçeli de bu tür klasik araçları seviyor değil mi?
- Tabii, kendim sürerek gittim, hatta onunla bir tur attık. Oğlum bunu duyunca hanımına "Ödüm kopuyor, babam arabayı hediye edecek diye…" demiş.
SEMİHA HANIM'DAN EĞİTİM PROJESİ
- Eşiniz hanımefendi Semiha Yıldırım da seçim döneminde aktif olarak kampanyanın içinde yer alacak mı? Bir öğretmen olarak Türkiye'nin her yerini dolaştığı için, Türk insanını en iyi gözlemleyen insanlardan biri kendisi.
- 81 ilde 81 anaokulu projemiz var. Bu okulların bir kısmı yapıldı, şu an faaliyette. Bir kısmı ise yapılma aşamasında. Bu sene yedi tanesini daha açacağız Allah nasip ederse.
HANGİ ŞEHİR DAHA ZOR?
- Hem öğrencilik yıllarınızda, hem de çalışma hayatınız boyunca yurtdışında çok bulundunuz. Avrupa'nın birçok şehrinde yaşadınız, oradaki hayata tanıklık ettiniz. Belediyecilik anlayışı ve şehir hayatı bağlamında o şehirlerle İstanbul'u karşılaştırabilir misiniz? Hangi şehir daha zor?
- Karşılaştırmak çok zor. İki sene Malmö'de kaldım. İsveç'in güneyinde bir şehir. O şehirle İstanbul'u zaman zaman gelip giderken karşılaştırırdım. Huzurevi gibi şehirdi. Ses yok, korna sesi duyamazsınız, akşam dokuzdan sonra kimseyi göremezsiniz. Her şey o kadar düzenli ki insanı rahatsız ediyordu. İstanbul gibi çok hareketli, çok gürültülü, bir sürü düzensizliğin olduğu bir şehirden oraya gidince iki ay kendime gelemedim. Gidiyorsun otobüs durağına, otobüsün saati için 15.22 diyor, otobüs saat tam 15.22'de geliyor. 'Burası ne biçim memleket' diyordum. Aşırı düzen ve tertip rahatsız etti beni. Oradan İstanbul'a geldiğimizde de alışmak birkaç ayımızı aldı. Daha havaalanından olumsuzluklar başlayınca isyan ederken buldum kendimi. İlerleyen günler kafamı duvarlara vurdum, 'Burası Malmö değil, İstanbul'a geldin, aklını başına topla' diye…
FOTOĞRAFLAR: MURAT ŞENGÜL