Zamanın sadece biz insanları mı yıprattığını düşünüyorsunuz? Yaşlanmak sadece insanlara mı mahsus? Eşyaların eskimesi de bir nevi yaşlanmak değil midir? Evet, tıpkı bizim gibi eşyalar da zamanla olgunlaşıyor. Bizim saçımıza aklar düşerken bir halının renkleri soluyor. Yüzümüz kırışıklarla dolarken bir tablonun yüzeyini çatlaklar kaplayabiliyor. Ancak teknoloji insanlar için ilerliyor ve yaşlılığın izlerini yok etmek için yeni yöntemler bulunuyor.
Zamanla oluşan hastalıklarımızdan uzman doktorlar sayesinde kurtulup hayatımıza kaldığımız yerden devam edebiliyoruz. Bu durum eşyalar için de mümkün. Türkiye'de de artık tarihi eserleri bir doktor gibi itinayla restore eden muhteşem ekipler var. Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı restorasyona ihtiyacı olan tarihi eserlerimizi teker teker tespit etmiş ve şu günlerde yurdun birçok yerinde alanında uzman ekipler pek çok eseri gelecek kuşaklara aktarabilmek için restore ediyor. Asırlık eserlere dokunan bu eller onların zaman içinde yok olmasını engelleyip ata yadigarlarını yeni kuşakların da görebilmesi için onarıyor.
Biz de restore edilen bu eserlerin izini sürdük ve Milli Saraylar'ın başlattığı İkinci Abdülhamit tarafından yaptırılan 120 yıllık halının, Dolmabahçe Sarayı'nın en gösterişli yerlerinden biri olan Süfera Salonu'nun ve Sait Halim Paşa Yalısı'nda 150 yıldır asılı olan Çölde Av adlı tablonun restorasyon süreçlerini yerinde izledik. Dünya standartlarında bir çalışama yürütülüyor. Özel teknikler ve işini itinayla yapan ekipler işlerinin başında. Ekipler restorasyon çalışmalarını sürdürürken ilginç olaylarla da karşılaşıyor. Süfera Salonu'nun 160 yıldır ilk kez yerinden oynatılan parkelerinin altından esrarengiz bir şişe çıkıyor.
Ortaya çıkan ahşap bir kirişin mimari sırrı ekibi hayrete düşürüyor. Bekçi Yunus'un yüzyıllık notu duygu dolu anlar yaşatıyor. Sait Halim Paşa Yalısı'nda çıkan yangından hasar almadan çıkan efsunlu tablo ve Türkiye'nin en büyük halısının hikayesi hepimizi etkiliyor. Bugün Beşiktaş'tan Mısır'a Sarıyer'den Hereke'ye giderek tarihe tanıklık etmiş eserlerimizin gün yüzüne çıkan sırlarını ve Milli Saraylar'ın dünya standartlarında gerçekleştirdiği restorasyon süreçlerinin detaylarını öğreneceğiz.
TÜRKİYE'NİN EN BÜYÜK HALISI
Bundan yaklaşık 130 yıl önce sarayların halılarının dokunduğu Hereke Halı ve İpekli Dokuma Fabrikası'nda hummalı bir çalışma var. İkinci Abdülhamid'in emri ile 468 metrekarelik devasa büyüklükte bir halı dokunuyor. Bu halı İstanbul'un Beşiktaş semtinde bulunan Yıldız Şale Köşkü'nün Tören Salonu'na serilecek. Halının şemasını saray ressamı Emil Meinz çiziyor. Ancak halı ebatlarının büyük olması nedeniyle var olan fabrikada dokunamıyor. Fabrikanın hemen yanına bu halının dokunması için bir yer inşa ediliyor ve özel bir tezgâh yapılıyor. Halı 20 kişi tarafından dokunarak tam 10 yılda tamamlanıyor. Türkiye'nin en büyük halısı, Alman İmparatoru II. Wilhelm'in ziyareti için 1897'de yaptırılan Yıldız Şale Köşkü'nün tören salonuna serilerek kullanıma giriyor. İşte bu halı 120 yıldır o salonda tarihe tanıklık ediyor.
SALONA ÖZEL TASARIM
Bu tarihi tanık, Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı tarafından ilk kez serili olan yerinden kaldırıldı ve yılların ondan götürdüklerinin tekrar iade edilmesi için restore edilmeye başlandı. Ancak bu oldukça özenli ve titiz bir çalışmayla gerçekleşiyor. Halıdaki motifler gelişigüzel çizilmemiş. Salonda kullanılacak eşyalarla uyum içinde olması için özel bir çalışma yapılmış. Halıdaki üç göbek tam üstünde bulunan üç avizeye denk gelecek şekilde dokunmuş. Duvar, alçı, kapı süslemeleri, şömine, mobilya, büyük şamdan ve vazolar da dikkate alınarak halının tasarımı oluşturulmuş. Bu bilginin doğruluğu ayrıca belgelenmiş.
DEV HAVUZDA YIKANDI
Halı, üç ton ağırlığında, 14,5 metre eninde ve 29 metre uzunluğunda olduğu için saraydan çıkarılması kolay olmadı. Halının taşınması için 50 kişilik bir ekip çalıştı. Özel malzemelerle bir rulo haline getirilen halı, iki vinç arasına gerilen bir zincir halat yardımıyla restorasyonu için hazırlanmış özel bir yapıya taşındı. Bu özel yapıda halı ilk olarak kuru temizlemeyle tozlarından arındırıldı. Ardından İstanbul Teknik Üniversitesi Tekstil Mühendisliği Laboratuvarları'nda seçilen halıya zarar vermeyecek niteliğe sahip özel temizlik malzemeleriyle yıkandı. Halının yıkanması 24 saat sürdü. Ardından özel bir mekanizmayla gerilerek kurutuldu.
TAMİR EKİBİYLE BULUŞTUK
Restorasyon sürecini gözlemlemek için biz de Yıldız Şale Köşkü'nün bahçesine kurulan özel mekana gittik. Atölye ekibi ile teker teker görüştük. Hepsi bu işi ustaçırak ilişkisi ile öğrenmiş tecrübeli kişiler. Hünerli elleri tarihin kalbine dokunup onlara hayat veriyor. "Ecdadımızın bize bıraktığı bu emaneti en iyi şekilde restore ettikten sonra gelecek kuşaklara bırakabilmek bizim en büyük mutluluğumuzdur' diyorlar. Milli Saraylar halı atölyesinin halı tamir ustası ve ustabaşı Mustafa Köksal halıdaki yıpranmaların daha çok güve yenikleri, katlanmadan dolayı oluşan potluklardan ve üzerine denk gelen kalorifer petekleri nedeniyle oluştuğunu söylüyor. Ayrıca halı yerleştirilirken salondaki şömineye gelen yerleri kesilmiş. Bu bölgeler de özenle tamir edilecek.
?BEKÇİ YUNUS'UN YÜZYILLIK NOTU
Şu günlerde Dolmabahçe Sarayı'nın içinde buluna Süfera Salonu'nda Milli Saraylar Başkanlığı tarafından gerçekleştirilen bir restorasyon çalışması var. Süfera Salonu zamanında büyükelçilerin ağırlanması için yapılmış. Devletin büyüklüğü ve zenginliğini göstermek için de oldukça şatafatlı döşenmiş. Osmanlı Devleti'nin dış dünyaya açılan penceresi niteliğindeki Süfera Salonu, tavanında ve dekoratif unsurlarında altın varakın en çok kullanıldığı alanlardan biri.
Devletin güç ve ihtişamını en küçük detayında bile gösteren salonda yürütülen çalışmalarda sürprizler de yaşanıyor. Restorasyon ekibi ahşap döşemeleri restore ederken altında küçük bir şişe buldu. Bu şişenin ne amaçla buraya konulduğu bilinmiyor. Ancak şişenin içinde yapı malzemesi olduğu sanılıyor ve kesin sonucun belirlenmesi için şişe incelenmek üzere laboratuvara gönderildi. Süfera Salonu'ndaki çalışmalar, 160 yıl önce yapı işlerinde kullanılan malzemenin büyüklüğü ve dayanıklılığı konusunda da çarpıcı ipuçları veriyor. 665 metrekarelik salonda parkelerin altına döşenen 20 metrelik yekpare kiriş, restorasyon ekibini bile şaşırtacak uzunlukta. Devasa ahşap kiriş, Karadeniz Bölgesi'nde yetişen bir çam türünden elde edilmiş ve üzerindeki döğme çiviler oldukça dikkat çekici.
Yine zeminde, kirişlerin üzerinde kullanılan 13 metrelik tek parça kaplama tahtalarına sadece Dolmabahçe Sarayı gibi büyük ve tarihi yapılarda rastlanıyor. Restorasyon çalışmalarında insana dair duygu dolu ayrıntılar da ortaya çıkıyor. Süfera Salonu'na açılan elçi kabul odasının çatı arasında bulunan Osmanlıca not, hayret uyandırıyor. Üzerinden kat kat sıva ve boya söküldüğünde ancak bir kısmı okunabilen notun 'Bekçi Yunus'a ait olduğu sanılıyor. Yanına hicri ay olarak 1333'ün düşüldüğü notta kısmen şu ifade yer alıyor: "Bekçi Yunus 1333 yılı... Dolmahçe-i Hümayun elektrik tellerini tefriş için bu saray üzerine çıkıp burada oturmuşlardır. Yani nevbet beklediği. 22 Teşrin-i sani 1333 / 22 kasım 1917. Harb-i Umumi'nin iş bu... zamanı, Yunus"
USTALAR İZ BIRAKMIŞ
Süfera Salonu'nda çalışma yürüten kalemkârların rastladığı notlar, Bekçi Yunus'la sınırlı değil. Sıva altına yazılmış Ermenice bir not, elçi kabul odasının duvarında görülen ve kurşun kalemle çizilmiş desenler, saray inşa edilirken çalışan ustaların izlerini taşıyor. Osmanlı'nın prestij salonu sayılan Süfera'nın restorasyonunda rastlanılan özgün yapı malzemelerinden biri de parkeler. 160 yıl önce Avrupa'dan karolar halinde getirilen, birbirine geçmeli parkelerin çoğu zamanla aslına uygun bir şekilde yenilenmiş ancak restorasyon sürecinde önemli bir veriye ulaşıldı. Salonun orta kısmında ve şömine önlerinde özgünlüğünü yitirmemiş ve bugüne kadar hiçbir müdahale görmemiş parkeler yer alıyor. Süfera Salonu ve çevresindeki odaların duvarlarında yürütülen konservasyon çalışmalarında Osmanlı'nın bu alan için ağırlıklı olarak kırmızı rengi tercih ettiği belirlendi. Saray'da daha çok güç ve iktidarın görünür kılınmak istendiği alanlarda kırmızı renk kullanılmış. Bu kırmızı doku özgün haliyle muhafaza altına alındı.
ÇÖLDE AV'IN ESRARI
Size efsunlu bir tablodan bahsedeceğim. Hem efsunlu hem de oldukça şanslı bir tablodan... Sait Halim Paşa Yalısı'nda 150 yıldır asılı olan Çölde Av adlı tablodan bahsediyorum. Onun için neden böyle esrarengiz cümleler kurduğumu birazdan daha iyi anlayacaksınız. Tablo 1865 yılında dönemin ünlü ressamlarından olan Felix Auguste Clement tarafından yapılıyor. Clement aynı zamanda Sait Halim Paşa Yalısı'nın iç mimarı. Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın da av arkadaşı. Tabloda çölde ceylan avına çıkmış, av sonrası dinlenen ve avla ilgilenen 13 kişilik bir ekip resmedilmiş. Aralarında Kavalalı Mehmet Ali Paşa da, ressam Clement de bulunuyor. Clement eseri Mısır'da çizmiş. Tabloda ilginç bir detay da var. Odanın neresinden bakarsanız bakın atın gözleri sanki sizi takip ediyor. Bu zamanla bir efsaneye dönüşüyor.
YANGIN DA GÖRDÜ DEPREM DE
Yalı 1878 yılında tamamlandığından beri tablo asıldığı duvarda hiç indirilmeden 140 yıl boyunca duruyor. Yalıda defalarca yangın çıkıyor, depremler oluyor, bir yük gemisi çarpıyor ve çeşitli istilalara maruz kalıyor. Ancak yalıda baki kalan tek eser bu tablo oluyor. Her şeye rağmen hayatta kalmayı başaran bu tabloya bu yüzden efsunlu deniliyor. Tablo 35 metrekarelik boyutuyla dünyanın sayılı eserlerinden biri. Şimdilerde ise 140 yıl asılı olduğu duvardan ilk kez indirilerek Milli Saraylar tarafından uzman ekipler gözetiminde yalıdan taşındı. Çünkü Sait Halim Paşa Yalısı Milli Saraylar'a ait değil. Ancak tablo Yıldız Sarayı envanterine kayıtlı. Yıldız Sarayı Milli Saraylar İdaresi'ne ait olduğu için kurum tablosuna sahip çıkıyor. Amacı daha emniyetli ve korunaklı bir yerde ziyaretçilerin beğenisine sunmak. Milli Saraylar bu amaçla tabloyu Milli Saraylar Resim Müzesi'ne taşıdı ve burada uzman bir ekip tablodaki hasarları belirleyerek restore ediyor. Tablo üç ay sonra Resim Müzesi'nde oluşturulan oryantalist tablolar bölümünde sergilenecek.