Klasik Türk Müziği'nin en naif eserlerine imza atan bir usta var karşımızda... "Kalbe dolan o ilk bakış unutulmaz unutulmaz"dan "Kadehinde zehir olsa ben içerim bana getir"e, "Yine yakmış yar mektubun ucunu"dan "Yoksun diye bahçemde çiçekler açmıyor"a 300'ün üzerinde bestesi bulunan büyük bestekar Erol Sayan. Ömrünün bilgelik yıllarında... 84 yaşında. Sert görünümlü... "Bu biraz da öğretmenlikten kaynaklanıyor, aslında sert biri değilim" diyor. Söyleşimiz ilerledikçe biz de tanık oluyoruz ki, bu sert görünümlü ustanın incecik bir ruhu, altın gibi bir kalbi var... Bu yıl Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Ödülleri'nde müzik dalında ödül alan Sayan'la, bir araya geldik. Hem müzikal yolculuğunu, hem hayatının önemli dönemeçlerini konuştuk. Ünlü bestekâr, tamburî, müzikolog, şair Erol Sayan 1936 yılında Kastamonu Araç'ta doğuyor.
Babası, Taşköprülü Abdullah Bey, annesi ise İnebolulu Şerife Hanım. İlk öğrenimini Havza ve Tosya'da tamamladıktan sonra, 1953 yılında Çankırı Endüstri Meslek Lisesi'ni bitiriyor. 1961 yılında Ankara Radyosu sanatçı sınavını kazanıyor ve enstrüman olarak tamburu seçiyor. Dr. Recai Özdil'den aldığı armoni bilgisini eserlerine uyguluyor ve bu konuda derinlemesine araştırmalar yapıyor. Hocası İsmail Baha Sürelsan'ın evindeki akademik müzik çalışmalarına katılıyor. 1963 yılında Türkiye ve Ortadoğu Amme Hizmetleri İdaresi Yüksek İdarecilik Kursu'nu tamamlıyor. 1954'te başladığı müzik çalışmalarında edindiği bilgileri 1964 yılına kadar Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu'ndaki öğrencilere teorik olarak veriyor ve daha sonra temel bilgiler yanında koro çalışmaları da sürdürüyor. 1965 yılında Ankara Radyosu Türk Müziği Şubesi'nde çalışmaya başlıyor.
1967'de Ankara'nın ilk Türkiye'nin ikinci üniversite korosunu Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde kuruyor. Konserlerin yanı sıra bilgisayar eşliğinde, Türk Müziği makam ve ritim sistemi hakkında araştırmalar yaparak, farklı teknikler geliştiriyor. 1983-84 eğitim yılında İTÜ Türk Müziği Konservatuarı'nda repertuvar dersleri vermek üzere göreve başlıyor. Bu göreve paralel olarak ODTÜ'den aldığı davet üzerine 2002- 2003 eğitim yılında ODTÜ'de Türk Müziği dersleri veriyor. Değişik formlarda 300'ün üzerinde, TRT repertuvarında ise 156 eseri yer alıyor. Çeşitli kurum ve kuruluşların düzenlediği beste yarışmalarında çok sayıda birinciliği var. 1985 yılında TRT'nin düzenlediği yarışmada Ömrümüzün Baharı Birlikte Geçsin adlı eseri ile birincilik kazanarak Asiavision şarkı yarışmasında Singapur'da ülkemizi temsil ediyor. Dokuz yaşında kaval, 10 yaşında bağlama, 12 yaşında da ud çalmayı öğrenen sanatçı, 1954 yılında tamburda karar kılıyor. Yoldaşı tamburla efsane şarkıların, efsane bir hayatın fitili ateşlenmiş oluyor...
İLK KEZ BİR BESTECİ BÖYLE BÜYÜK BİR ÖDÜL ALDI
Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Ödülü'ne layık görüldüğüm için çok gurur duydum. Gururum tüm besteciler adınaydı. Bizde hep solistler bilinir. Herkes Emel Sayın'ı, Zeki Müren'i bilir de bestecileri bilmez. Hatta bir ara bir arkadaşım, bir albüm için çıkartılan masraf listesini göstermişti. Müzisyeninden hamalına kadar her türlü masraf çıkartılmış... Ama besteci için bir kalem yok. Bizde besteciye çok değer verilmedi. Bu ödülün o yüzden anlamı çok derin benim için."
ATATÜRK'ÜN RUHUNU ÇAĞIRIP KIBRIS MESELESİNİ SORDUK
"Spiritüel konular her zaman ilgi alanım olmuştur. Hatta dünya ruhiyat tarihinde Erol Sayan adı vardır. 60'ların sonu ve 70'lerde benim evimde pek çok medyumun da katıldığı ruh çağırma celseleri düzenledik... Çeşitli metafizik deneyler yaptık. Hatta ünlü bir medyumu 100 metrelik iple sandalyeye bağladık. Ruh ve Madde dergisi de o gece bizimle bu olaya tanıklık etti. ODTÜ'den de beş profesör arkadaşım şahitlik etmek üzere bu celseye katıldı. Medyum o iplerden saniyeler içinde kurtuldu. Ruh ve Madde dergisi bu geceyi, bu deneyi yazdı. Sonra o beş profesör arkadaşım, "Nasıl bilim adamısınız, hurafelerle uğraşıyorsunuz" diye işlerinden atıldılar. Sonra onlara iş bulmak zorunda kaldım. Bir keresinde de Atatürk'ün ruhunu çağırıp, Kıbrıs meselesini sorduk. Kıbrıs Harekatı'ndan yıllar önce. Atatürk'ün ruhu bize, Kıbrıs için "Bu millet, o mahbubenin (kıymetli) peşini bırakmayacaktır" dedi.
TÜRKLÜĞÜMDEN ŞÜPHEN Mİ VAR?
Türk Müziği bir büyük dalsa, o dalın üstünde şakıyan iki bülbül gibidir, sanat müziği veya halk müziği... İkisi de sanat olarak birbirine eşittir. Halk müziğinde plan yoktur. Herhangi bir olay ozana etki eder ve eline bağlamasını veyahut da kavalını alır yahut hiçbir şey almaz direkt söyler. Şiiriyle, melodisiyle o hemen birden bire irticalen okunur. Öbür tarafta, sanat dediğimiz bir bölümde plan ve proje vardır. Şiir üzerinde çalışma yapılır, o şiirin anlatmak istediği duyguya göre makam seçilir. Ona göre şarkı mı olacak, ağır semai mi olacak, Yörük semai mi olacak, bunun planı yapılır, seçilir ve sonra yavaş yavaş melodiler örülmeye başlar, her ölçü kendine göre hesap kitap işidir. Ve buna göre o eser bütünleşir. Bu işlemden dolayı Türk Sanat Müziği diyoruz. Ben Fransız Sanat Müziği dendiğine Fransa'da rastlamadım. Ama memleketimizde nedense yüzümüze karşı "Siz Türk Sanat Müziği bestecisiniz değil mi?" diye sorarlar. Yahu benim Türklüğümden şüphen mi var?
TARKAN ÖĞRENCİMDİ
Yıllar önce, Tarkan'ın müziğe ilk heveslendiği yıllar... İzmit Musiki Cemiyeti'nde öğrencim oldu Tarkan. Söylediğim, öğrettiğim gibi Türk Müziği'ni düzgün söyleyen bir öğrencim oldu her zaman. Hatta bir musiki albümü yaptı biliyorsunuz. Orada, albümün ilk şarkısı olarak Dönülmez Akşamın Ufkundayız'ı söyledi. Ne bir eksik, ne bir fazla... Her şeyiyle, doğru düzgün okuyor Türk Müziği'ni Tarkan. Hâlâ telefonlaşır, görüşürüz kendisiyle. Çok efendi bir insan. Çok iyi bir ses. Her zaman böyle sesler gelmiyor."
13 YAŞIMDA BİN 500 ŞARKI SÖZÜ YAZMIŞTIM
"Müzik olmayan bir evde büyüdüm. Ne radyo ne pikap vardı. Ama bestecilik okulla olmuyor. Okul nota ve teori öğretiyor. Dokuz yaşımdan 13 yaşıma kadar sarı, altı ortalı bir deftere bin 500 yüz şarkı sözü yazdım. Şu an düşündüğümde ben de kolay anlayamıyorum. O yaşta nasıl olur? Ama oluyor işte... Benden altı yaş büyük ağabeyim, okulda çocuk şarkıları öğrenir, bana da öğretirdi. Ben de onları söylerdim. Babama da bir arkadaşı akordeon hediye etmişti. Onu ilk kez elime alıp, Çıktık açık alınla'yı çıkarmıştım... Sonra kendi kendime kaval çalmayı öğrendim. Bu bir ruh işi..."
TASAVVUF MÜZİĞİ YOK, DİNİ MÜZİK VAR
"Dini müziğin adı tasavvuf müziği değildir. Tasavvuf bir felsefedir. Felsefenin müziği olmaz. Dini müzik cami içi dini müzik, cami dışı dini müzik olarak ikiye ayrılır. Cami içindeki müzikleri biliyoruz. Yani Kuran'ı Kerim'in okunması bile, her ayetin okunması bile bir müziktir. Ayrıca cami içinde okunacak özel ilahilerimiz vardır. Zikir ilahisini, mesela cami içinde okuyamazsınız. Ama şimdi okuyorlar. Çünkü hafız ondan plak yapmış, onun reklamını yapıyor... Çok zengin dini müziklerimiz var. Çok klasik ilahilerimiz var. Ayrıca müzik de, sözlü eserler, sözsüz eserler bölümlerine ayrılıyor. Sözlü eserlerde işte biliyorsunuz besteler var, murabba besteler, ağır semailer, Yörük semailer, şarkılar var filan. Aslı semaidir. Ve bunlar böyle bölümlere ayrıla ayrıla gider. Tabii din dışı müzik de (halk müziği) aynı şekilde ayrılır; sözlü, sözsüz olarak ayrılır. O da öyle gider, oyun havasından ne bileyim uzun havasına kadar gider. Ve bu şekilde dağılır, ama bunların hepsinin kökü Türk Müziği'dir."