Gazeteci arkadaşım Göksan Göktaş, Mehmet Barlas'la Dün Dündür kitabı için çalışmaya başlayınca bu kitaptan ne çıkaracak merak ediyordum. Çünkü hasbelkader birkaç defa Barlas ile aynı ortamda bulunmuş, onun anılarının nasıl zengin olduğunu kavramıştım. Herkesle her durumla ilgili anlatacak bir şeyi vardı. Çoğu tanıklıklarıydı ve bu tanıklıkların kayda geçmesi önemliydi.
Aylar geçti ve Göksan bir gün kitabı koydu önüme... "Vay be" dedirten bir hayat hikayesi vardı karşımda.
Kuvayı Milliye'ci bir dedenin torunu o. CHP'de bakanlık yapan siyasetçi ve hukukçu Cemil Sait Barlas'ın oğlu olarak Ankara'da geçen bir çocukluk... İlk yazısını İsmet İnönü okumuş ve "Sen yazar olacaksın" demiş. Gün geliyor babası hapse giriyor her hafta Yozgat'a onu ziyarete gidiyor. 18'inde gazete patronu oluyor. Hukuk fakültesinde okurken sokağa çıkıyor, eylemci oluveriyor. Babası işçi olarak İngiltere'ye sürüyor onu, aklı başına gelsin diye. Zaman zaman ara verse de hep gazetecilik yapıyor. Bol bol insan biriktiriyor, onun deyişiyle dost, arkadaş.
Bu insanlar kah cumhurbaşkanı başbakan oluyor, Özal ve Erdoğan gibi. Kah yazar, Kemal Tahir, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Aziz Nesin, Çetin Altan gibi. Ya da Zeki Müren, Münir Nurettin Selçuk gibi müzisyen... Yakın tarihimizde asla yan yana gelmez denilen insanların ortak bir özelliği varsa, o da Mehmet Barlas'ın dostu olmaları galiba.
Turkuvaz Kitap'tan çıkan Dün Dündür kitabında, kişisel tanıklıklar eşliğinde yakın tarihimizin özeti var. Medya, siyasi ve kültür tarihimiz içinde Barlas bizi bir yolculuğa çıkarıyor. Şunu görüyorsunuz kitapta, herkesle diyalog kurulabilir, herkesle konuşulabilir. Eee bunun verdiği cesaretle, yanıma Göksan'ı da alarak çıktım başyazarın huzuruna!
Yıl 1950. Barlas yedi yaşında İsmet İnönü ile birlikte.
- Cumhurbaşkanları, başbakanlar, önemli yazarlar, edebiyatçılar, müzisyenler yakın tarihin önemli kişileriyle arkadaş ve dost olmuşsunuz. Birçoğu ile taban tabana zıt fikirleriniz var. Kimi çok sert mizaçlı kişiler olarak bilinir. Kiminden egosu yüksekti diye bahsedilir. İnsanlarla böylesi iyi ilişki kurmanın sırrı nedir?
- Demek ki benim de egom oldukça yüksek (gülüyor). İşin aslı hayatta insanlar arasında rütbe, makam farkı görmedim. Ayrıca iyi bir gazetecinin iyi bir başbakan, iyi bir doktor, iyi bir meslek erbabı kadar önemli olduğunu düşünmüşümdür. Mesleğiniz ne olursa olsun kendinizi insanlarla eşit görmenizle ilgili bir durum. 1980'li yıllarda Vitali Hakko'nun düğünü vardı. Gazetede yazımı yazdım, arabamla düğüne gittim. Arabayı park ettim polis geldi, "Efendim burası başbakanın yeri" dedi. Ben de "Eee ne olmuş ben de başyazarım" dedim. Bıraktım arabayı, düğüne gittim. Bir başbakan, herhangi birinden, sizden daha üstün olamaz ki.
- Bu eşitlikçi ilişkiyi karşınızdaki insanlar anlayınca onlar da maskelerini mi indiriyor?
- Bu, çok da sözle anlatılacak bir durum değil. İki taraf da hissediyor. Mesela Özal benim çok yakın arkadaşımdı. Bir gün bir davette elimi omzuna attım. "Sen ister başbakan, ister cumhurbaşkanı ol, istersen hiçbir şey olma, benim arkadaşımsın, ben seni seviyorum" dedim. O da güldü "Ben de seni seviyorum" dedi. Mesela o esnada cumhurbaşkanıydı. Bir de ben dostluğu seviyorum. Cumhurbaşkanları da, gazeteci meslektaşlarım da, edebiyatçılar da, siyasiler de benim evime gelirler. Şimdi şuna dikkat çekmek isterim. Eğer eviniz açıksa, sizi bir yere davet edeni sizde evinize çağırıyorsanız, eşit ilişki daha iyi kuruluyor. Mesela beni kim bir davete çağırdıysa ben de o insanları hep evimde ağırladım.
Barlas, 1970'lu yıllar, TRT'de Bülent Ecevit ile röportaj yapıyor.
- Baba eviniz de herkese açıkmış, bu bir baba geleneği mi?
- Evet, bu gelenek. Babamda da dedemde de vardı. Belki Anteplilikten kaynaklanıyor. Dokuzuncu yüzyıla kadar gidiyor bizim ailenin geçmişi. Demek ki böyle bir gelenek oluşmuş. Zaten Antepli demek her şeyi açmak, beraber yemek içmek demek.
- Kitapta ara ara hayata dair nasihat veriyorsunuz. Ve "Kin gütmeyin" diyorsunuz. O ilgimi çekti. Oysa siyasi tarihimize, medya tarihimize bakınca bir kin tutma durumu vardır hep.
- Meslek hayatım boyunca gazetecilere, yazarlarda çok büyük saygı ve sevgi besledim. Çok büyük istisnalar dışında kimseyle de kavgalı olmadım. Evet kin tutan bir adam değilim. Ama insanlar her şeyi şahsileştirebiliyorlar. Mesela Güneş Taner yakın arkadaşımdı ve "Enflasyon benim şahsi meselem" derdi. Onun gibi. Siyasiler de devlete sahip olmayı şahsi mesele haline getiriyor. Yok öyle bir şey. Herkes geçici. İnsanların, ölümlü olduğunu kabul etmesi gerek. Bir de dost edinmek çok zor, yıllar alıyor. Hemen kaybedilecek bir şey değil dost. Bunları bildiğim için kin tutmadım insanlara.
Mehmet Barlas Turgut Özal ile çok yakın arkadaştı.
- Dün Dündür'de dostlarınızla ilgili bir bölümde "Bir İstanbul gitti benim için" diyorsunuz. İnsan, dostlarının kaybıyla nasıl baş ediyor?
- Geri kalanlara razı oluyorsunuz. Daha çok kıymet bilen insan oluyorsunuz. Hayatta hiçbir şeyi çok fazla ciddiye almamak gerek. Daha doğrusu hayatı ciddiye alacaksın ama öldüresiye de ciddi olmayacaksın.
- Bunca yıl anılarınızı yazmak ya da anlatmak için neyi beklediniz?
- Tembellikten aslında. Göksan kardeşimle kafalarımız iyi uyuştu. Anlattım, insanları kırmadan, üzmeden.
KEMAL TAHİR'İN CENAZESİNDE SANKİ SUÇLUYMUŞ GİBİYDİK
- Kemal Tahir'in ölmeden önce sizin evdeki davette Mete Tunçay ile tartıştığı bilinir. Mete Bey birkaç kere bu olayı anlattı ama siz ilk defa o geceyi anlatıyorsunuz kitapta.
- Mete Tunçay, Kemal Tahir'i cinsel içerikli romanlar yazmakla eleştirmişti, haksız bir eleştiriydi, tartıştılar. Mete de arkadaşım severim. Ama o geceyle ilgili bilinmeyen bir şey var. Kemal Tahir kanserdi, Siyami Ersek ameliyatla akciğerlerinden birini almış ve beş yıl ömrünün kaldığını söylemişti. O gece beş yılın dolumuna denk geliyordu. Böyle bir şanssızlık olmuştu. Zaten ertesi gün cenazeye gittiğimizde o gece bizde bulunanlar bir köşede sinmiştik, sanki bizler suçluymuşuz gibi.
Canan ve Mehmet Barlas çifti 1968'de evlendiler.
BERTRAND RUSSELL İLE BİRLİKTE YÜRÜDÜK
- Mehmet Bey sizin 60'larda öğrenci lideri olduğunuz pek bilinmez. Sahi siz neden sokağa çıkmıştınız?
- Gençtim. Gençliğe dikkat etmek gerek. Çok meraklı oluyor insan, kanı kaynıyor. Mesela o dönemde komünizm, sosyalizm, Marksizm'e çok merak saldım. Marks'ın Engels'in bütün kitaplarını, sol edebiyatın külliyatını okumuştum. Marksizmin kurdu olmuştum ama Marksist değildim. Ha 28 Nisan'da beni Beyazıt Meydanı'na iten neydi derseniz. Sıddık Sami Onar'a yapılan muameleydi. Okuduğum hukuk fakültesinin rektörüydü. Saygın bir idare hukukçusuydu. Sabah gittim okula, polisler itmiş yere düşmüş yaralanmış hocamız, yaşlı bir adamdı. Koluna girdim, yerden kaldırıp rektörlük odasına götürdüm. İkimiz de ağlamaya başladık. Çünkü polis göz yaşartıcı gaz sıkmış. Onu evine gönderdikten sonra arkadaşlarla Beyazıt Meydanı'na çıktım, kavga ettim. Polise karşı bir reaksiyondu.
1980'de Kenan Evren ile birlikte.
- Sonra babanız sizi İngiltere'ye sürgüne göndermiş. İşçilik yapmışsınız. Ama orada da rahat durmamış yine sokağa inmişsiniz.
- Hafta sonları Londra'ya inerdim. Farklı milletlerden insanların kaldığı bir yurt vardı. Yürüyüş olduğunu söylediler, nükleer silahsızlanma için... Binden fazla kişi vardı: Arjantinliler, Brezilyalılar, Yunanlar... Türk olarak da ben! Çok heyecanlı bir öğrenci grubuydu. Meşhur matematikçi filozof Bertrand Russell bizimle beraber 500-600 metre kadar yürüdü. O zaman çok yaşlıydı tabii. Biz yürüyoruz, bazı çocuklar gitar çalıyor falan... Etrafta polisleri görünce, "Tamam" dedim, "Kesin yakalanıp sınır dışı edileceğim." Çünkü bizde öyleydi. Oysa polislerin tek istediği trafiği aksatmamamızmış. Çok büyük şans Bertrand Russell ile yürümek (gülüyor).
MELİH CEVDET, NURULLAH ATAÇ'A TOKAT ATMIŞ O DA BİZE ŞİKAYETE GELDİ
- Melih Cevdet sert bir insan mıydı? Anılarınızda hep kavgalarıyla yer etmiş.
- Kavgacı bir adamdı. Beraber olduğumuz gecelerde Çetin Altan ile kavgalarını hatırlıyorum hep. Çok sertti. Müthiş kültürlü, renkli bir insandı ama eleştirdiği zaman çok acımasızdı. Küçüğüm bir gün kapı çaldı açtım: Nurullah Ataç. "Baban evde mi?" dedi. Girdi içeriye, "Cemil, Melih Cevdet beni dövdü" dedi. Melih Cevdet'in şiirlerini eleştirmiş, o da gitmiş tokat atmış buna. Geldi babama şikâyet etti...
Barlas, oğlu Cemil Barlas, gazeteci ardakadaşı Oktay Kurtböke ve onun oğlu ile.
KIZIM GELDİ "BABA BEYAZ SARAY'DAN ARIYORLAR" DEDİ
- Babanız nedeniyle İsmet İnönü, bakanlar, edebiyatçılar girip çıkıyor evinize. Sizin evinize de Özal geliyor, Erdoğan geliyor. Siz çocukken doğal karşılamışsınız bu durumu. Ya çocuklarınız nasıl karşılıyordu?
- Babam bakandı. Evimiz herkese açıktı. İsmet İnönü cumhurbaşkanıydı bize gelir kardeşimle misket oynardı. Çocuklarım için de durum farklı değildi. Özal geldi bize bir gün. Baktı kızım Ela çok üzgün. Bilgisayarı arıza yapmış. Oturdu iki dakikada bilgisayarını tamir etti. Geldiği zaman evin hali enteresan olurdu. Adamları gelir, benim çalışma odam bir anda onun ofisine dönüşürdü. Özel şifreli telefonu kurulurdu. Bir gün Ela açmış telefonu. Gelip "Baba, Beyaz Saray'dan arıyorlar" dedi. Arayan Başkan Bush'tu.
12 MART'TA DA 28 ŞUBAT'TA DA KOVULDUM
- Mehmet Bey, sizin için neden her dönemin adamı diyorlar?
- Hasan Cemal'in Milliyet'te yazıları kesildiğinde bir yazı kaleme almıştım. "Hasan Cemal'in yazıları devam etmelidir" diye. Yazıyı okuyunca Hasan aradı ve "Beni en iyi sen anlarsın" dedi. Ve bizzat yaşadığı bir olayı anlattı: "1991 seçimlerinde Süleyman Demirel, Cavit Çağlar ve ben uçaktayız, Konya'da uçaktan indik. Cavit Çağlar telefonla Cem Uzan'ın babasını aradı." Benim Star'da yorum yaptığım dönem. Demiş ki Çağlar, "İktidara geliyoruz, iktidar olduğumuz zaman o Mehmet Barlas'ı susturmazsan seni batıracağım, sileceğim medyadan." Hakikaten Demirel seçimi kazandı ve benim Star'da yaptığım programa son verildi. Bunu bana anlatan Hasan Cemal, bir ay sonra, "Mehmet Barlas her devrin adamı" diye yazı yazdı. Onun tanık olduğu, birebir her merhalesini gördüğü 28 Şubat'ta iki sene işsiz kaldım. TGRT'de programım vardı, bitirildi. SABAH gazetesindeki yazılarıma son verildi. 12 Mart'ta ilk kovulan kişi bendim! Her devrin adamı değil, her devirde darbe yiyen adam oldum hep...
ERDOĞAN'I KİMSEYE YEDİRMEM
- Birçok siyasi liderle yakın ilişki kurmuşsunuz ama Özal ve Erdoğan'ın sizde yeri ayrı, bunu da anlatmışsınız.
- Ailesini eleştirdiğim için Özal'la iki sene küs kaldığım zamanlar da oldu, ama ölene kadar onu savundum. Doğruydu yaptıkları. Pek çok şeyi değiştirdi. Öldüğü zaman herkes çarşaf çarşaf övgü yazıları yazdı. "Ben bütün bunları o henüz hayattayken de yazmıştım" dedim. Hürriyet'teydim. Şimdi bakın, nasıl Özal'la her konuda uyuşamıyorsam Recep Tayyip Erdoğan'la da her konuda uyuşamayabilirim. Ama Recep Tayyip Erdoğan'ı sonuna kadar savunur, bunun kavgasını da sonuna kadar veririm. Büyük resme bakıldığında, Türkiye'yi aldı ve bir yerden bambaşka bir yere taşıdı. Özal'ın açtığı yollara asfalt döşeyip başka bir yüzyıla hazır hale getirdi Türkiye'yi. Ben imam hatip mezunu değilim, o imam hatip mezunu. Farklı kültürlerden geliyoruz, her konuda fikirlerimiz aynı değil, dış politikada uyuşmadığımız bir sürü mesele var ama açık söyleyeyim, Erdoğan'ı kimseye yedirmem. Özal için de böyle hissetmiştim. Öte yandan Ecevit ya da Demirel'le de yakın hukukum oldu ama onlar için hiçbir zaman böyle hissetmedim.
1970'li yıllar. Barlas, Gülriz Sururi, Güzin Özipek ve Zekin Müren ile Bodrum'da bir dost meclisinde.
NE OLURSA OLSUN İLERİYE HAMLE YAPAN BİR ÜLKE TÜRKİYE
- Türkiye için genelde iki ileri bir geriye gider denir. Ama siz "Türkiye hiçbir zaman kötüye gitmedi hep daha iyiye gitti" diyorsunuz. Yakın dönem siyasi tarihimize gazeteci olarak tanıklık ettiniz ülkenin, bunu biraz açar mısınız?
- 76 yaşımdayım. Gördüğüm bu. Tamam krizler, darbeler yaşandı. Arkadaşlarımın hapse atıldığını, gençlerin de bir başbakanın da idam edildiğini, bir başka başbakanın öldürüldüğünü de gördüm. Bütün bunları yaşadık. Ama bunlar hep geride kaldı, nihayetinde Türkiye tekrar demokrasiye geçti, kalkınmasına devam etti. Müthiş ekonomik krizler yaşadık ama bu krizlerin sonunda hep daha iyi hale geldi. Mesela 1980'e gelince Türkiye müflisti. Ama 1983'te ihracatını artırmış, üretim yapan bir ülkeydi. İnsan kendi kişisel tanıklığından bakınca elbet bir sürü inişler ve çıkışlar görür. Ben onlara takılmıyorum. Şunu görüyorum: Ne olursa olsun hep ileriye hamle yapan bir ülke var karşımızda. 1949'da Amerika'da Türkiye'nin geleceğiyle ilgili bir rapor hazırlanmış, tarım ülkesi olarak öngörülmüş. Sanayi ülkesi oldu Türkiye.
Mehmet Barlas ve ablası Fatma, babaları Cemil Sait Barlas ile.
BABAMIN ÖLÜM HABERİNİ YAZDIRDIM
- Adnan Menderes babanızın arkadaşı ama radyodan babanızı idam ettireceğini açıklıyor bir gün. Ablanız ve anneniz çok endişeleniyor ama siz pek endişelenmemişsiniz galiba.
- O dönem çok sert bir dönemdi. Benim de aklım ermedi galiba. Her hafta Yozgat'a hapishanedeki babamı ziyarete giderdik.
- Babanızın hapse girmesi sizde travma yarattı mı?
- Babam 1951'de ara seçim oldu. Denizli'den aday oldu. Gitti üç ay yok. Geldi kolu kırık. Kaza yapmışlar ölümden dönmüş. Yani babamın maceralarına alışmıştım.
- Ama babanız hayatınızdaki önemli figürlerden biri. Onu kaybedince nasıl bir boşluk hissettiniz?
- Çok önemliydi benim için. Her an onun yokluğunu hissediyorum zaten. Turan Güneş bir defa şöyle demişti: "Herkesin babası miras olarak oğluna para, servet bırakır. Senin baban da sana arkadaş bırakmış." Kemal Tahir, Sabahattin Selek, Tahir Alangu, Turan Güneş bunlar hep babamın arkadaşıydı. Sonra benim arkadaşlarım oldu. Trafik kazasından kaybettik babamı. Adapazarı'nda hastaneye gittim. Annem falan hastanede ama onlar yaralı sanıyorlarmış. Doktorlar haber vermek için beni beklemiş. Bir doktor geldi "Babanızı kaybettik" dedi. Daha şoka giremeden bir başkası geldi "Telefondan sizi istiyorlar" dedi. Gittim telefonda Cumhuriyet'ten Yalçın Bayer "Abi baban ölmüş haberini yazdır" dedi. Gazetecilik böyle bir şey galiba. Ben de yazdırdım. Ertesi gün de cenazeden sonra gazeteye gittim.
SÖYLEŞİYİ ONAYLATMAK İÇİN İSMET İNÖNÜ'YÜ UYANDIRDIM
- İsmet İnönü, sizin için İsmet Amca ama sonra gazeteci olunca onunla söyleşi yapıyorsunuz ve onaylatmak için onu uyandırmışsınız...
- Babam bir gün hipodroma giderken beni de yanında götürdü. Ortalıkta dolaşmaya başladım. Derken polisler geldi yanıma. Ödüm patladı tabii, bir şey mi oldu diye... Meğer İnönü beni görmek istiyormuş. Şeref tribününe aldılar beni. İnönü'yü ilk orada gördüm. Sonra yıllar geçti. Ben gazeteciyim. O da 1965 seçimlerinde felaket yenilmiş. CHP yüzde 24'le tarihinin en düşük oyunu almış. Ben Ankara'ya gittim, onunla mülakat yapmaya. Yine yanağımı okşadı, "Gel bakalım Cemil Sait'in oğlu," dedi. Mülakat yaparken hiç not almıyordum. "Niye yazmıyorsun?" diye sordu, "Paşam, ben hatırlarım," dedim. "Olmaz," dedi, "Gazeteye göndermeden önce yazıyı bana göstereceksin!" Ertesi gün çıkacaktı yazı. Yazdım ve öğlen ikide gittim yanına. Kapıyı eşi Mevhibe Hanım açtı ve İnönü'nün uyuduğunu söyledi. "Görmem şart" diye ısrar ettim. "Çık o zaman yanına!" dedi. Yukarıya, yatak odasına çıktım; uyuyordu. Bardağın yanına takma dişlerini koymuş... Başını okşayıp uyandırdım. "Paşam, buyurun okuyun," dedim. Gözlüğünü taktı, okudu, sonra da "Tamam, git!" dedi.
EVREN'E İTİRAZ EDİNCE 10 KASIM YASAĞI KALKTI
- 12 Eylül sonrasında Milli Birlik Komitesi'ne gitmeniz ama sonuçta Evren'i ikna etmeniz de ilginç bir durum...
- Milliyet'in başyazarıyken, Taksim'de büyük bir otele 10 Kasım konuşması yapmaya çağırdılar beni; subaylar var, generaller, albaylar var... "Adama 'Atatürk'ün boyu kaç?' diye sormuşlar. '1.68 cm,' demiş. 'Nereden anladın?' demişler, eliyle göstererek 'Burama kadar geldi, ölçtüm,' demiş," diye başladım konuşmama. Buz gibi bir hava esti salonda. Sessizlik. Sonra, "Atatürk 1938'de öldü, hâlâ yaşıyormuş gibi davranmak yanlıştır," diye ekledim. Alkışlamasına alkışladılar, ama ertesi gün de beni Atatürk'e hakaret suçlamasıyla savcılığa çağırdılar. Bir 10 Kasım'da da Ankara'ya, Milli Birlik Komitesi'ne gittim ve Kenan Evren'le iki orgeneralin önünde konuştum. "Atatürk içki içerdi. 10 Kasım'da neden içki yasaklanıyor?" diye sordum. Kenan Evren, "Sayın Barlas, arka odada görüşebilir miyiz?" dedi ve içki yasağı kalktı. Sinemalar da kapalı olurdu. Radyolarda sadece Atatürk'ün sevdiği şarkılar çalınırdı.
GÖKSAN GÖKTAŞ: KALBİNDE HERKESE YER AÇMIŞ
- Göksan, sen nasıl bir Mehmet Barlas keşfettin kitabı yazma sürecinde?
- Mehmet Barlas, başyazar kavramını her haliyle, hakkıyla dolduran ender isimlerden gibi geliyor bana. Türk ve dünya siyasetinin geçmişine ve bugününe vakfı olduğundan, gelecekle ilgili öngörülerinde yanılmayan birisi... Ama kitapta göreceksiniz ki, Mehmet Barlas siyasetten ibaret bir yazar, bir insan değil. Ruhunu çocukluğundan itibaren, müzikle, edebiyatla, sinemayla beslemiş sıkı bir entelektüel. Ben kendi adıma, Türk Müziği ile olan derin münasebetini zaten biliyordum. Ama bir baktım ki, karşımda rock'ın geçtiği her merhaleden, cazdan haberdar olan, takip eden bir Barlas var. Ayrıca cumhuriyet tarihinin önemli bir döneminin, siyasi, kültürel her türlü dönüşümüne tanıklık etmiş gazeteci olarak büyük küçük, zengin fakir, sağcı solcu demeden, kocaman kalbinde herkese yer açmış kalbinde... İdeolojik farklarla, insanı insan yapan ortak değerleri birbirinden ayırt etmeyi bilmiş... Her askeri darbede mağdur olan ilk kişi olması ise onun demokrasi aşkının altını açık bir şekilde çizen bir durum bence.