Usta... Türkçenin belki de en dolgun, en kulak ve ruh okşayan kelimelerinden. Dolu, dolu... Bir işin, bir sanatın ustası olmak da, gariptir; usta olduğunun farkında bile olmayanlara nasip olur. Gerçek ustalar kendilerini her zaman kendi ustalarının çırakları olarak görürler. Üretimlerine, hayatta olmasalar da; kendi ustaları görse ne der, beğenir mi, yorumu ne olur kabilinden türlü iç sesle devam ederler... Çıraklık ise bir kabulle başlar... Önceyi ustayı kabullenmekle... Usta mı çırağı seçer, çırak mı ustayı meselesinin ise; Hz. Mevlana'nın insanı derin düşüncelere salan "Su mu susuzu arar, susuz mu suyu?" kelamındaki gibi tarifi ve cevabı müşküldür. Konu geleneksel sanatlar olduğunda ise, usta-çırak ilişkisi daha da önemli bir hâl alır. Türk İslam geleneksel sanatlarında, meselenin yetenekten, sanata olan teknik hakimiyetten de öte ruhsal boyutları da vardır çünkü. Çıraklar, ustalarından sadece sanatlarını, zanaatlarını değil; insan olmanın sonsuz vahasının kodlarını, koordinatlarını da öğrenirler... Geleneksel sanatlarındaki "icazet" tabiri, sadece bir kağıt üzerine atılmış imza değil, ustanın ruhundan, çırağına ruhuna akan bir ilham ve gücünü ustanın duasından alan bir onaydır aynı zamanda. Ustalarından aldıkları elle, geleneksel sanatları sürdüren ustalarla, çıraklarla konuştuk... Hat, kilim tamiri, çalgı yapımcılığı, tezhip, ciltçilik (mücellit) gibi sanatların, önde gelen isimlerinin yanında yetişen çırakları bulduk. Kimisiyle ustaçırak birden görüştük. Bazıları da çoktan kendi ustalıklarını kabul ettirmiş eski çıraklardı. Ustalarına olan bağlılıklarını, neler öğrendiklerini kendileri anlattılar.
ANTİKA KİLİM TAMİRİ
Bu meslekte her şey saygıyla başlar
Cağaloğlu, Bab-ı Ali Çarşısı'nda ufak bir atölye. İçeride dört beş kişi yerlerde oturmuş, ellerindeki antika halı ve kilimleri onarıyor. Mekan küçük ama yapılan işlerin değeri, emeği büyük. Yüzlerce yıllık halılar, kilimler aslına uygun olarak burada onarılıyor. Ahmet Bayraktar mekanın sahibi. Son halı-kilim tamircilerinden. Yanında başka ustalar da çalışıyor. Ama o son yıllarda en çok çırağı Volkan Aydoğmuş'a odaklanmış vaziyette. Çünkü bu çok emek isteyen işe artık gönüllü olan pek yok. 1994 yılına kadar çıraklık ve kalfalık dönemlerinden geçmiş Bayraktar. 1987'de hobi olarak başladığı ipek halı tamirciliği zamanla işi olmuş. Sonra kendi atölyesini açmış. Ahmet Usta, "Bir halıyı dokumak ne kadar zorsa, tamiri de o kadar zordur. Bir kere bu zanaatın inceliklerine, motiflerine, desenlerine, desenlerin hikayesine vakıf olmalısınız. O eseri yapan insanı hissetmelisiniz, o döneme gitmelisiniz. Ben farklı farklı ustalardan öğrendim bu işi. 1998'de yurt dışı tecrübesi de edindim. Çin, Japonya, Kore gibi Uzakdoğu ülkelerinde fuarlara katıldım. Bu işi öğrenmek için, en başta ilk 10 sene sabır taşı olmalısınız."
Ahmet Usta'nın çırağı Volkan Aydoğmuş, son üç yıldır bu işi öğreniyor ustasının yanında. Vaktiyle halı satış işinde çalışmış. Sonra bu işin temeline, tamire meraklanmış ve ustasını bulmuş. Aydoğmuş, "Ustaya saygı her işte olduğu gibi bizim meslekte bu işin düsturu. Ustam bana önce halının ruhunu öğretti. Ona dokunmayı, onu sevmeyi. Tekniği öğrenmek ise, onu sevdikten, kendinle o eşya arasında bağ kurduktan sonra kendiliğinden geliyor."
TEZHİP
Ustamı her zaman yanımda hissediyorum
Eda Funda Özkan, yurt içinde ve dışında sayısız ödül alan bir tezhip sanatçısı. Aynı zamanda ebru yapıyor. Ama odaklandığı sanat tezhip. Küçük Asayofya'da atölyesi var. Çırağı Seda Gül Sormaz'la yaklaşık iki yıldır birlikte çalışıyor. Özkan, "Geleneksel sanatlar usta-çırak ilişkisiyle devam eder" diyor ve ekliyor: "Artık çoğu kimse çırak tabirini kullanmıyor. Ama çıraklık önemli ve değerli bir kavram. Çırak olunmadan usta olunmaz...
Ben Seda'da bu mütevazılığı ve sabrı gördüm. İleride müthiş bir tezhip sanatçısı olacak. Bizim işin en önemli düstur sabırdır..." Çırak Seda Gül Sormaz ise, "Ben ustamdan sadece sanatı değil, onun hayata bakışını da öğreniyorum" diyor. "Nasıl" diye soruyoruz, anlatıyor: "Biz tezhipte iğneyle kuyu kazıyoruz bir anlamda. Mürekkebimizle, kalemimizle kağıda gömülüyoruz. Saatlerin nasıl geçtiğini anlamıyoruz. Ustamın bana verdiği güç burada devreye giriyor... O yanınızda yokken bile yanınızdaymış gibi hissediyorsunuz. Bir usta eğer sizi sahiplendiyse, her zaman size kendini hissettiriyor."
HAT
Hat sadece hat değildir!
Muhammet Mağ geleneksel sanatların iki şapkalı isimlerinden. Hem tezhip sanatçısı hem hattat. Hattı ustası, Türkiye'nin önde gelen hat sanatçılarından, Hasan Çelebi'nin yanında öğrenmiş. Hat konusunda ustasından icazet almış olsa bile, hâlâ kendisini onun çırağı olarak görüyor. Ustası gibi Erzurumlu Muhammet Bey. Sanılmasın ki yolları Erzurum'da kesişiyor. Güzel sanatlar öğrencisi iken, eline bir sergi bileti geçiyor. Hasan Çelebi'nin hat sergisi... Yer İstanbul. Bin bir zorlukla, sergiye katılıp hemen geri dönmek üzere İstanbul'a geliyor. Ustasını buluyor, tanışıyor. Hemen geri dönmesine razı olmuyor Hasan Çelebi bu genç sanat aşığının. Misafir ediyor. O dönem Muhammet Bey tezhip öğrencisi. Sonraları telefon görüşmeleri artıyor aralarında. Hal, hatır sormalar derken yıllar sonra İstanbul'a gelmesine vesile oluyor ustası Muhammet Bey'in. Maddi, manevi olanca gücüyle arkasına duruyor öğrencisinin. "Ben ustamdan sadece hattı değil, insan olmayı, bu sanatın ruhani boyutunu da öğrendim" diyor Muhammet Bey ve şöyle devam ediyor: "Bizim sanatlarımızda kibir olmamalı. Ben ustamdan sadece hattı değil, insanın ne demek olduğunu öğrendim. Ustam Hasan Çelebi bize sanatın yanında, işin asıl boyutu olan bu sırlardı da öğretirdi..."
ÇALGI YAPIMCILIĞI
Sırlarını kızına öğretti
Ferıdun Obul dünyaca ünlü bir çalgı yapımcısı. Obul, Orta Asya'dan Avrupa coğrafyasına kadar bütün halkların enstrümanlarını orijinaline en uygun şekilde üretiyor. Yaptığı en eski enstrüman 14 bin yıllık, kaya resimlerinde çizilmiş 'Kam davulu' diğer adıyla 'Tüür'... Halkbilimciler, kütüphaneler ve üniversitelerle birlikte yaptığı çalışmalarla eski kitapları, kaya resimleri, minyatürleri araştırıyor, kadim bilgilere ulaşıyor. Siparişler genelde müzelerden geliyor. Enstrümanların dönemlerini araştırıyor, projelendiriyor ve malzemeler bulunup işleniyor. Afyon'daki İbrahim Alimoğlu Müzik Müzesi'ne 170, Kırşehir'deki Neşet Ertaş Müzesi'nde 130 çeşit enstrümanda Obul imzası var. Eskişehir Sazova Parkı'ndaki Bilim Kültür ve Sanat Merkezi'ne 286 çeşit enstrüman yapmış. Obul'un çırağı da her daim yanında olan kızı Gökçe Hanım. Müzikoloji okumuş... Şimdi bir müzik öğretmeni. Gökçe Hanım: "Ben enstrümanların içinde, ağacın, müziğin kokusuyla büyüdüm. Babam ustam oldu" diyor. Babasının yapacağı bütün tarihi çalgıların araştırmasını o yapıyor. Yakın dönemde entrüman tarihiyle ilgili bir kitabı da yayımlanacak...
CİLTÇİLİK
Hz. Osman'ın okurken şehit edildiği Kuran'ı onardı
Mehmet Ali Kunduracıoğlu, yaklaşık 40 yıldır en eski Kuran-ı Kerim'den, 'yazının Picasso'su olarak tabir edilen ünlü hattatlara ait onlarca eserin kağıdını, derisini, cildini restore ediyor. O ortaokulda okurken ablasının Süleymaniye Kütüphanesi'nde işe başlamasıyla hayatına eski eserler girmiş. Ablasının yanına gittiğinde orada derinin kağıt gibi inceltilebileceğini söyleyenlere inanmamış ama Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde hoca olan İslam Seçen ile tanışınca bu fikrinden vazgeçmiş. Lise dönemi boyunca ustası Seçen'den eğitim alan Kunduracıoğlu, mesleğini böylece seçmiş:
Eski eser doktorluğu. 1986'da Sultanahmet'te İstanbul Sanatçılar Çarşısı'nda bir atölye açan Kunduracıoğlu, kağıt ve cilt restorasyon çalışmalarını hâlâ burada sürdürüyor: "Tahrip olmuş, elinize almaya çekindiğiniz kağıdı, cildi iyileştiriyorum. Ayrıca Türk ve İslam kültürünü yansıtan tüm eserlerin deri ciltlerini onarıyor, yoksa onlara cilt hazırlıyor, süslemelerini yapıyorum. Mesela 12'nci yüzyılda bir cilt hangi malzeme ve teknikle yapıldıysa aynısını uyguluyorum. O yüzden geleneksel sanatların hemen hemen hepsinden anlamamız gerekiyor." Kunduracıoğlu'nun bugüne kadar restorasyon amacıyla üzerinde çalıştığı en eski yazılı eser Hz. Osman'ın okurken şehit edildiği ceylan derisi üzerine yazılmış Kuran- ı Kerim: "Şu an Topkapı Sarayı'nda Kutsal Emanetler Bölümü'nde bulunan eseri 14 kişi birlikte çalışarak beş yılda restore ettik. Hem sayfalarını hem cildini." Yurt içi ve yurt dışındaki müzayedelere katılan koleksiyonerlerin satın aldığı eserleri de restore eden Kunduracıoğlu, Şeyh Hamdullah Efendi, Nazif Efendi gibi ünlü hattatların eserleri üzerinde de çalıştığını söylüyor. Ama o da ustası İslam Seçen'in çırağı olarak görüyor hâlâ kendisini, kendisinin sayısız çırağı olmasına rağmen...