FOTOGRAF: HATİCE ÇİNAR
atv'de yayınlanan Şahin Tepesi dizisinin kilit karakterlerinden Leyla Tanlar, pırıl pırıl bir genç kız. İtalyan Lisesi yıllarında, 15 yaşındayken başladığı oyunculukta yaşına göre epey yol katetmiş biri. Şimdilerde Koç Üniversitesi öğrencisi. Hâlâ durmadan çalışıyor, yaşıtları hayatın tadını çıkarırken, o setlerde ter döküyor. Sete yakın bir yerde buluşuyoruz Leyla Tanlar ile. Neşeli, keyifli bir halde geliyor mekana. İşte size de enerji verecek o sohbet:
FOTOGRAF: HATİCE ÇİNAR
- Henüz 21 yaşındasınız ama sektörde epey ter dökmüşsünüz. Kaç yıldır oyunculuk yapıyorsunuz?
- Lise ikinci sınıfta, 15 yaşımdaydım. 18'ime de sette girdiğimi hatırlıyorum. Geçen hafta doğum günümdü 21'e de sette girdim.
- Ergenlik dönemini sette atlatmışsınız. Zor olmadı mı?
- Zordu gerçekten. Küçük gösteren ve yavaş büyüyen bir ergendim, o dönemlerimdeki işlerime bakınca inanamıyorum. Beş gün sekiz saat okul, üstüne set hayatı... Şimdi üniversite öğrencisiyim, okula ve iş dengesini daha iyi oturtabildim.
- Küçük yaşta bu tempoyu neden istediniz?
- Küçücüktüm, yuva zamanlarında bir temsilde rolüm vardı. Orada gördüğüm ilgi, beğeni içime işledi galiba. Ailem de sanat kökenli...
- Ailenizden söz edelim o zaman biraz...
- Büyükbabam nesillerdir İstanbullu. Anne tarafım Selanikli. Babaannem ise levanten bir aileden geliyor. 1800'lerde Saint Antuan Kilisesi'nin freskolarını yapmak için İtalya Pezaro'dan gelen ve burada kalan bir soydan geliyorum. Bazı akrabalarım Floransa'da yaşıyor halen. Babam da resimle çok ilgili asıl işi farklı olmasına rağmen. Sanat hep hayatımızın içindeydi, hep destek gördüm. "Yap da hobi olsun" demediler hiçbir zaman. Bir yandan da oyunculuğa dair hırsıma anlam veremedikleri oluyor. Çünkü zaman çok hızlı geçiyor ve ben her yıl bir şey yapmak zorunda hissediyorum, yoksa bir şeyler kaçırıyormuşum gibi geliyor.
- Özgür hayalleri olan bir genç kızmışsınız...
- Ressam olmak istiyordum babaannem gibi, sonra oyunculuğa döndü. İtalyan Lisesi'nin de bu anlamda katkısı var tabii ki. Kanal yönetmek istediğim bir dönem bile oldu. Hatta şimdi Koç Üniversitesi'nde okuduğum bölüm bununla ilgili.
- Ne okuyorsunuz orada?
- Medya Planlama ve Görsel Sanatlar okuyorum ama uzmanlık alanım medya yöneticiliği. Tüketici psikolojisi üzerine çalışmalarım oluyor. Yan dalımda arkeoloji ve sanat tarihi. Arkeoloji müthiş bir tutku benim için.
- Madem tüketici psikolojisi üzerine araştırma yapıyorsunuz. Dizi izleyen kitlenin tercihlerini de tahmin edebiliyorsunuzdur. Ne izlemek istiyor dizi izleyicisi?
- Türk izleyicisi konunun içine girmek istiyor. İnanmazlığı ortadan kaldırmak gerekiyor. "Bu da böyle olur mu, ne saçma" dedirtmemek gerekiyor. Öyle bir yazılacak, öyle bir çekilecek ki, seyirci o işin içine girecek ve kahraman gibi maceraya yol alacak. Merak hep olacak. En saçma senaryo bile öyle bir çekilir ve oynanır ki, seyirci inanır. İnsanlar inanmadıkları şeylere tahammül etmiyor. Empati kurmak istiyor seyirci, bazen aşk, bazen intikam, bazen aldatma üzerinden kendini görüyor. Şu sıralar güçlü kadın işleri çok tutuyor. Ne güzel değil mi? Kadın gücünü seyretmeyi seven bir Türkiye yaşıyoruz şu an.
- Peki ya arkeolojiye dair hayallerin neler?
- En büyük hayalim, oyunculuk avantajımı kullanarak Türkiye'nin arkeolojik değerlerini tanıtmak. Mesela Göbeklitepe'ye gitsek, orada çekimler yapsak, tanıtsak orayı. Çünkü gençler bu konuda hevesli, ülkemizi tanıtmak gençlerin tutkuyla yaklaşacakları bir şey. Gençlerle Türkiye'yi tanıtmak istiyorum. O kadar güzel bir ülkemiz var ki... Yapılan kazılar hep yabancıların elinde, biz gidelim, yapalım, tanıtalım. Eğitimimi, işimi hep birbirine ilişkilendirip hareket etmek istiyorum.
ÜŞÜMEM, ACIKMAM, YORULMAM
- Dizide neden olduğun ve annenle sakladığın bir ölüm var. Tüm dizi bunun ağırlığıyla oynamanız gerekiyor. Zor mu?
- Normal sahnelerimde bu psikolojiyi geçirmek epey zorlayıcı oluyor. Çünkü bu kız, bir gün "Bu benim suçum değil" demeyecek ve rahatlamayacak. En mutlu sahnede bile birinin ölümüne neden olduğumu unutamam.
- Zerrin Tekindor'la ilk bölüm gece sahneleriniz çok etkileyiciydi. Gölün kenarında, cesedi taşıyıp, suya atıyorsunuz. Neler yaşandı?
- Çok soğuk gibi görünen ama o kadar üşümediğimiz bir sahneydi. Gece kaçtığım sahnede hava çok soğuktu mesela... Yerler çamur, düşüp kalkıyorum... Sis basmış. Ama böyle sahnelerde ne üşürüm, ne acıkırım, ne de yorulurum. Kilitlenirim o sahneye. Adrenalini yüksek sahnelere bayılıyorum. Mekanlar çok güzel zaten, Hilal Hocam zaten bir efsane, müthiş yansıyor ekrana işimiz.
- Dizi kadrosunda gençler ve tecrübeliler olarak ikiye ayrılmış vaziyettesiniz. Çekim sonrası durumunuz nasıl?
- Yaşıt gibiyiz. Tüm dizilerimde böyle oldu aslında. Çok keyifli ve sıcak ilişkilerimiz var 48 kiloyum 50 kilo ağırlık kaldırırım
Yaşıtlarınız hayatın tadına varırken, siz setten okula koşuyorsunuz. Aklınız kalmıyor mu?
- En son bir gece kulübüne ne zaman gittiğimi hatırlamıyorum. Hava karardığında dışarda olmaktan bile hoşlanmam ben. Bir gün dışarda görülürsem, bilin ki o çok özel bir gün ya da biri beni dışarı çıkmak için zorladı. Sette işim erken bitse bile koşarak eve giderim. Bir şey kaçırdığımı düşünmüyorum. Annem bazen, "İlerde pişman olabilirsin, biraz çıksaydın" diyor.
- Modayla aranız nasıl?
- Bohem bir tarz benimsedim. Kısa kazaklarım olmazsa olmaz parçalarım.
- İnceciksiniz, o yüzden rahatça giyiyorsunuzdur. Sıkı spor yapıyorsunuz galiba.
- Abiyle büyüyen biriyim, o yüzden pilates yerine ağırlık daha çok ilgimi çekiyor bu sıralar. 50 kilo kaldırdığım oluyor.
- Siz kaç kilosunuz?
- 48 Evet biraz iddialı oluyor. Annem de çok endişeleniyor. Belim ağrıyor birkaç gün, sonra geçiyor. Beslenme düzenimde buna göre. Hiç ödün vermem. Sete kendi yiyeceklerimi getiririm. Paketlenmiş bir şey yemeyeli yedi yıl oluyor. Her şeyimi kendim yapıyorum, dışarda çok yemek yemem. Baktım uzun çalışacağız, proteinli yoğurdumu alırım, Hindistan cevizi unundan pizza yaparım. Nohuttan tatlı yaparım. Yemeklerimin tarifleri de bana ait. Anneme bile eve gelmeden tarif yazarım