"Sabahın saat 10'u... Hapishanenin önündeyim. İçinde, unutulmuş insanların hayaletleri gezen bir Ortaçağ kalesi..." diye anlatıyor Necip Fazıl Toptaşı Cezaevi'ni...
Saatime bakıyorum, saat sabahın 10'u. Atik Valide Külliyesi'nin ıslak duvarları arasından içeriye giriyorum. Burnumda tarihin o keskin kokusu...
İnsanlar gibi yapıların da kaderleri varmış diye geçiriyorum içimden. Yoksa insanlara yardım etmek ve şifa dağıtmak amacıyla inşa edilen koca bir yapı zaman içinde neden bir hapishane olarak kullanılsın ki? Yardımıma Necip Fazıl koşuyor ve "Burası evvelce tımarhaneymiş... Peşinden hapishane olmuş... Düşünün; tımarhane üstüne hapishane... Sahiden havası o kadar ağır, duvarları sünger gibi 'ahü zâr' içmiş bir kasvet ocağı. Müdür odasına ve kalemlere çıkan geçit, hapishanenin dudakları... Girer girmez kapkaranlık bir boğaz görünüyor" diyerek benim birazdan gezeceğim yerleri o kendi zamanına düşen kaderiyle anlatıyor.
Nur Banu Sultan'ın yaptırdığı Üsküdar'daki Atik Valide Külliyesi'nden bahsediyorum. Vakıflar Genel Müdürlüğü, Türkiye'nin en büyük külliyesi olan Mimar Sinan'ın bu son eserini, atıl durumdan kurtararak restore ediyor. Çalışmaları bir yıl sonra tamamen bitecek. Biz de Pazar SABAH olarak 450 yıllık bu yapının kapılarını araladık.
Atik Valide Külliyesi'nin içinde cami, medrese, kervansaray, daruşşifa, darulhadis, darulkurra, tekke, sıbyan mektebi, tabhane, aşhane ve hamam bulunuyor. Anadolu'dan tedavi için gelen biri, ilk kervasaray bölümünden giriyor külliyeye. Atını burada bırakıp, aşhaneye geçiyor. Misafirler, öğrenciler ve konaklayanlar her öğün burada yemek yiyebiliyor. Hastalar, daruşşifada tedavi olduktan sonra gerekirse buradaki hasta odalarında kalabiliyor. Temizlik için hamam kullanılıyor. İbadet için cami de var Kuran okuma odaları da... Medrese eğitimi de var subyan mektebi de... Görüldüğü gibi halkın tüm ihtiyaçlarını ücretsiz karşılayabilecek şekilde inşa edilmiş bu yapılar.
Ancak neredeyse beş asırdır ayakta kalan bu eserin yapılış amacı dışında kullanıldığı da olmuş. Her dönem, kendi ihtiyacına cevap verecek bir alana dönüştürmüş bu tarihi duvarları. 1807- 1865'te Nizam-ı Cedid ve Asakir-i Nizamiyye Kışlası, 1865-1873 İstanbul'daki kolera salgınında hastane, 1873-1925 bimarhanne yani akıl hastalıkları hastanesi, 1927- 1935 cüzzam hastanesi, 1935- 1940 Tekel Türün Deposu, 1940-1977 Toptaşı Cezaevi, 1977-1999 Üsküdar İmam Hatip Lisesi, 2003-2008 Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, 2014'ten beri de Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi olarak kullanılıyor.
GRAMOFONLA TEDAVİ ETTİLER
Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nin temellerinin atıldığı ilk yer de bu külliyedir. Süleymaniye Bimarhanesi'nde art arda hasta ölümleri yaşanınca, hastalar buraya taşınır ve külliye Toptaşı Bimarhanesi (akıl hastanesi) olarak kullanılmaya başlanır. Hastalar arasında kadın erkek, Müslüman, gayrimüslüm gibi ayrımlar yapılmaz. Hatta pek çok gayri Müslüm hastanesi akıl hastalarını kabul etmeyince çoğu buraya getirilir. Sadece İstanbul'dan değil taşradan da hastalar vardır. Ancak 1893'te İstanbul'da görülen kolera salgınında 84 hastanın ölmesi üzerine hükümet taşradan hasta alınmasını yasaklar.
Toptaşı Bimarhanesi'nin ünlü hastaları da vardı. Neyzen Tevfik bunlardan biridir. 1927 yılında sara nöbetleri ve alkol sebebiyle sıkça Toptaşı'nda yatar. Burada doktoru olan Mazhar Osman'la, İstediği zaman gelip tedavi olup gidecek kadar dostluklarını ilerletirler. Hatta "Bir buluttum yıldırım oldum, düştüm payine/meclis-i yaranda çaktım, Toptaşı'nda gürledim" mısralarını da yine burada yazmıştır.
Toptaşı'nda tedavi için müzik de kullanılmıştır. Avluda gramofon seansları yapılıp hastalar tedavi edilmeye çalışılmıştır.
ZİNDANDAN MEHMED'E MEKTUP
Atik Valide Külliyesi'ni gezerken kafamı yukarı kaldırdığımda pencerelerin önünde boylu boyunca uzanan nöbetçiler için yapılmış demir ızgaraları fark ettim. Bu Toptaşı Cezaevi olarak kullanıldığı dönemden kalmış bir eklentiydi. Restorasyon yapılırken çıkarılmamış tersine onarılarak dönemin hatırasına sadık kalınmış.
Necip Fazıl Kısakürek, Nazım Hikmet, Yılmaz Güney, Nihal Atsız, Can Yücel, Rıfat Ilgaz ve Nuri Çolakoğlu cezaevinde yatan ünlü isimlerden. Yeraltı dünyasından Kürt idris, Bekir Çelenk ve Dündar Kılıç gibi isimlerin de burada kaldığı biliniyor.
Necip Fazıl, Toptaşı Cezaevi'ne üç kez girip çıkıyor. Ünlü şiiri Zindandan Mehmed'e Mektup'u da bu cezaevinde kaleme alır. Bu şiirde Kısakürek'in oğluna olan hasretini ve cezaevinin duvarlarına işleyen acıyı mısra mısra hissediyoruz:
"Zindan iki hece/Mehmed'im lâfta!/Baba katiliyle baban bir safta!/Bir de, geri adam, boynunda yafta/Halimi düşünüp yanma Mehmed'im!/ Kavuşmak mı? Belki... Daha ölmedim!"
SÜRGÜN FİLMİNİ BURADA YAZDI
Toptaşı cezaevinin ünlü simalarından biri de Yılmaz Güney olur. Güney, ünlü Sürgün filminin senaryosunu burada kaleme alır. Binlerce simaya tanıklık etmiş asırlık avlu, o yıllarda Güney'in "Kahrolsun tembellik" nidasıyla başladığı sabah sporlarına şahitlik eder. Bu sesi duyan Toptaşı'nın mahkûmları spora katılmak için avluya çıkarlar. Avluda mahkûmları etrafına toplayarak konuşmalar yapar Güney. Kısa hayatının büyük bir bölümünü hapishanelerde geçiren biri olarak kendine göre bir düzen kurar.
Ziyaretçileri eksik olmaz. Bu tarihi yapı kendine biçilen rolü Güney'in ünlü ziyaretçilerini nemli duvarları içinde misafir ederek oynamaya devam eder.