Şehrin karmaşından sonra ilaç gibi gelen yollardayım. Adana Havalimanı'ndan çıktım, Çukurova'nın sonsuzluk hissi veren kucağına bıraktım kendimi... Sağım solum portakal ağacı... Biliyor musunuz, portakal ağaçları tam da bu mevsimde, sanki yeni yılı karşılıyormuş gibi rengarenk... Neşe veriyor insana... Aralık camdan içeri giren mis gibi kokuyu yazarak anlatamam. Dakikalar boyunca tek bir ev, tek bir insan görmeden ilerliyoruz yollarda. Arada bir kamyonlar geçiyor yanımızdan hızla, kasaları tabii ki turuncuyla süslü... Ne zaman sonra deniz gibi uzanan portakal ağaçları bitiyor ve küçük bir köye ulaşıyoruz. Köyün başında oraların eskisi, kocaman bir çoban köpeği karşılıyor bizi... Dost muyuz düşman mıyız anladıktan sonra, öğlen uykusuna devam ediyor. Hayat sadece onun için değil, herkes için rahat ve huzurlu akıyor burada. İstanbul'u, koşturmayı çoktan arkamda bırakmış, kendimi Çukurova'nın büyüsüne kaptırmış haldeyim. Bir Zamanlar Çukurova dizisinin bu verimli toprakların göbeğine kurulan setine gidiyorum. "Ne şanslılar burada çalıştıkları için" diye geçiriyorum içimden... Dizinin en özel isimlerinden Vahide Perçin'le buluşacağım. Set sakin... Farklı bir mekanda önemli bir sahne çekildiği için, muhteşem konağın gölgesinde telaşsız kahvelerimizi içiyoruz.
Birkaç dakika sonra Vahide Perçin'in karavanına konuk oluyorum. Kırmaya korkacağınız kadınlardan o. Öyle farklı bir duruşu, yaşanmışlıklarını gizlediği buğulu gözleri var ki, etkilenmemek mümkün değil. Sıcacık karşılıyor beni. Çaylar eşliğinde sohbet ediyoruz. Vahide Perçin, 38 yaşında yine atv'de yayınlanan Bir İstanbul Masalı dizisiyle televizyon piyasasına girene kadar, Ankara'da yaşayan, kısa bir dönem Adana Devlet Tiyatrosu'nda çalışmış bir tiyatro sanatçısıydı. Yıllar içinde o kadar özel kadınları canlandırdı ki ekranda, hatırı sayılır bir hayran kitlesi oluştu. Bu süre zarfında, televizyonla, sinemayla milyonların sevgilisi olurken zor zamanlar da geçirdi, kanser tedavisi gördü. Şimdi yine bir atv projesiyle ekranda. "Bu işten sonra İstanbul'dan ayrılıyorum" diyor.
- Havaalanından sete gelirken, yol bize harika manzaralar sundu. Siz bu güzergahı her gün kat ediyorsunuz, alıştınız mı artık?
- O kadar çok çalışıyoruz ki, doğayı ancak ara verdiğimizde fark edebiliyoruz. Ama ben bu coğrafyayı çok seviyorum. Adana, Antakya, Mersin, Mardin çok sevdiğim bölgeler. Buralara bakınca, böyle güzel kültürlerin olduğu bir ülkede yaşamaktan gurur duyuyorum. Adana'da ilk çalışmaya başladığımda Devlet Tiyatrosu'nda görevliydim. O dönem beni bu şehre dair ilk vuran şey, insanların sıcakkanlılığı ve yardımseverliğiydi.
- Gerçekten burada özellikle dışarıdan gelen insana ayrı bir ihtimam gösteriliyor.
- Tabii. Devlet Tiyatrosu'ndan görevli gelmiştim buraya... O dönem farklı zorluklar vardı burada; ev tutmak zordu, bekara ev verilmiyordu. Ama ben hiç böyle şeyler yaşamadım tam tersi hep yardım gördüm. O nedenle Adana insanının sıcaklığı beni ilk etkileyen şeydi.
BEN DOĞUŞTAN KARŞIYAKALIYIM
- Tekrar yolunuz düştü bu topraklara... Şimdi nasıl hisler veriyor size?
- Bu kez bereketi beni çok etkiledi. Koca bir arazinin içinde, nasıl verimli bir toprak inanamazsınız. Küçücük bir dalı toprağa soktular şimdi kocaman bir ağaç oldu ve meyve verdi. Bu kadar verimli topraklar üzerinde olmak ve bunun bizim ülkemiz olması çok etkileyici, bambaşka bir duygu. Bereket taşmış vaziyette burada, meyveler yerlerde. Şehirli olmanın arsızlığıyla, durup hepsini yerlerden toplamak istiyor insan.
- İzmir'de büyümüş, Ankara'da yıllarını geçirmiş biri olarak İstanbul'la ilişkiniz nasıl?
- 2003'ten beri İstanbul'dayım, yeniyim yani. Ama ben hep İzmirli kaldım. İstanbul'u çok seviyorum ama evimde bile hep gidecekmiş gibiyim. Geçenlerde arkadaşlarımla da bunu konuştuk; onlar İstanbul'a daha iyi uyum sağladılar. Ben de öyle bir şey yok, hep İzmirliyim, hep Karşıyakalıyım. O yüzden Beşiktaş'ta oturuyorum. Beşiktaş, esnafını çok seviyorum, duruşlarına bayılıyorum. Ama yüreğimde çocukluğumdan beri Karşıyakalıyım. Hep kökünü arayan, ona doğru gidenlerdenim. Bir türlü buraya adapte olayım diyemiyorum. Galiba geri de döneceğim İzmir'e.
- Bir İstanbul Masalı İstanbul'da ilk işiniz, o sırada bir röportajınızda, "Bu işi yapıp döneceğim" demişsiniz...
- Hâlâ aynı fikirdeyim. Ama bu kez çok yakında olacak!
- İstanbul'da sizi bu kadar yoran neydi?
- Şehrin hiçbir günahı yok. İnsanlardan yoruldum, sınanmaktan yoruldum. Belli bir yaşa gelince insan başka mutluluklarla donatmak istiyor kendini, çok sınanmak istemiyor. Ben çok sınandım ve artık sınavları geçmiş olayım diye dua ediyorum. Bitsin artık onlar, ben artık huzur bulmak istiyorum.Aslında ben insandan kaçmıyorum aksine insana dönmek için benim kaçışım. İnsandan çok uzaklaştım, yaptığım işten dolayı o kadar hızlı yaşıyoruz ki...
- Peki bu tempo bittiğinde gideceğiniz yer neresi?
- Hayal kuran biri değilim ama şartları iyileştirerek bir yol bulmaya çalışırım. Çok da hırslı biri değilim. Yavaş yavaş bir şeyler oluşturmaya başladım. Kendime bir yerde bir ev aldım, o evi düzenledik. İnşallah oraya gideceğim.
KANSERİ KENDİM YAPTIM
- 40'lar ve 50'ler ne değiştirir kadının hayatında?
- Bunu oluşturan şey koşullar. Şehirli kadınla, coğrafyası çok sert bir yerdeki kadının 40 ya da 50 yaşı çok farklı. 50 yaşında tabir uygunsa taş gibi kadınlar görüyorsunuz ama gidiyorsunuz Güneydoğu'ya 50 yaşındaki bir kadın 70'lerinde gibi.
- Siz nasıl hissediyorsunuz?
- 40-50 yaş aralığım hep bir mücadele ile geçtiği için çok farklı durumlarım oldu. İnsan haklarına daha dönük olmaya başladım. Sanatı daha farklı algılayıp, bu konuda daha sakin olmayı öğrendim. Daha doğaya dönük bakmayı, hissetmeyi öğrendim. Bu yaşadıklarımla ve yaşımla ilgili sanırım. Bir de insanın geçirdiği yılları anlayacak zamana ihtiyacı var.
- 40'larında yaşadığınız rahatsızlığınız sizi değiştirip, dönüştürdü mü?
- Yok canım... Bir şey değişip dönüşmüyor böyle rahatsızlıklarla... İnsan neyse o. Tabii ki biraz daha hassaslaşabilir ama radikal bir değişiklik olmadı bende.
- İlginç. Kanseri yenen kadınlarla konuştuğumda, çok fedakarmışım artık kendimi düşünüyorum" derler özetle...
- O kadınlar yapabilmişse ne güzel. Ben hâlâ başkalarının derdiyle çok uğraşırım. Kızım çok kızar bana, "Biraz kendinle ilgilen" diye. Bu huy, bunu değiştiremiyorum. Sadece sağlık kontrollerim çok sıkı denetleniyor çevrem tarafından. Sonuçta ben bir iş yapıyorum ve bu işin içinde koşturuyorum, koşullar çok zor. Ne yemek, ne uyku düzeni var. Ben şimdi kalkıp hayatımı değiştirdim diyemem. Asgari de olsa kendimi korumaya çalışıyorum. Hastalık sürecinde elbette kendime dönüp baktım. İnsan yalnız kalıyor ve sorguluyor. Nerede koptu bir şeyler diye içine bakıyorsun...
- Buldunuz mu siz?
- Tabii ki. Yaşam koşullarımda ısrar edip, üstüme çok fazla şey yüklemekten kaynaklanan bir şey. Ailede kanser hikayesi yok. Bunu kendi kendime yaptım. Hem bedensel, hem ruhsal kendimi yordum. Ve yaptım.
BU KONAĞIN BİR RUHU VAR
Bana göre dizinin en önemli karakterlerinden biri de konak. Etkilenmemek mümkün değil. Konağın odalarında gezerken zamanda yolculuğa çıkmak mümkün. Her bir detay, her bir obje, sonradan yapılan bu konağın bir ruhu var sanki. Anlıyorum ki atv ekranlarında yayınlanan Bir Zamanlar Çukurova dizisinin perşembe akşamlarının en çok izlenen yapımı olması boşuna değil.
İşte ilginizi çekebilecek birkaç detay:
Dizi için Adana'da kurulan devasa platonun her köşesi, 1970'lerden süzülen birer anı gibi. O dönemin Adana'sını oluşturmak için hazırlıklar tam sekiz ay önce başladı. Aylarca süren inşaat için 450 kişiden oluşan profesyonel bir ekip gece gündüz çalıştı. Ekip bu özverili çalışma sonunda, Adana'da, Çukurova'nın o uçsuz bucaksız coğrafyasında Yaman Çiftliği başta olmak üzere, dizinin tüm mekanlarına hayat verdi.
Dizi yayına girmeden önceki sekiz ay boyunca bir yandan binalar şekillendi, 1970'lerden günümüze uzanan bir hikaye adım adım örüldü...
Yapım ekibi hazırlık aşamasında, yüzlerce döküman araştırdı, her şeyin dönemin çizgilerine uygun olması için binlerce fotoğraf taradı, referans görseller hazırladı!
Türkiye'nin dört bir yanından yüzlerce aksesuvar topladı. Göz kamaştırıcı çiftliğin eşyaları da özel olarak üretildi. Dönemin tüm ihtişamını yansıtan ev aksesuvarlarının çoğu ise antika dükkanlarından temin edildi.
HÜNKAR'IN BALKONU EN SEVDİĞİM YER
- Burada iş dışında bir şeyler yapmaya vaktiniz oluyor mu?
- Ben setten otele gidiyorum. Arkadaşlarım bazen kebap, kaburga yemeğe gidiyor ama ben otele... İstanbul'dakiler her gün kebap yediğimi sanıyor ama ben set yemeği yiyorum (gülüyor). İstanbul'da okuluma gidiyorum, üniversite derslerim var. Onlar bana ümit vaat ediyor.
- Dizinin tutmasının nedeni ne sizce?
- Ekip, senaryo, hırslı ve çalışkan oyuncu kadrosunu bir yana bırakırsak, nostalji var. İnsanların o yıllarda o vardı, bu vardı diyebileceği doneler var. Üzerine çok detaylı ve özenli çalışılmış bir ortam söz konusu. Diziye başlamadan önce dekor için getirdiler konağı görelim diye. Hayran kaldım, çok etkilendim. Ve sanat yönetmenize, "Bunun içinde nasıl varolacağız?" dedim. O kadar görkemli ki. Çünkü bazen kostüm ya da dekor o kadar görkemli olur ki, oyuncu yok olur. Başrol kostüm ya da dekor olur. Burada da öyle, o kadar şahane bir dünya yaratılmış ki.
- En çok hangi kısmı seviyorsunuz?
- Bahçe kısmını çok seviyorum ve Hünkar'ın balkonu çok güzel. Limon ağaçlarına bakıyorum. Sera harika... Orada oturmak çok keyifli.
ALLAH BENİ SAKINARAK ÇOK ÖZEL BİR KIZ VERMİŞ
- Çok güzel bir kadınsınız. 20'li yaşlarınızın harika olduğuna eminim... Ama siz 38 yaşında geniş kitleler tarafından tanınır oldunuz. Eğer 20'lerinde bu kadar tanınır olsaydınız ne değişirdi?
- Şartları yaşamadan bilmek mümkün değil ama karakterimi bildiğim için 20'lerimde gelmezdim İstanbul'a... Bunu birçok arkadaşım yaptı, mezun olur olmaz İstanbul piyasasının yolunu tuttu. Ben Ankara Sanat Tiyatrosu'nu tercih ettim. Zaten bu piyasanın içine girmem de, hiç beklemediğim bir şeydi. Altan Erkekli AST'den ustam olur, onun başlayacağı işe beni önermesi ve ısrarıyla Bir İstanbul Masalı kadrosuna girdim. Televizyon hikayem böyle başladı. Ama en baştan itibaren, "Yapamam televizyonda" dedim. Ondan sonra ailem de geldi buraya ve hikaye böyle başladı. Bu yüzden 20'lerimde gelmezdim, televizyon işi de yapmazdım. Mezun olmadan önce bile tiyatro yapmak üzerineydi planlarım. Ama şartlar bazen sizi başka şeyler yapmaya da yöneltebiliyor.
- Planlarla sürmüyor hayat galiba...
- Sürmez. Çok ileri dönük planları olan biri değilim. Adım adım gitmeyi tercih ederim. İnsana karşı da öyle, bir anda samimiyet kuramam, yavaş yavaş alışırım. Acılarımız bize bir karakter oluşturuyor.
- Canlandırdığınız karakterlerden çok farklı, çok Avrupai, tarz itibariyle spor bir kadınsınız... Şimdi de çok güçlü bir Çukurova kadınını canlandırıyorsunuz.
- İnsanın temelinde olan şey gözlemek. Bu gözlemlerden yola çıkarak bu karakterleri oluşturmaya çalışıyoruz. Katmanlı bir şey oyunculuk, bu katmanlardan biri de gözlemi hayata geçirebilmek. Tabii ki içimden birçok şey katılıyor ama bunların birçoğu devlet tiyatrosunun seyircisi olarak gelen kadınlar. Varlıklı, orta halli kadınların tavırları, hayattaki duruşları... Hünkar mesela... O başka topraklarda, koşullarda filizlenmiş bir kadın.
- Kızınızla ilişkiniz nasıl? O da oyuncu değil mi?
- Aslında Alize sadece oyuncu değil, onun birkaç becerisi var. Alize Allan'ın bana verdiği büyük bir nimet. Her anne baba evladı için böyle düşüyordur ama ben şanslıyım, Allah beni sakınarak çok özel bir kız vermiş. Akıllı, şükretmeyi bilen bir kız. Genç yaşında olmasına rağmen asla pes etmeyen biri. Şimdi Macaristan'a okumaya gidecek, kriminal psikoloji okuyacak. Çok gurur duyuyorum onunla. İlk kez ayrılacağız. Zamanı geldi, uçması lazım..
BURASI DİRENMEYİ BİLEN BİR ÜLKE
- Son zamanlarda sürekli kadınların daha da güçlü olması gerektiği dayatılıyor. Bu biraz daha yük yüklemek değil mi?
- Kadın, erkek diye ayırmadan herkes, koşullarını, yaşam kalitesini yükseltecek güçte, olanakta olmalıdır. Ülkemizin de bir gerçeği var ki, kadın güçlendiği zaman ötelenmek, itilmek üzerine kumpaslar kuruluyor. Kocasından dayak yiyen, tacize uğrayan, cinayete kurban giden kadınların haricinde Türkiye'de kadın güçlü. Türkiye'nin dişisi çok güçlü ve yapıcı. Aslında Türk erkekleri çok şanslı. Hiç okumamış ama hayatın felsefesini çözmüş o kadar çok kadınla bir araya geldimki, bize kitapların öğretemeyeceği çok şeyi öğretebilirler. Güçlü ve neşeli kadınlarız biz. Bir gerçeğimiz var, kabul ediyorum: Kadın eziliyor, cinayete kurban gidiyor, erkeğin gerisinde durmaya zorlanıyor ama Türk kadını durmaz!
- Neler neler yaşadık ülke olarak ama yıkılmıyoruz.
- Düştüğümüz yerden kalkıp yürümeyi öğretiyoruz kendimize. Direnmek böyle bir şey. Ümidini kesmeyeceksin, güneş yarın yeniden doğacak. Direnmeyi çok iyi bilen bir ülke burası ve çok daha iyi şeyleri hak ediyor.