Eşine az rastlandığından, tarifi müşkül bir ses... Hem ateşte yeni yeni şekillenmeye başlamış bir cam parçası gibi yumuşacık, hem keskin, hem kırılgan. Ama bu kırılganlığı muhafaza eden güçlü, katmanlı bir derinliğe sahip. Doğu'nun da Batı'nın da zarif nüanslarını bilen, bol kıvrımlı, sıcacık... İşte zırhı en kalın ruhları bile delip geçen bu sesin sahibi Neşe Karaböcek, neredeyse yarım asır önce Artık Sevmeyeceğim diye bir serzenişte bulundu ve saygınlığından bir dirhem bile fire vermeden bugünlere geldi. Yayınladığı plakların, kasetlerin sayısını kendi bile hatırlamıyor. Öyle üretken ve işine âşık. Uzunca bir dönem gazeteci eşi Tevfik Yener'le Amerika'da yaşadı. Orada da üretti. Operadan arabeske, Flamenko'dan new age'e uzanan bir müzik ve ses skalasına sahip. İlk gençliğini 70'ler ve 80'lerde yaşayanlar için, hayatlarının fon müziği olmaktan öte anılarıyla hemhal olmuş bir kahraman. Yaklaşık 10 yıldır esen nostalji rüzgarları sayesinde bugünün gençleri de onun sesine aşina... İşte bu güçlü ses, yıllar süren sessizliğini bozdu ve eski gazino günlerine duyduğu özlemle; 29 Eylül Cumartesi akşamı, İstanbul'un önemli sahnelerinden Günay'da Ferhat Göçer'le birlikte bir konser verdi. Sırada yeni konserler ve yeni bir albüm var. Hatta anılarını kaleme aldığı kitabı da yolda. Gönlümüzün bol Altın Plak'lı 'altın kız'ı Neşe Karaböcek'in kapısını çaldık ve hayatında uzun bir yolculuğa çıktık.
- Sahneye ilk çıktığınız gün, o an hissettikleriniz aklınızda mı?
- Sahneye ilk çıkışım Ankara Devlet Tiyatrosu'nda oldu. Üç buçuk yaşımdaydım, kuş rolündeydim, kollarımı kanat gibi çırparak şarkı söylüyordum. Ancak alkışlardan başka bir şey hatırlamıyorum. Daha sonraki yıllarda, beş yaşımda bir piyeste daha rol aldım. Piyesteki başarımdan sonra Muhsin Ertuğrul Bey bana çok zor bir görev verdi. Ankara Devlet Operası'nda Peer Gynt Operası sahneye koyuluyordu. Cüneyt Gökçer başroldeydi, onun rüya sahnesinde meşhur Solveig'in Şarkısı aryasını soprano olarak söyleyecektim. Sahnedeki yerim hayli tehlikeliydi, rol gereği göklerdeymiş gibi söylemem gerektiğinden sahnenin en yukarısına el asansörüyle çıkarıldım. Bir koltuğa oturtulmuştum ve aşağısı karanlık bir uçurum gibi görünüyordu. "Aşağıya bakma!" diye sürekli uyarıyorlardı. Korkumu yendim ve aryayı başarıyla okudum. Çok alkışlandığımı ve duygulanarak ağlayanları hatırlarım.
ANILARIMI YAZACAĞIM
-
Opera dâhil her tür var müzikal yolculuğunuzda. Ama arabeski de, sırrı sizde olan Neşe Karaböcek stiliyle yorumladınız. Arabesk sizin için ne ifade ediyor?
- Arabesk olarak adlandırılan
müziğin toplumda büyük kabul görmesinin
nedeni Arap ezgilerinden
dolayı değildir. Türk Musikisi en az
Arap müziği kadar kalitelidir, hatta
mükemmeldir. Arabeskin etkisi ve
sevilmesi iki üç Arap sound'unun
yerli bestelere karışmasıyla değildir.
Asıl sır sözleridir, sözlerinin toplumun
duygularını dile getirmesidir.
Bunu ilk başta Orhan Gencebay'ın
şarkı sözlerinde görüyoruz. Aslında
ciddi şiirler onlar. Sözleri elbette o
dönemde daha derindi. 70'li yıllarda
endişeli günler yaşıyorduk. Siyasi cinayetler,
toplumsal direnişler, olaylı
sendika hareketleri ve bunların arasında
ezilen halk, Arabesk denilerek
haksızlık edilen müzikte isyanının
dile geldiğini gördü. Diyeceksiniz ki,
arabesk demeyelim de ne diyelim?
Orhan Gencebay'ın adlandırdığı gibi
"özgün müzik" diyelim.
- Eski gazino günlerinizi nasıl hatırlıyorsunuz?
- Gazino günleri muhteşemdi.
Ancak toplumdaki gelgitler,
kentlerdeki nüfus artışıyla
birlikte oluşan müzik zevki
ve eğlence anlayışı çeşitliliği
ve bir de televizyon,
gazinoların kapanmalarına
sebep oldu. Bugün sadece
Günay Restoran gazino
kültürünü yaşatan tek lokal.
Onları kutluyorum. 29
Eylül Cumartesi gecesi değerli
sanatçı Ferhat Göçer'le ve çok
mutlu oldum. Anılarıma
gelirsek kitap olur, bu sebeple
anılarımı anlatan bir kitap yazmaktayım...
- Turneleriniz nasıl geçerdi?
- İzmir, Ankara ve Bursa hariç
Anadolu kentlerinde otel sayılacak
yerler kötü koşulluydu. Banyo, ısınma,
temizlik felaketti. Bazı zamanlar
yanımda annem, otobüste uyurduk.
Konser salonları ise genellikle sinemalardı,
aman Allah'ım ne yerlerdi
ne yerler! Size bir anı: Erzurum'a
konsere gidiyorduk. Çok kar yağıyordu.
Otobüsümüz Nuh-u Nebi'den
kalma bir antikaydı. Zigana Dağları'nı
geçtik, otobüs stop etti. Mazotu donmuştu,
kalakaldık. Biraz sonra otobüsün
içi buz gibi oldu. Ne bulduysak
sarındık ama faydası yok! Kar iyice
şiddetlendi, o zamanlar cep telefonu
yoktu ki imdat isteyelim.
Zaman geçtikçe uyuşmaya başladık.
İyice korkmaya başlamıştık, birdenbire
karayolları kar küreme arabası
yanımıza geldi ve bizi donarak
ölmekten kurtardılar. İstasyonlarında
bizi yine karlarla ovarak tedavi ettiler.
Yiyecek, içecek ikram ettiler ve bizi
kendi araçlarıyla Erzurum'a götürdüler.
Orada halk bizi meşalelerle alkışlarla
karşıladı. Ve o gece başarılı bir
konser verdik. Bakın gözlerim doldu.
BAŞIMIZI KAŞIYACAK VAKTİMİZ YOKTU
Bir gazeteci-müzisyen evliliğinde taraflar birbirini nasıl dengeler? diye soruyorum Karaböcek'e, "45 yıllık evliliğimiz mutlulukla geçiyor ve huzurluyuz" diyor ve devam ediyor: "Gazeteci-sanatçı görüşmesi yaparken tanıştık. Karşılıklı anlayış ve saygı prensibimizdir. Eşim işine çok bağlıdır ve mesleğine tutkundur. Genel yayın yönetmeni sorumluluğunu yerine getirmek için projelerini evde hazırlardı. Gazetesinin tirajını yükseltmeyi daima onur meselesi yapmıştır. Şimdi kitap yazıyor, resim yapıyor eskisi gibi yorulmuyor. Bana gelince; gazino sahnesi, plaklar ve film çevirmek bir arada yürüyordu. Bu sebeple ikimizin de başını kaşıyacak vakti olmadığından işleri pek konuşmazdık. Aile işlerini görüşürdük. İkimiz de birbirimizin mesleğine saygı gösterdik."
KARABÖCEK SOYADIMI İNÖNÜ VERDİ
Muhsin Ertuğrul ve Mümtaz Zeki Taşkın birlikte Ankara Devlet Tiyatrosu Küçük Tiyatro'yu kuruyorlardı. Gazeteye "Yetenekli çocuklar sınavla tiyatroya alınacaklar" diye ilan vermişlerdi. Gittik, beni dinlediler, şaşırdılar, yaşımı sordular. Annem "Üç buçuk yaşında" dedi. Bir ay sonra imtihanı kazandığım haberi geldi. İlk rolüm şarkı söyleyen kuştu. İkinci oyunum Mümtaz Zeki Taşkın'ın bana yazdığı Karaböcek piyesinde başroldü. Mümtaz Bey beni "Böceğim" diye severdi. Elimden tuttu, şeref locasına götürdü. Dönemin Cumhurbaşkanı Sayın İsmet İnönü vardı locada. "Gel bakalım harika çocuk" deyip kucağına oturttu. "Şanını duydum, geldim. Seni takdir ettim. Sanatçı adın Karaböcek olsun" dedi. O günden sonra sahne soyadım Karaböcek oldu