Yurt dışında aldığı eğitimin ardından kendi deyimiyle 'akademinin fildişi kulelelerinde teorik tartışmalar yapma hayaliyle' ülkesine dönen bir akademisyendi. Yaklaşık bir yıl sonra patlak veren ve akademisyen kimliği ile izlediği Gezi Parkı olayları yine kendi deyimiyle onu 'dönüştürdü' ve tabiri caizse fildişi kulelerden sahaya indirdi. Şimdi SABAH gazetesindeki yazıları başta olmak üzere çeşitli platformlarda Türkiye ve dünya gündemi ilişkin görüşlerini dile getiriyor, çok da dikkat çekiyor. Doç. Dr. Hasan Basri Yalçın'ın gözlerden uzak yaşamında ise uğruna yurt dışında kalma düşüncesini rafa kaldırdığı oğulları Mehmet Fatih ile Ömer Burak, uzak diyarlarda 'of' demeyi bile özleten Türkiye tutkusu, aile sevgisi, motosiklet merakı ve otomobille çıkılan Türkiye seyahatleri var.
- Üniversitede ders veriyorsunuz. SETA direktörleri arasındasınız. Sabah gazetesinde yazıyor, televizyon programlarına katılıyorsunuz. Bu yoğun tempoda sizi motive eden nedir?
- 2011'de yurt dışında eğitimimi tamamlayıp, 2012'de Türkiye'ye döndüm. Kendi akademik gündemi olan, kafasında makalelerini kurgulayan tipik bir akademisyendim. Düşünce kuruluşlarında çalışmayı, gazetede yazı yazmayı planlamıyordum. Çocukluğumdan beri her Türk vatandaşı gibi beni de etkilemiştir ama siyasi meselelere de çok yakın olduğumu söyleyemem. Beni kişisel olarak etkileyen ve planlarımı değiştiren Gezi Parkı olayları oldu.
- Neden?
- Gezi Parkı olaylarını üç gün boyunca gidip bir akademisyen gözüyle izledim. Ve gözlem yaparken bunun sadece basit bir park olayı olmadığını çok net bir şekilde gördüm. Gezi Parkı olayları Türkiye'ye içeride ve dışarıda çeşitli aktörlerin kurduğu bir tuzaktı. Orada bir ayaklanma tezgahlanmıştı ve asıl mesele Recep Tayyip Erdoğan'ı düşürmekti. Hatta o gün kişisel olarak tartıştığımız, kavga ettiğimiz arkadaşlarıma söylediğim bir şey vardı: "Bugün Türkiye bir noktaya geldi. Ya Türkiye'den yanasınız ya da değilsiniz." O gün benim dönüşümümdür.
- İleride çocuklarınız için nasıl bir Türkiye hayal ediyorsunuz?
- Çocuklarımın kendi tercihlerini daha fazla gerçekleştirebilecekleri ve baskıya uğramadıkları bir ülkede yaşamalarını istiyorum. Çünkü maalesef Türkiye'nin tarihinde çok kötü dönemler var. Darbe dönemleri ve sonrası... İnsanların sorgusuz sualsiz hapsedildikleri, üniversite okuyamadıkları, etnik kimlikleri, ideolojik tavırları nedeniyle devletten uzaklaştırıldıkları bir Türkiye gördük. Hayalim devletle milletin kucaklaştığı bir Türkiye.
- Yurt dışında okudunuz. Orada kalmayı hiç düşünmediniz mi?
Düşündüm. Hatta çok büyük bir ihtimalle de kalacaktım. İki oğlum var. Mehmet Fatih 12, Ömer Burak 10 yaşında. Bizi Türkiye'ye dönmeye yönelik olarak motive eden Mehmet Fatih oldu. O zaman dört-beş yaşlarındaydı. Akrabalarını, yeğenlerini, dedesini, babaannesini özlüyordu. Diğer yandan yurt dışında kalabilirsiniz ama bunun bir sonu yok. Başınız ağrıdığında 'of' diyorsunuz. Of'un İngilizce tercümesi yok. Türkiye'yi dönüşümü tetikleyen ailevi nedenler oldu ama ben de ömrünü yurt dışında sürdürebilecek biri değilim. Fazlasıyla muhafazakar, fazlasıyla yerliyim. MUHAFAZAKAR BİR
AİLEDE BÜYÜDÜM
- Nasıl bir ailede büyüdünüz?
- Muhafazakar bir ailede büyüdüm. Ailemde
herkes imam hatip mezunudur. Babam da imam
hatipte öğretmendi. Babamın etkisini hayatımda
çok hissederim. Hep onu taklit etmeye çalışmış,
takdir etmişimdir. Beni akademik başarıya yönlendirdi.
Ben de onun için çalıştım. Maalesef
babamı dört yıl önce kaybettim. Doktoramı bitirdiğimi
gördü ama doçent olduğumu göremedi. Bu
içimde hep bir sızıdır. Çalışkan ve hırslı olmak,
uğraşmak, didinmek. Bana bu değerleri aşıladı.
Annem de dirayetli, güçlü bir kadındır. Ailem
bana hep "Güçlü ol, güçlü dur ama kimseyi ezme.
İnsanlara iyi davran. İnsanlarla iyi geçinmeye
çalış" der. Ben de aynı şekilde çocuklarıma
bunları aktardığımı düşünüyorum.
Eskiden "Aman evladım
kimsenin hakkını yeme" diyerek
büyütürdü aileler çocuklarını. Şimdi
"Hakkını yedirme" diye büyütüyor.
- Aileniz yoğun iş temponuz karşısında isyan etmiyor mu?
- İsyan etmiyorlar. Ama elbette
birlikte daha çok vakit geçirmek
istiyoruz. Bazen haftada bir-iki kez
görüşebiliyoruz. İş nedeniyle eve geç
gittiğim akşamlar çocuklar uyumuş
oluyor. Ama mümkün olduğunca
onlara vakit ayırmaya çalışıyorum. İki
oğlumla futbol oynamayı seviyorum.
- Motosiklet kullanıyorsunuz. Bir tutku mu?
- Merak. Babam gençliğinde kullanırmış. Onun
anlattıkları galiba etkili oldu. İnsan kafasında babasını
ideal tip olarak gördüğü için çocukluktan
itibaren bende de böyle bir merak uyandı.
- Seyahat etmeyi seviyor musunuz?
- Evet, seviyorum. Ailecek arabaya atlar İstanbul'dan
başlayıp her gece bir şehirde yatarak Artvin'e
kadar gideriz. Ardından Erzurum, Erzincan
yapıp İstanbul'a döneriz. Türkiye'nin aşağı yukarı
her yerini görmüşümdür.
DÜNYADA BÜYÜK TÜRBÜLANSLAR YAŞANABİLİR
- Dünya nereye gidiyor?
- Ben merkantilist, korumacı bir döneme girdiğimizi ve onun da öncülüğünü, liderliğini ilginç bir şekilde Amerika tarafından, olmaması gerektiği şekilde yapıldığını düşünüyorum. Bu yüzden ilginç bir döneme giriyoruz. Nasıl sonuçlanacak hep beraber göreceğiz. Ama şimdilik öngörülebilir bir dönüşüm hikayesi değil. Benim dikkatimi çeken çok önemli bir kısmı şu: Amerika kendi eliyle kurduğu uluslararası düzeni, yine kendi eliyle batırıyor. Bundan kâr edebileceğini düşünüyor. Ama uzun vadede bir düzen yıkmış olmanın maliyetini de taşıyacaktır.
- Önümüzdeki 25 yılı kimler şekillendirecek?
- Bir liderler dönemine girdiğimizi düşünüyorum. Güçlü liderliklerin her tarafta ortaya çıktığı bir dönemini yaşıyoruz. Şu an itibariyle görülen en güçlü isimler bana sorarsanız Putin, Recep Tayyip Erdoğan ve Angela Merkel. Towering denilen isimler bunlar. Bence Amerika'nın takınacağı tavır da önemli. Maalesef Amerika'nın başında ne yaptığı belli olmayan, ne yaptığını kendi de bilmeyen bir başkan var. Onun yaratacağı rastlantısallık çerçevesinde değişim ve dönüşümler yaşanabilir. Ben yakın dönemde dünyada büyük türbülansların yaşanabileceğini hep söylüyorum.