Onu dünya "Batı'ya tasavvuf ve İslam felsefesini tanıtan ve sevdiren adam" olarak tanıyor. 40 yılı aşkın bir süredir tasavvuf üzerine yazdığı kitaplar Türkçe dahil pek çok dile çevrildi. Çalışmalarını New York State Üniversitesi'nde sürdüren dünyaca ünlü tasavvuf uzmanı Prof. Dr. William Chittick geçen hafta Üsküdar Üniversitesi'nde düzenlenen ve yine dünyanın sayılı tasavvuf uzmanlarının katıldığı Tasavvuf Yaz Okulu Seminerleri kapsamında İstanbul'daydı. Tasavvuf ve İslam felsefesi alanında araştırmalar yapan, sufi İslam düşünürleri İbn Arabi ve Mevlana Celaleddin-i Rumi'nin eserlerini Amerika'daki üniversitelerde okutmakta olan Prof. Dr. William Chittick'le tasavvufu ve Batı'daki tasavvuf algısını konuştuk.
- Sizi İslam tasavvufuyla ilgilenmeye, araştırmaya onu yaşamaya götüren süreci özetler misiniz?
- Ohio'da Tarih bölümündeyken, üçüncü sınıfı Beyrut'taki Amerikan Üniversitesinde okudum. Orta Doğu Tarihi ile ilgili birçok ders aldım. İslâm Felsefesi ve tasavvuf çok ilgimi çekti çünkü insanın kâinattaki statüsü ile ilgili çok farklı bir perspektif sunmaktaydı. Öyle ki Batı'da büyümüş ve eğitim almış biri olarak bana öğretilenden çok derin farklılıklar içeren bir bakıştı bu. En iyi olmakla böbürlenen insanları hayatım boyunca kuşkuyla sorgulamıştım. Dolayısıyla Batı'nın 'zaferciliğine', üstünlükçü tavrına bir alternatif bulmaya hazırdım. Amerika'ya döndüğümde, üniversite üçüncü sınıfın geri kalanında Hz. Mevlana'nın Nicholson tarafından tercüme edilmiş Mesnevi'si ve diğer İngilizce eserlerini temel alan uzun bir yazılı ödev hazırladım. Mezuniyetimden sonra Tahran'a gittim ve 1966'da Tahran Üniversitesi'nde yabancı öğrenciler için Fars Dili ve Edebiyatı doktora programına kaydoldum. Doktora tezim İbn Arabi'nin düşünce tarzını Arapça ve Farsça şerh eden Abdurrahman Câmî'nin Nakdü'n-Nusûs fî Şerhi Nakşi'l-Fusûs adlı eseri üstüneydi.
SUFİ'NİN AŞK YOLCULUĞU
- O dönemler yine tasavvuf hakkında araştırmalar yapmak için yolunuz Türkiye'ye düştü mü?
- Tezimi hazırlarken İstanbul'da el
yazmalarına bakarak bir hayli vakit geçirdim.
Süleymaniye Kütüphanesi'nde bu
kitabın birçok nüshası mevcut. 1974'te
İran Emperyal Felsefe Akademisi kurulduğunda,
özellikle tez danışmanım ve
Akademi'nin direktörü olan Seyyid Hüseyin
Nasr gibi bilim adamlarının dersine
iştirak ederek ve İbn Arabi'nin Fusûsu'l
Hikem'inin tamamını Japon filozof Toshihiko
Isutzu ile okuyarak etkinliklerine
yakından dahil oldum. İran, tasavvuf
çalışmak için uygun bir yerdi. Bizim de
Amerika'ya dönmek için hiçbir acelemiz
yoktu. Fakat hadiseler bizim için karar
verdi. Amerika'ya döndüğümüzde 1980
senesinin nerdeyse tamamını işsiz geçirdim
ve The Sufi Path of Love: The Spiritual
Teachings of Rumi (Sûfi'nin Aşk
Yolculuğu: Mevlana'nın Mânevî Öğretisi)
adlı kitabımı yazdım.
- Batı'da tasavvufa ilgi nasıl ve nasıl algılanıyor?
- Şunu biliyorum ki Kuzey Amerika'da
pek çok küçük sufi toplulukları var.
Ancak ne tür aktiviteleri var bilemiyorum.
Bir profesör olarak kendi kapasitemce
tasavvuf araştırmalarına olan yoğun
akademik ilginin farkındayım fakat tabii
ki Budizm veya Yoga'ya olan ilgi kadar
değil, hele Hristiyanlığa veya Museviliğe
olan ilgi kadar hiç değil. Ben Sufi'nin Aşk
Yolculuğu adlı kitabımı yayımladığımda,
Hz. Mevlana akademik çevrelerde bile
henüz pek tanınmıyordu. Şimdi ise herkes
ismine aşina, büyük bir ölçüde Coleman
Barks ve diğerlerinin tercümeleri
sayesinde. Popüler eserlerin çoğu Farsça
bilmeyen kişiler tarafından yazılmıştır.
Ya da bilseler dahi tasavvuf geleneğine
aşina değillerdir.
ŞAİR DEĞİL MÜRŞİT
- Türkiye'de de durum farklı değil aslında. Hz. Mevlana'yı dinden ayrı bir yerde tutan, bir tür yeni dönem 'kişisel gelişim' uzmanı gibi gösteren çok kitap var...
- Durum böyle olunca Hz. Mevlana
daha çok zeki bir şair olarak bilinir. Oysa
kendisi büyük bir din adamı, mürşittir.
Sufi'nin Aşk Yolculuğu adlı kitabımı
kendisinin esas öğretilerini kendi tarihî
bağlamında aydınlığa kavuşturmak için
yazdım. Zira Nicholson ve Arberry gibi
oryantalistler, vermiş oldukları büyük
katkılara rağmen, Hz Mevlana'nın temsil
ettiği İslâmî entelektüel geleneğe aşina
değillerdi. Batılı ilim adamlarının atladığı
Hz Mevlana'nın öğretilerinin bu boyutuna
özellikle vurgu yapmak istedim ki
bu, onun yazdıklarının tamamıyla İslâmî
tabiatlı oluşudur. Hz Mevlana'nın popüler
tercümeleri, mesela Barks'ınkiler, Hz
Mevlana'yı sanki Kaliforniya'da evinde
yoga yapar gibi veya Silikon Vadisi'ndeki
zeki ama anti-sosyal insanlarla partiler
yapıyormuş gibi sunar.
MEVLANA İSLAMİYET'İN ÖZÜNÜN ÖZÜNÜN ÖZÜNÜ ANLATIR
Fıkıh, İslamiyet'in vücudu olarak adlandırılabilir, yani Müslümanların gözlemlemesi gereken vücudî, fiziksel icraat ve aktiviteler. Kelâm, dar ve dogmatik terimlerle tanımlandırılmış İslam inancı hakkında müdafaacı bir pozisyon alır. Dinin aklî yönünü açıklar. Yani Allah'a doğru yönelmek için insanların ihtiyaç duydukları temel fikirlerdir. Hz Mevlana'nın eserleri ise dinin özünün özünün özünü inceler, yani onun en derin kalbî yönünü, meselelerin özünü ihtiva eden merkezini ki bu insan ruhundaki Allah'ın mevcudiyetinin ilmidir. Hz Mevlana en kâmil derecesinden bir farkındalıkla biliyordu ki insanın kalbi, vücutsuz ve akılsız olamaz. Hz Mevlana'yı İslâmiyet'ten ayrı görenler, bir kalbi vücuttan burkarak söküp almış olurlar ve ortada sadece kurumuş bir et kitlesi kalır.
İNSAN OLMA MESELESİ
Bizim insaniyetimiz Allah'ın suretleriyle yaratılmış olma gerçeği ile tanımlanır. Anlasak da anlamasak da bu bizim dünyadaki durumumuzu tanımlayan bir hakikattir. Bu gerçeklik bizim her birimize karşı talepler oluşturur. Fakat özellikle günümüzde bağlı olduğumuz kurumlar bize hiçbir şekilde insanlığımızı iyileştirmeye yardımcı olamaz. En fazla nihai mutluluğumuza hizmet etmek için imkân sağlar. Dostum Tu Weiming'in söylemekten hoşlandığı gibi Konfüçyüsçülük "nasıl insan olunduğunun öğrenilmesidir" ve muhakkak ki tasavvuf bu en yüksek düzey eğitimi almak isteyenler için anahtar öğretiler sağlar. 20 kadar kitap yazdım ve tasavvuf geleneğinin çeşitli boyutlarını ele aldım. Aklımda hep şu vardı: İnsanların kendisinin insanlık ikilemini çözmeleri için sorumluluklarının farkına vardırmak. Bu mesele düzgün bir insan olma meselesidir kesinlikle.