Türk popüler müziğinin neredeyse yarım asırlık fenomen ismi İlhan İrem, modern dünyada, özellikle sahne aleminde herkesin başaramayacağı bir yol icat etti ve öyle yaşamayı tercih etti: Buna, kısaca 'kaybolarak görünmek' diyebiliriz. Hiçbir zaman, alışıldık medya araçlarında sık görünmedi, hatta görünerek var olma biçimini toptan reddetti. Ama her zaman işinin, üretiminin başında oldu. Albümler yayınladı, kitaplar yazdı... Nadir de olsa verdiği konserlerde hâlâ binlerce insan salonları dolduruyor.... Dinleyicisiyle de öyle bir bağ kurdu ki; önce şarkısından hareketle "Sevecenler" dediği, şimdiyse isimleri Aşık Ruhlar'a evrilen hayranlarıyla her müzisyene nasip olmayacak bir kader ortaklığı kurdu. Abartmıyoruz, Aşık Ruhlar'la o her zaman irtibatta, kendi içlerinde zaman zaman toplanıyor, konser öncelerinde sonralarında sohbetler ediyor, sık sık yazışıyor dünyayı birlikte anlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyorlar. Geçtiğimiz günlerde sadece Türkiye'nin değil, dünyanın belki de sayılı senfonik rock üçlemelerinden Pencere... Köprü... Ve Ötesi adlı çalışması, üç plaklık bir kutu halinde yeniden yayınlandı. Aynı isimde bir kitabı da bulunan İrem için bu üç albüm müzik hayatının ve oluşturduğu yaşam felsefesinin mihenk taşlarından desek yanılmış olmayız... Bu albümü vesile edip, kolay kolay röportaj vermeyen İrem'in kapısını çaldık...
- Yeniden yayınlanan Pencere... Köprü... Ve Ötesi üçlemesinin müzikal kariyerinizde ve hayatınızdaki yeri nedir? Nasıl bir açılım ve dönüm noktasıdır? Aynı isimde bir kitabınız da var...
- Pencere... Köprü... Ve Ötesi senfonik rock üçleme 35 yıl önce 1983'de yazmaya başladım. Tamamlanması yedi yıl sürdü ve üç albüm, ikişer yıl ara ile yayınlandı. 35 yıldır albümler değişik formatlarda hep yayında oldu. Önce plak ve kaset olarak. Sonra o yıllarda yapılan özdeş kayıtlarla güncellenmiş halleri yine üç ayrı CD olarak 2000 yılında yayınlandı; Uçuk Mavi Pencere, Bulutlara Köprü, Düşler Ve Ötesi. Kesintisiz 150 dakikalık rock senfoniyi, müzikal yönden o yıllarda başlayan arabesk salgınına tepki olarak tasarladım. Anlatım olarak ise bütün bir hayattır. Senfonik rock üçleme, üç albümden oluşması anlamında dünyada örneği olmayan bir çalışmadır. Öykü bitmedi, devam ediyor. Koridor, Seni Seviyorum gibi albümler Pencere ile başlayan anlatımların devamıdır. Gelecekte yayınlayacağım albümlerle yolculuk sürecek. Aslında 1973 yılındaki ilk 45'lik Birleşsin Bütün Eller'den başlayarak tüm çalışmalar bir bütünü oluşturuyorlar. Bence güzel olan; bütün külliyatın eksiksiz olarak 45 yıldır yayında olması. Senfonik rock üçlemeyi üç plaklık bir kutuda yayınlama düşüncesi, bu konuda gelen yoğun dinleyici talepleri sonucunda ortaya çıktı.
- Formülü sizde saklı, müzikal bir evren kurdunuz kendinize... Kurduğunuz müzikal evren mi sizi içine alıyor, yaşayışınızı belirliyor, yoksa yaşayışınız mı müziğinize yansıyor? Nasıl bir hayat yaşıyorsunuz?
- Sanatçının hayatı sanatından farklı olamaz. Müziğimi dinlerken ne hissediliyorsa öyle yaşıyorum. Kendi sonsuzluğumda, kendimden kendime doğru yayılıyorum. Ben olan o kainatlarda her yöne uçuşurken, mavilerde ne zaman bıraktığımı henüz anımsayamadığım mırıltılarımı buluyorum.
- Röportajlarda verdiğiniz cevaplar ilginç ve derin bulunuyor, günlük algıyla bakıldığında... Şiirsel ve derin. Buna ne dersiniz?
- Bana en uzak kavram 'günlük algı' herhalde. Başka bir dünyada yaşıyorum. İçtenlikle hissettiklerimi anlatıyorum ve gerisi beni ilgilendirmiyor.
- Her röportajda soruluyor size, nerelerdesiniz diye? Aslında üretimlerinize devam ediyor ve hayranlıktan öte bir yerde duran 'Sevecen'lerinizin hınca hınç doldurduğu konserler veriyorsunuz nadir de olsa? Başka türlü bir varoluş biçimi seçtiniz kendinize bir sanatçı olarak.. Sürekli 'görünmeye' dayalı günümüz dünyasına biraz ters geliyor galiba bu duruşunuz. Ne dersiniz? Hadi biz de soralım? Nerelerdesiniz, hangi alemlerdesiniz?
- Şarkılarımda, yazılarımda, resimlerimde zaten sürekli olarak görünüyorum. Hayatın gerçek değerlerinin ayırdında olan insanlar ruhumu tüm şeffaflığı ile görebilirler. Ben onlara Aşık Ruhlar diyorum. Konserlerde elle tutulacak kadar görünür olan yoğun aşk aurası, yalnızlığın ve sessizliğin sesini duyabilenlerin kalabalık buluşması.
- Kimleri okumayı ve dinlemeyi seviyorsunuz? İrem dünyasının müzikal ve edebi besin kaynakları neler?
- İlk aklıma gelenler; Camus, Edgar alan Poe, Truman Capote, Baudelaire, Edip Cansever, Sait Faik. Müzikte çok geniş bir yelpaze içinde sıra dışı işler dinlemeyi seviyorum. Rock, caz, klasik, Âşık Veysel...
- 'Işık ve sevgiyle' diye bitiyor tüm sözleriniz. Işık ve sevgiyle temennisi ne ifade ediyor sizin için. Açılımları neler?
- 'Işık ve sevgiyle' bugün her anlamda ipini koparmış, yıkılan, tükenen, savaşan dünyanın öteki tarafıdır. Hiçbir ayırıcı kavrama kapılmamış, birbirlerini insan oldukları için seven, ruhları ile iletişim kurabilen insanların farklı ve aydınlık yolculuğudur. 'Böyle de olabilir' anlamında dönüştürücü bir mantradır. Ulaşılmaz bir ütopyadan söz etmiyorum. İlhan İrem dinleyicileri anlatımlarımda hissettiklerini 45 yıldır hayatlarına geçiriyorlar.
- Yeni şarkılardan oluşan bir albüm gelecek mi?
- Gecelerim sürekli üretmekle geçiyor. Henüz duyulmamış şarkılarımı söylemeden bu dünyadan gitmek istemiyorum. Bir değil birden fazla albüm yapmak istiyorum. Ama son dönemlerde oluşan sanatsal sağırlık çok üzücü. Oysa o şarkıların her biri ulusal hazinedir. Ortaçağda bile sanatçılara ayrı bir değer verilirdi. Bir İlhan İrem bir daha gelmeyecek.
- Yakın dönemde konseriniz olacak mı? Konserler ne ifade ediyor sizin için? Konserlerde hangi alemlere uğruyor, neler hissediyorsunuz?
- Bir süredir ara verdiğim konserlerime tekrar başlayacağım. Konserler, ruhların buluşması, özgürleşmesi, hissedişlerimizin sağlamasıdır.
GİZEMLİ DEĞİLİM
"Herkesin İçtiği Su hikayesini bilir misiniz ? Hani o yağmur suyunu içen bütün bir köy halkının delirmesinin hikayesi... Herkesin içtiği sudan içmedim. İnsanların ortalarda olmak, ekranlara çıkmak için can attığı bir ülkede, müzik dünyasının en parlak yıldızı iken, kendi isteğimle sessizliğime çekilerek yaratmayı seçişim, her şeyin ekranlara ve reytinglere endekslendiği bir ortamda kolay anlaşılacak bir şey değildir. Yalnızlığı ve sessizliği seviyorum. Çeyrek yüzyıl önce verdiğim bir kararla, üretimlerimin ve ruhumun safiyetini korumak için, yıldızlığı terk edip sanatçı kalmayı seçtim. Hepsi bu kadar."
HANSU'YLA TANIŞMAMIZ GÖKSEL BİR BULUŞMA
"Hansu İrem (eşi) ile tanışmamız göksel buluşmadır. Daha küçücük bir kız çocuğu iken beni rüyasında görmüş. İngiltere'deki gibi, yola merdivenle inilen, iki katlı taş evlerin olduğu bir sokakta, kolum pelerinli bir kızın omzunda uzaklaşırken, dönüp arkaya ona bakmışım ve "Ben seni bulamam, sen beni bul" demişim. Yıllarla yüreğinde büyütmüş sevgisini. Sonra yaşadıkları şehir olan Ankara'da verdiğim bir konser... Sarı saçları beline kadar uzanan dünyalar güzeli bir kız, çıkışta elime bir kitap tutuşturdu ve kalabalığın arasında yok oldu gitti... İçinde ne isim, ne adres... Sadece bir cümle yazılıydı: 'Sözcüklerin büyütülmesinin bazen sessizlik olduğunu ve neşenin büyütülmesinin bazen gözyaşları...'"
TOM SAWYER'DAN RENKLİ BİR ÇOCUKLUK
"Dünyanın en özgür, en mutlu çocukluk ve ilk gençliğini yaşadım. Daha ortaokul yıllarında ailemden ayrı bir çatı katında tek başıma yaşıyordum. Asla okul kıyafetleri giymedim ve bu her dönemde sorun oldu. Okula gidip gitmemek, okul yerine sinemaya diskoya gitmek tamamen benim kararlarımla sürüyordu. Çocukluğumu iki cümle ile özetlersem; olağanüstü bir düş, sonsuz bir özgürlük. Dünyanın bütün zamanlarının en özgür çocuklarından biriydim diyebilirim. Tom Sawyer'ın maceraları benim çocukluğumun yanında çok sıkıcı kalır."