Hani yakın dönemde sıklıkla kullanılan bir aforizma vardı, "Futbol sadece futbol değildir" diye, işte bunu hayatın her alanına uyarladığınızda, bahsettiğiniz öznenin kendi ilk anlamı dışında derinlikler barındırdığını anlıyor insan. Buradan yola çıkarsak "Yemek sadece yemek" değildir diyebiliriz gönül rahatlığıyla. Öyle ki, insanın hayatta ve ayakta kalmasını sağlayan, yaşamın yakıtı olan yemek uçsuz bucaksız kültürüyle, toplumu, tarihi, geleneği ve geleneğin oluşturduğu davranış biçimlerine kadar pek çok sırrı içinde barındırıyor. Bizde genelde işi bir nevi 'yemek uzmanlığı' olan, gurme diye bildiğimiz popüler şahsiyetler "et lokum gibi pişmiş", "lahmacunlar çıtır çıtır" kısır döngüsünden çıkamazken dünyada yemeğin sosyolojisiyle ilgilenen sayısız uzman var. Dr. İlkay Kanık ise Türkiye'de yemek konusunda akademik çalışmalar yapan istisna isimlerden. Beykent Üniversitesi Gastronomi ve Mutfak Sanatları Bölümü'nün kurucu öğretim üyelerinden Kanık, aynı üniversitede gastronomi ve iletişim dersleri veriyor. Sosyoloji ve antropoloji yüksek lisansı yapmış. Doktorası da sinemada yemek kültürü üzerine... Uzun yıllar Yıldız Teknik Üniversitesi'nde tüketim toplumu ve sinema dersleri vermiş. Kanık özellikle sinemada yemek kültürü üzerinde yetkinleşmiş bir gastronomi uzmanı. Geçtiğimiz hafta Gastro Sinema adında, dünyanın sayılı ve simgesel olarak yüksek değeri olan yemek filmlerini incelediği geniş araştırmasını kitap olarak yayımlandı. Kanık neden özellikle yemek ve sinema alanında çalıştığını şöyle anlatıyor: "Yemek, tarihsel akış içerisinde sinema anlatımına biçim ve anlam boyutuyla önemli bir dil kazandırır. Yemekle kurulan anlam seyirciye, rahatlıkla anlayabileceği kültürel bir işaret yaratır. Bu yüzden yemekle inşa edilen görsel dil önemli bir mesaj taşıyıcısı olmuştur. Hem film yapanlar hem de filmi izleyenler yemek sayesinde anlatılmak istenenle kolayca iletişim kurarlar. Sinema aynı zamanda bunu ışık, ses ve benzeri unsurlarla gerçekleştirir. Örneğin yazar Anne Bower, film içinde kızgınlık, aşk ve isyan duygularının yemek aracılığıyla nasıl vurucu bir şekilde seyirciye aktarıldığından bahseder. Bu sayede yönetmen istediğini doğrudan söylemek zorunda kalmadan, dolaylı olarak, görsel ve bilinçaltı hazlar yaratarak aktarabilir..." Kanık, Karamanlı... Üniversite için İstanbul'a gelmiş. Anadolu'dan gelen pek çok genç gibi, ilk dönemlerde yemek konusunda sıkıntılar yaşamış. Alışamamış farklı bir mutfağa: "Müziğe yetenekli çocuklar çocukken şarkı söymeye başlarlar ya. Yemeğe merak da ben de öyleydi. Yemek yapardım. Ailemizde yemek önemliydi. Karaman-Ermenekliyiz. Sabah kahvaltısında öğlen yemeği, öğlen yemeğinde akşam yemeği düşünülürdü evimizde. Kalabalık bir aileydik. Çocukken aç kalmak pahasına beğenmediğim bir şeyi yemezdim. Bizim oralarda "ağzım sarmadı" denir. Ağzımın sarmadığı bir şeyi yiyemezdim aç da kalsam. İstanbul'a geldiğimde doğru dürüst yemek yiyecek bir yer bulamadım. Sonra İstiklal Caddesi'nde küçük bir dükkan olan 3. Mevki'yi keşfettim. Ev yemekleri yaparlardı. Orada bizim oranın ünlü yemeği batırık yapıldığını gördüm ve şaşırdım. Bir tür sulu kısır. Sonra orada aşçılık da yaptım. Amerika'dan, Çin'den, İran'dan seyyahların uğradığı bir restorandı. Onların öğrettiği yemekleri de menüye kattık. Menüyü günlük olarak, el yazısıyla hazırlardık."
PATLICANLA ŞİİR YAZIYORUZ
Sosyoloji ve antropoloji tahsili gören Kanık, yemeğin sosyal ve iletişimsel boyutuna meraklanmış. Ve bu konuda uzmanlaşmış. Yemek kültürünün kitleleri kaynaştıran etkisinin sinemada da olduğunu fark etmiş. Ve yemeğin sinemada nasıl temsil edildiğini araştırmaya başlamış. Özellikle 80'lerden sonra neredeyse bir tür olarak 'yemek sineması'nda kendine alan açan filmlerin peşine düşmüş: "Her kültür kendini kolay kolay açmaz başkasına. Ama yemek bir kültüre girişin kapısıdır. Sinema da öyle. Bir buçuk saatlik bir filmle, başka bir kültürün kodlarını çözersiniz. İçine girersiniz. Mesela, Doğu'da niye bu kadar baharat kullanılır? En başta hijyen için. Fakir memleketler çoğunluktadır Doğu ve Uzakdoğu'da. Baharatın sağlık olarak koruyucu özelliğini biliriz. İşte Doğu sadece lezzet için değil, hayatta kalmak için de baharatı seçmiştir. Suya uzak olmak, hijyen sorunu baharatın önemini artırmıştır bu coğrafyalarda. Baharat vaktiyle doğuda çok kıymetli idi. Ortaçağ'da batan gemilerden küplerce baharat çıkmıştır. Bir küp baharat iki-üç öküz fiyatına denk geliyormuş vaktiyle." Kitabının ana konusu yemek filmleri üzerine yaptığı analizlere geçmeden önce, Kanık'ın Türkiye üzerine yaptığı şu tespitle koyalım bu bölüme son noktayı: "Dünyanın hiçbir yerinde patlıcanı bizim kadar kullanan toplum görmedim. Onunla neler yapılacağını bilmezler. Bizim için bir tuvaldir patlıcan. Üzerinde pek çok şey katıp, harikalar yaratabileceğiniz. İstediğiniz tadı önplana çıkarır. Türk toplumu patlıcanla şiir yazmıştır."
?GASTRO SİNEMA'DAN ANALİZLER
ZENGİN MUTFAĞI (1968/Yönetmen:
Başar Sabuncu. Oyuncular: Şener Şen, Nilüfer Açıkalın) Zengin Mutfağı filmi, henüz tüketim toplumuna eklemlenmemiş Türkiye'nin sınıf ilişkilerini, burjuva ve işçi sınıfı metaforları çerçevesinde, modernitenin büyük anlatılarını destekleyecek şekilde toplumsal çatışmaları "yemek mekanı ve eylemi"nin gündelik diliyle anlatan bir filmdir. Film, yemek yapan, bütün dünyasının filmde yer alan mutfak olduğunu anladığımız apolitik Lütfü Usta'nın, mutfakta yaşadıklarının ardından, nasıl politik bir kimliğe sahip, politik bir kişilik haline dönüştüğünü anlatır.
NE PİŞİYOR? (What's Cooking/2000/Yönetmen:
?Gurinder Chadna/Lions Gate/Oyuncular:
Joan Chen, Julianna Margulies) Filmde farklı kuşaklar, yeni bir ülke, iki kuşak arasında kopan bağlar, çocukların seçimleri, ailelerin bu yeni ve farklı ülkede bunu kontrol edememeleri, çocukların karıştıkları suçlar ve bu konuda elleri kolları bağlı bir şekilde ne yapacaklarını bilmemeleri dört ailenin farklı ama benzer hikaye konularıdır. Bütün bu gerilimler ve olumsuzluklar günlük hayatın akışında, şükran günü hindisinin pişme sürecinde verilir. Bu aileler dünyanın dört bir yanından gelmiştir. Farklı bir dine, renge, dile ve cinsel tercihe sahip olabilirler. Kuşaklar arasındaki farklılık bile yemeklerin ne olduğu tartışmasıyla aktarılır.
ACI ÇİKOLATA (1992/Yönetmen:
Alfonso Arau/Oyuncular: Lumi Cavazos, Marco Leonardi) Soğanın doğrandığı sahneyle başlayan film, genç kadının bir yemek kitabıyla kendi kişisel hikayesini seyirciye aktarması biçiminde şekillenir. Anne karnında soğandan etkilenen doğmamış bir bebeğin ağlaması arka plandan duyulur. Bu hıçkırıklar onun soğan doğranan masanın üzerinde aceleyle dünyaya gelmesine neden olacaktır. Yemek hazırlanan masa, Tita'nın doğum masasıdır.