Ramazanda insanlar iftar ile sahur arasındaki zamanda neler yapıyorlar, genç, yaşlı, kadın, erkek bunca insan için sahur vaktine kadar dışarıda olmak nasıl hissettiriyor? Daha mı özgür, daha mı güvende, daha mı mutlu? Dört farklı şehirde sahur nasıl yaşanıyor, bunu gözlemleyelim diyoruz. Bir yandan da her şehrin dokusu farklı olduğu için birbirinden değişik sahur manzaraları ile karşılaşacağımızı biliyoruz. Nitekim İstanbul, Ankara, Gaziantep ve Bursa'daki gece yarısı serüvenlerimizde bu düşüncemizde haklı olduğumuzu da görüyoruz. Şehir meydanındaki parklarda toplaşan kalabalık aileler, sokak ortasına kurulmuş bir kebapçının mangalı önünde oluşan devasa kuyruk, Rumeli yöresine özgün kıyafetlerle sahuru şarkılar eşliğinde bekleyenler ve Ramazan'ın birtakım geleneklerini de asla ihmal etmeyenler...
RAMAZAN'DA HER YER BİZİM
Serin bir İstanbul gecesi... Niyetimiz, şehri görünmeyen ama incecik dokunuşlarıyla, ruhu serinleten bir tül gibi kuşatan Ramazan'ın, bu 'içe dönüş mevsimi'nde iftardan sahura kadar gürül gürül akan hayatın fotoğrafını çekmek. İlk durağımız Haliç'in kıyı komşusu Feshane. Feshane Lunaparkı'na adım atıyoruz. Macuncu tezgâhı çarpıyor gözümüze. 15 yıldır kendi yaptığı macunları satan İrfan Yılmaz, "Kivili, muzlu, ballı, çilekli, vişneli, buyur abi!" diyor. Sonra anlatmaya başlıyor: "Osmanlı formülleriyle yaparız macunumuzu, harfi harfine. Her yaştan, her türden insan gelir. 'Tür' deyince yanlış anlamayın. Hepimiz insanız ama Ramazan öyle bir ayar yapıyor ki insana, Ramazan'da bunca insan kalabalığı bir olup tek bir vücuda sığarmış gibi gelir bana hep..." Hakan Özkurt iki çocuğu ve eşiyle gelmiş lunaparka. "Ramazan nasıl gidiyor?" diyoruz. "Görüyorsunuz. Burada Ramazan geceleri çok şenlikli. Sahuru da inşallah Eyüpsultan'da yapacağız... Her sene en az iki gün geceyi dışarıda geçiyoruz Ramazan'da." Necla Hanım ve arkadaşı bir bankta oturmuş çocuklarıyla soluklanıyorlar: "Normalde iki hanım ve çocuklar bu saatte dışarı çıkabilir miyiz! Ama Ramazan'da her yer bizim" diyor Necla Hanım. Anlıyoruz ki; Ramazan İstanbul'u, eve kapanmış, sigortası; kıymeti bilinmekten ziyade hiçbir dünya akçesiyle ödenmeyen annelere, ev hanımlarına, gecesiyle, gündüzüyle kapılarını sonuna kadar açıyor... Feshane'nin az ilerisinde, tarihi Zal Mahmut Paşa Camii Külliseyi'ne doğru yol alıyoruz.
SAHURA KADAR AÇIK SAHAF
Külliyeye giriyoruz. Avluda mum ışığıyla aydınlatılmış masalara çay servisi yapılıyor. Sahura kadar açık sahaf dükkanları kurulmuş etrafa. Bir tabelada Ilgın Sahaf yazıyor. Tezgahın sahibi Turgut Balcı, "54 yaşındayım. 40'ımdan beri kitap toplarım. İşin güzel yanı, böyle bir ortamda, şu güzel ağaçlara, şu güzel camiye bakıp çayını yudumlayıp işini yapmak. 'Nerede o eski Ramazanlar diyen' insanları Ramazan bitmeden ısrarla buraya davet ediyorum" diyor. Feshane'den sonra yolumuzu Eyüpsultan'a düşürüyoruz. Meydan cıvıl cıvıl. Pamuk helvacılar, tespihçiler, mısırcılar ve hatta gecenin nostalji piyangosunun bahtımıza çıkardığı horoz şekeri satan tezgahlar bile var. Eyüpsultan Türbesi sahura kadar ziyarete açık... Son durağımız ise Ramazan gecelerinin kalbinin attığı Sultanahmet. İmsak vaktine bir saatten az var. Çimenlerin üzerinde evden getirdikleri atıştırmalıklarla sahur edenler dikkatimizi çekiyor. Bir ses geliyor. "Buyurun abi birlikte sahur yapalım!" 10 kişiyi aşkın bir kalabalık. Bizi sofraya buyur eden kişinin adı Murat. Bağcılar'dan gelmişler. Diyarbakırlılar. Ömer de ailenin damadı. "Yemek bahane, maksat ailece bir arada olmak" diyor. Son sözü Murat söylüyor: "Ramazan'da yemek meselesi biraz abartılıyor. Tabii ki yiyeceğiz. Ama Ramazan yemek şöleni değil. Gösterişe, bir-iki ailenin doyacağı paraya satılan iftar menülerine ne gerek var! İsterim ki herkes en iyisini yesin, içsin. Ama insan simitle de doyuyor, kebapla da... Bakarsan, bu dünya da doyumluk değil, tadımlık!"
GECE 2'DE DUMANI TÜTEN ŞEHİR
Tarihi Gaziantep Kalesi'nin etrafına konuşlanıyoruz. İlk olarak Gaziantepli gazeteci Ali Atalay'ın yanındayız. "Gaziantep'te sahur nasıl yaşanıyor" diye soruyorum. "Valla burada insanlar evde orucunu açtıktan sonra direkt dışarı çıkarlar. Kalenin etrafı geleneksel bölgedir, en çok buraya geliyoruz ve saat 3'e kadar oturuyoruz. Ailece dışarıya çıkıyoruz. Antep zaten güvenli bir şehir ama Ramazan'da da daha rahatız" diye anlatıyor Ali Bey Ramazan rutinlerini...
BİR GECEDE 2 BİN ŞİŞ
Bu kez tatlıcı Yakup Seylan'ı görüyoruz. Daha doğrusu o bizi görüp, konuşmak istiyor. Soruyoruz "İşler nasıl, sahurda millet senin tatlıları yiyip gün boyu susamasınlar sonra?" diye. "Bilakis, insanı ferahlatır bu tatlı, öyle bir şey yok" diyor ve ekliyor Yakup Abi; "Normalde günde 300- 350 civarı tatlı satarken Ramazan'da 600-700'e çıkıyor sayı, satışlar artıyor yani insanlar sokakta olunca." İnci Kasabı'nın önündeyiz. Burası normalde sadece bir kasap ama Ramazan oldu mu küçük dükkanın önüne atılıyor iki mangal, hazırlanıyor şişler ve gerisi malum; mahşeri bir kalabalık. Bu mahşeri kalabalıkta ilk olarak mangalın başındaki Servet Usta'nın yanına gidiyoruz. Sekiz yıldır burada çalışıyormuş. "Nedir buranın büyüsü, böylesi bir izdihamın sebebi?" diyorum. "Samimiyet ve pek tabii etlerin lezzeti" diyor Servet Usta. O hayati soruyu da pek tabii es geçmiyorum; "Peki, kaç şiş kebap satıyorsunuz bir sahurda?"... Kısa bir duraksamanın ardından "Valla iki bin civarı... Biraz artar biraz azalır ama ortalama bir sahur gecesi bin 500 kişiden de aşağısı gelmez" diyor.
DAHA ÖZGÜRÜZ
Bu bin 500 kişinin içinde çocuklu aileler de çoğunlukla. Masaların birinde bir anne-kız dikkatimi çekiyor. Selda Kıvrak ve kızı Büşra "Ramazanla birlikte gece sokağa çıkmak, vakit geçirmek konusunda daha rahat mı hissediyorsunuz" diyorum. Anne Kıvrak "Tabii yavrum, hem daha rahat hem de daha özgür hissediyoruz Ramazan'da" diyor. Onlardan sonra iki çift takılıyor gözüme. Meydandaki keyifli masalardan birisi, İzzet Bey, Suna Hanım, Arzu Hanım ve Mehmet Bey'in olduğu bu masa. "Böyle dört has Antepliyi kolay kolay bulamazsın bak" diyor Arzu Hanım. "Ramazan sizler için nasıl geçiyor öyleyse" diyorum. Mehmet Bey az ilerideki mangalı göstererek "İşte görüyorsun, Antep'te ramazan duman altında geçiyor" diyor... Gecenin ilerleyen saatlerinde sırasıyla Suzan Bezgin ve kızı Belgin'in masasına konuk oluyoruz. Suzan Hanımlar artık alıştığımız üzere Ramazan ayı boyunca eve gece 3'ten önce gitmeyenlerden. Dışarı çıkıp okey oynuyorlar, sahuru yapıyorlar eve anca gidiyorlar. Kısacası Gaziantep'te Ramazan ve sahur "Herkes yaşamak için yer Antepliler ise yemek için yaşarlar" sözünü bir kez daha haklı çıkartırcasına yaşanıyor. Üstelik insanlar sadece 'bir kebap yiyelim' maksadıyla da değil 'bir sohbet edelim, bir çay içelim' bahanesiyle dolduruyor meydanları.
DENİZİMİZ YOK AMA SAHURUMUZ VAR
"Nerede o eski Ramazanlar deniyor ama şimdiki Ramazanlar daha iyi sanki be Burak" diyor Ankara'nın 40 yıllık esnafı terzi İsa Amca. "Ankara memur şehridir bu yüzden gri ve ruhsuz" diyenler Ramazanı Ankara'da geçirmemiş ya da Ankara'nın memurlarını hiç tanımamış' diye de esprili bir şekilde ekliyor. İsa amcanın kahkahaları hâlâ duyuluyorken ben de Ramazan etkinliklerinin en canlı şekilde gerçekleştiği tarihi Hamamönü'ne doğru yola çıkıyorum. Ramazan ayına özgü geleneksel adetlerin hepsinin detaylı bir şekilde Ankara'da yaşatıldığını söylemeden geçmek haksızlık olur. Neyzenler, ilahiler, şarkılar, macuncular, Karagöz, binbir çeşit kahveler ve daha niceleri... Kısa süre sonra bütün sokaklar dolup taşıyor. Ellerinde pamuk şekerleriyle mutlu çocuklar, müzikler eşliğinde oynayan gençler ve birbirlerine sarılan insanları gördükçe bütün meydana bir sevinç havası hâkim oluyor. Her müzik ve her duygu Ankara'ya Ramazan'da uğruyor. Bir sokağı ilahi sesleri büyülerken diğerini 'Erik dalı gevrektir' ezgileri coşturuyor. İğne atsan yere düşmez dediğimiz anda beş yaşındaki Ecrin'in pamuk şekerini yere düşürünce ortalığı birbirine kattığını görüyorum. "Her Ramazan'da geleneklerimizi yeniden hatırlamak ve çocuklarımızın da bunları öğrenmeleri çok önemli" diyor babası Sinan Karaman. Sahura az bir vakit kaldığında meydanda gençlerin ağırlığı göze çarpıyor. Ney dinletisi eşliğinde gençlerle dolu bir masaya oturarak onlarla sohbete başlıyorum. Gençler hep bir ağızdan birbirinden güzel hayallerini Türk kahvesi eşliğinde anlatıyor. Sohbetimiz Neyzen Ömer Faruk Keskin'in de gelmesiyle ruhani bir hal alıyor. Kendisinden, "Müzik insanı tedavi eder, ney de insana rabbini hatırlatır" sözlerini duymak bizi çok mutlu ediyor. Bu yüzden biraz daha ney dinleyerek sohbetimizi uzatıyoruz.
LAFTA DEĞİL HAKİKATTE SICAK MAHALLE ORTAMI
Bursa'da asıl hareketlilik Selamet Mahallesi'nde... Burası çoğunlukla Arnavut kökenli vatandaşların yaşadığı bir yer. Mahalleye gece yarısından sonra adım attığınız anda ufak bir şaşkınlık yaşamanız mümkün. Çünkü ilk olarak kulağınıza yöresel birtakım ezgiler çalınıyor ardından sağda solda kıpkırmızı folklorik kıyafetlerini kuşanmış çocuklar gözünüze çarpıyor. Mahallelinin söylediği gibi, yanılmamak lazım, "Düğün değil, sahur" bu. Bursa Folklor Eğitim Merkezi üyesi gençler Ramazan'ın gelişiyle kapmışlar teflerini, davullarını düşmüşler Selamet Mahallesi'nin yollarına. Bursa'nın vazgeçilmezlerinden biri de sahur öncesi sohbet buluşmaları oluyor. Şehirde yaşam teravih namazı sonrası hareketleniyor. Bursa'nın birçok mahallesinde, tıpkı Anadolu'nun hemen hemen tüm şehirlerinde olduğu gibi, en çok tercih edilen mekanlar çay bahçeleri... Şansımıza güzel bir akşam havası da yakaladığımız için sokaklara doğru taşan masa ve iskemlelerin arasında genç, yaşlı birçok kişiyi görüyoruz. Ramazan öncesi döneme kıyasla bir hareketlenme olduğu belli.