Daha röportajın başında "Benim hayatımdan 50 tane film çıkar ablam" diyor. Ardından hüznünü ustaca gizlemeyi hayatın zorlu sahasında öğrenmişlere özgü acı bir kahkaha atıyor. Karşımızda oturan kişi, Türkiye'de, arabeskin altın çağını yaşadığı 80'lerde adını müzik ve sahne alemine altın harflerle yazdırmış Tüdanya, gerçek adıyla Hatice Döngü...
Kendisi öyle bir arabesk fenomeni ki, sonradan tezahürat olarak futbol sahalarını inletecek Seni Sevmeyen Ölsün şarkısının yer aldığı kaset 2 milyon 750 bin adet sattı vaktiyle. Bugün hayali bile zor bir rakam bu.
Tüdanya geçen hafta başı İstanbul Kültür Sanat Vakfı'nın, Ertem Eğilmez'in kült filmi Arabesk'in 30. yılı için düzenlenen %100 Arabesk gecesinde sahne almak için İstanbul'daydı. İstanbul Arabesk Project grubunun ev sahipliğinde Gülden Karaböcek, Ayta Sözeri gibi isimlerle Cahide'de sahne aldı. Biz de kendisini yakalamışken, "Benim hayatım arabesk" diyen Tüdanya'nın çok bilinmeyen hayat hikayesini konuştuk.
İLK ÇOCUĞUM AÇLIKTAN ÖLDÜ
Tüdanya kendi tabiriyle, doğup büyüdüğü kültürden, hayattan bir türlü kopamayıp şöhrete alışamayanlardan. Hayatı biraz Külkedisi masalı hattında seyretmiş, biraz da Yeşilçam filmlerinden aşina olduğumuz melodramlar gibi... Bergamalı yoksul bir ailenin dokuz çocuğunun dört numarası. Baba ayakkabı boyacısı... Anne ise Bergama'da üç gün süren kına gecelerinde darbuka ve def çalan bir müzisyen. "Yani annemin karnında başladım müziğe. Ekmek bile özendiğimiz bir şeydi, lükstü" diyor
Tüdanya çocukluğunda yaşadığı yoksulluğu anlatırken: "14 yaşında beni benden 15 yaş büyük bir adamla evlendirdiler. Zaten babam alkolikti, bizi döverdi. Babam gibi bir adam çıktı karşıma. Evine bakmadı. İlk çocuğum, bakımsızlıktan, açlıktan öldü. Ardından iki çocuk daha oldu. Eşim bir trafik kazasında hayatını kaybetti. Sonra tekrar baba ocağına döndüm."
Baba ocağına dönüyor ama iki çocukla bu kez yoksulluk daha beter vuruyor. Evlere temizliğe gitmeye başlıyor. Ama ruhunda hep müzik var. Başa dönersek, daha küçük yaşlarda annesiyle gittiği kına gecelerinin sesine doyum olmayan solisti kendisi. Üstelik tesisatsız, mikrofonsuz ortalığı inletiyor güçlü ve hüzünlü sesiyle.
"Bu müzik tutkusu acaba bana bir çıkış kapısı olabilir mi" diye düşünüyor ara ara. Bir gün temizliğe gittiği İzmir Pırlanta Pavyon'un sahibi tıpkı Yeşilçam filmlerindeki gibi, çalışırken şarkı söylediğini duyuyor. "Sesin güzel kızım, sende yıldız kumaşı var" diyor patron Cengiz Özşeker. Bu arada Pırlanta Pavyon, Kibariye ve Bergen gibi yine aynı dönemde parlayan arabesk yıldızlarını piyasaya kazandıran mekan: "Sonra patron Yeni Asır gazetesinde 'Tüdanya geliyor' diye koca koca ilanlar vermeye başladı. Ben bu arada ayağımda yırtık terlik, pavyona temizliğe gidip geliyorum. Patrona 'Reklama harcadığını paralardan biraz da bana verseniz olmaz mı?' dedim. Evde çocuklara ne yemek pişireceğimi düşünüyorum her gece. 'Biraz sabret kızım, sen çok para kazanacaksın' dedi."
Annesi o sırada vefat ediyor. Babası ise radyodaki sanatçılar gibi sanat müziği okuyacağını düşünüyor. Arabesk ne kadar popüler olsa da radyoda ve televizyonda yasak... Gerçi Tüdanya da arabeskle değil, radyodan dinlediği Türk Sanat Müziği ve halk müziğiyle büyümüş bir genç kız. Favori sanatçıları Hamiyet Yüceses ve Neşet Ertaş. Nitekim ilk sahne deneyimleri de Dönülmez Akşamın Ufkundayız, Leyla Bir Özgecandır gibi klasik şarkılarla oluyor.
Bir gece gazinoya dönemin en önemli aranjör ve müzisyenlerinden Bayram Şenpınar, Uğur Bayar ve İbrahim Tatlıses'in saz ekibi geliyor. Çok beğeniyorlar... Bayram Şenpınar sahneden sonra, "Sana biz bir kaset yapalım" diyor. Ve ilk albüm Sıra Dağlar çıkıyor. Ardından ikinci albüm Azap. Ama henüz kendisini büyük şöhrete taşıyacak albüme çeyrek vardır. Tüdanya artık İzmir Fuarı'nın aranılan seslerindendir. Yine bir konser sonrası, İbrahim Tatlıses'e soyadını veren Yılmaz Tatlıses bağlamasıyla geliyor yanına ve Seni Sevmeyen Ölsün şarkısını çalıyor: "Sözlere bakar mısın: 'Her şey yalan gerçek sensin/Gelirse dert senden gelsin'... Sonra öyle bir düzenleme yaptı ki şarkıya İlyas Tetik, herkes bayıldı."
ÇORBAMIZ KAYNIYOR
Bu arada Tüdanya ikinci evliliğini yapmıştır. Albüm kayıtlarında yedi aylık hamiledir: "Ağustos sıcağında yaptık kaydı. Önüme bir kova buz getirdiler. Katır kutur buzları yiyerek okudum bütün albümü. Beş saatte bitti." Bu albüm Türkiye'de rekor satışa ulaşarak 2 milyon 750 bin satar, tabii bu rakama korsanlar dahil değildir.
Tüdanya'nın bugüne kadar yayımlanmış 11 albümü var. Arabesk 80'lerdeki pırıltılı dönemini kaybettikten sonra Tüdanya da zaten hiç bırakmadığı İzmir'e geri dönmüş. Bir ayağı en yoğun dönemlerinde bile İzmir'de olmuş zaten: "Plakçım bana Mecidiyeköy'den çok lüks bir ev tutmuştu. Sıkılıyordum. Bir gece yarısı uçakla İzmir'e döndüğümü hatırlıyorum. Ben kapı önünde çekirdek çitlemeyi, çay içmeyi seviyorum kendi mahallemde."
Bir süre İzmir'de bir giyim mağazası işleten Tüdanya, 2007'de geçirdiği trafik kazasında bacağı ve kalça kemiği kırılınca iki yıl yatağa bağlı yaşamış. Bu sürede mağaza da elden gitmiş. Artık 'iş çıktıkça' İzmir'de ya da yakın şehirlerde konserlere çıkıyor. Özel günlerde sahne alıyor. Dört çocuğu ve bir torunu var. "Çorbamız kaynıyor bir şekilde. Çok şükür vaktiyle bir ev alabildik" diyor...
Tüdanya kendi hayat hikayesinden bir özet çıkarmış. "Şöhret başka bir şeymiş ablam, bana uygun değilmiş" diyor "Arabeskçiyim evet ama benim hayatım arabesk. Yoksa bu hüzünlü, acılı ses çıkmaz, çıksa da insana dokunmaz. Bana vaktiyle plakçılarım 'İnsanların gözlerinin içine bakma sahnede, sen şöhretsin' diyorlardı. İnsanlığını askıya al diyorlardı yani. Ben insanlığımı askıya alamamam. Unkapanı'nda plakçıda kasetlerimi taşıyan hamallarla, kapının önüne gazete serip birlikte yemek yedim diye bana kızmıştı patronlarım, 'Yanlış yapıyorsun' demişlerdi. Bu yanlışsa ben bu yanlışı çok seviyorum... Şöhret buysa, bu şöhreti istemem ben ablacım."
DÜNYADAN BİR GARİP MÜSLÜM GEÇTİ
"Müslüm abiyle hem Anadolu, hem Avrupa turnelerine çıktık. Hiç unutmam bir gün Almanya turnesindeyiz. Akşam acıktım. Domuz eti mevzusundan her lokantaya da giremiyoruz. Bir Türk lokantası arıyoruz. İstanbul İşkembecisi diye bir yer bulduk. Üstelik bir de kuru fasulye var. Müslüm Abi, 'Canım çok istiyor kuru fasulye yiyeceğim' dedi. Ama Muhterem (Nur) Abla izin vermedi ve yiyemedi. Muhterem Abla onun, annesi, ablası, karısı, öğretmeniydi. Sözünden hiç çıkmazdı. Öyle bir insandı ki Müslüm Abi, başka bir dünyadan gelmiş gibiydi. Paradan puldan anlamaz, önemsemezdi. Muhterem Abla, 'Buraya çık' diyorsa çıkardı. Yani bu dünyadan bir garip Müslüm geçti..."