Uzun zaman olmuştu Çağan Irmak'la söyleşi yapmayalı. En son Dedemin İnsanları'nın setinde konuşmuştuk. Söyleşi yapmayı sevmediği için her filminden önce artık "Söyleşi yapalım mı?" diye ısrarcı olmayı bırakmıştım. Tabii araya yıllar girdi.
Cuma günü vizyona giren Çocuklar Sana Emanet filmi vesilesiyle buluştuk. Önce geçen yılların hayatlarımızdan ne getirip götürdüğü ile ilgili biraz sohbet ettik.
Çocuklar Sana Emanet'i izlediğimi biliyordu. "Nasıl buldun filmi?" diye sordu. "Sahalara geri dönmüşsün" diye cevap verince, güldü.
Bir iç mimarın geçirdiği trafik kazası sonrasında yaşadığı sıra dışı olayları anlatan film çocuk ve kadınlara yönelik travmatik şiddet olayları üzerine. Çağan Irmak da hassas ve çetrefilli bir meseleyi kendine has anlatısıyla ele alıyor.
Söyleşi vermeyi sevmiyor dedim ama Çağan Irmak'ın içi de dolmuş. "Hadi başlayalım" dedi. Açtım kayıt cihazını.
Söyleşiden ziyade sohbet ettik aslında. Ama bu sohbette içini döktü Irmak...
- Çocuklar Sana Emanet, çetrefilli bir meselenin üzerine... Nereden çıktı bu hikaye?
- Son günlerde okuduğumuz, sosyal medya sayesinde daha görünür, bilinir olan kadına, çocuğa, hayvanlara yönelik travmatik şiddet olaylarının etkisiyle böyle bir hikaye anlatmak istedim.
- Böylesi bir meseleyi senin sevdiğin ama son zamanlarda filmlerine yansımayan fantastik bir anlatımla ele almanın sebebi neydi?
- Meselenin çetin ceviz oluşu. Olayları yumuşatmak istemedim, o korkunçluğunun ortaya çıkmasını istedim.
- Bu mesele toplumun gündeminde ama işin ciddiyetini yeni mi kavrıyoruz?
- Artık bilir haldeyiz. Şu noktadan sonra da bu tür işlerin üstü örtülmemeli, konuşulmalı, mesele eni boyu masaya yatırılmalı. Yoksa daha çok kadının, çocuğun canı yanar diye düşünüyorum.
- Yüzleşme senin sinemanın önemli temalarından biri ve bu filmde de karşımıza çıkıyor.
- Biz hayatımızda bir sürü şeyle, hem kendi içimizde hem de insanı karşımıza alarak yüzleşiyoruz. İkisinin de ruhumuza yararı var diye düşünüyorum. Mesela Karanlıktakiler'de yaşadığı travmatik olayla yüzleşemeyen, o olayı unutmaya çalışan bir kadını anlatmıştım. Sonuçta yüzleşmemek, içine atmak, insanı zor ve hazin bir yola itiyor. Biz genelde yüzleşmemeyi tercih ediyoruz. Olayların üstünü örtmeyi deniyoruz. Zor çünkü yüzleşmek. Herhalde ben de filmlerimle bazı şeylerle yüzleşmek isteyenlere cesaret vermek istiyorum.
- Filmde bir yerde normal kalmanın artık marjinalleştiği ile ilgili bir tespitin var. Gittikçe hayatımızda her şey anormalleşiyor mu?
- Aslında normallik kavramı kişiden kişiye değişir ama evet normal olmak gittikçe zorlaşıyor. Artık öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, hepimiz attığımız her adımın sonuçlarını düşünmek zorundayız.
- Bu yorucu olmaz mı?
- Evet. Ama günümüzde neyin, nasıl sonuç vereceğini kestirmek çok zor. Hepimizin elinde akıllı telefon var. Tak diye hiç düşünmeden bir fikir beyan ediyor, bir durumla ilgili düşüncemizi ifade edebiliyoruz. Ama biraz durup düşünmek gerek. Gelinen noktada o kadar desteksiz atıyoruz ki işler iyice karışıyor. Açıkçası zorbalaştık. Bu sosyal medya sayesinde siber zorbalık, gerçek zorbalığa cesaret vermeye başladı.
- Kötücüllük revaçta mı?
- Maalesef revaçta. O yüzden bu filmi yaptım zaten.
- Filmden eskiden de kötücüllük vardı diye bir sonuç çıkarmak da mümkün.
- Evet eskiden de vardı. Ama artık izan kaçtı! Gerçi insana dair doğrular çok değişmedi. Ama biz, artık çok düşünmeden adımlar atıyoruz. İşte o adımlar başkalarına çok zarar veriyor.
ŞIK ESKİMEK GÜZEL BİR ŞEY
-Senin için star yönetmen denilirdi. O zamanlar da bu yakıştırmayı kabul etmezdin. Son yıllarda bu bakış değişti. Bu algı dalgalanmasına nasıl bakıyorsun?
- Bu algıyı çok da önemsememeyi öğrendim. Hayat bunu öğretiyor. Eğer o star yönetmen havasına girersen başkalarının istediklerini yapmaya başlayabilirsin. Oysa benim sinemamı sevenler, kendi istediklerimi yaptım diye beni sevdiler. Bunu niye değiştireyim. Ama eğer o algının peşinde koşsaydım formül sinemacısı olurdum.
- Ama seyirci nezdinde özel bir durumun olduğunun da farkındasın herhalde?
- Eğer bir gün anlatacak bir hikayem olmazsa hiç tereddüt etmeden bırakırım sinemayı. Ama daha nefesim var, hikayelerim var. Var ki devam ediyorum. Ama bittiği zaman sette öleyim diye de bir düşüncem yok. Bitmiştir, kalmamışımdır, çağ dışı olmuşumdur, eskimişimdir. Şık eskimek güzel bir şey, çirkin eskimek çok korkunç. En çok bundan korkuyorum.
NASIL DÜZE ÇIKACAĞIMIZI ÖĞRENECEĞİZ
- Siber zorbalıktan bahsettin, anladığım sosyal medyadaki o anlık tepkiler çok canını sıkıyor?
- Evet, anlık tepkiler daha da ötesi küfürler, hakaretler... - Sosyal medya ilk çıktığında daha pozitif bakılıyordu. İşin buralara geleceği çok da öngörülemiyordu. - Belki de bu geçirmemiz gereken bir süreç. Mesela eskiden reality şovlar vardı. İnsanlar "Nasıl bunlarla evimizin içine kadar geliyorsunuz" diyorlardı. O dönem bitti. Bence bu süreci yaşayacağız ve nasıl düze çıkacağımızı öğreneceğiz.
- Sen böyle bir zorbalığa maruz kaldın mı?
- Yok kalmadım. Ama bunun kendimce bir çözümünü buldum. Mesela Instagram'da 580 bin takipçim var. Kimsenin orada birbirini yaralamasına izin vermek istemediğim için Instagram hesabımı yorumlara kapattım. Çünkü oradan fırsat bulup birbiriyle kavga edecek insanlara bu hakkı tanımak istemiyorum. Biz bu tür zorbalık yapmak isteyen insanların yollarını tek tek kapatırsak, ki altını çizerek söylüyorum bahsettiğim sansür değil, bu zorbalığın bir nebze önüne geçebiliriz.
PATLAMA NOKTASINA GELDİM
- Son yıllarda pozitif duygular uyandıran filmler çekiyordun. Bunlar hayata iyi yönden bakmak iyidir demeye getiren filmlerdi. Ama Çocuklar Sana Emanet sert bir film. Ne oldu?
- Galiba insan, içinde söylemek istediklerini bastırıp söylemediği zaman sonunda çığlık atmak istiyor. Bu bir çığlık aslında. Patlama noktasına geldim bahsettiğimiz bu kötücüllükten, zorbalıktan... Bunun için cesur bir film çektiğimi, sözümü budaktan ayırmadığımı düşünüyorum.
- Sence hayata pozitif bakmak bir çözüm getirmiyor mu?
- Sinemanın bir şeye çözüm olması, mesaj vermesi gerektiği benim için eski şeyler. Ama sinemanın bir meseleyi masaya yatırma gücüne kıymet veriyorum. Yani sen hikayeni anlat insanlar da hikayenin ele aldığı meseleyi konuşsun. Açıkçası sinema tek başına bir şeyleri çözümleyecek bir mecra değil. Mesaj veren, büyük laflar eden filmler yapıldı. Bunlar dünyada bir şeyi değiştirdi mi diye bakıyorum? Açıkçası bilmiyoruz. Ama şunun da cevabını veremiyoruz. İyiliği savunan, hayata iyi yönden bakan filmler olmasaydı dünya ne halde olurdu? Lakin mutlaka bir katkısı olmuştur diye de düşünüyorum.
KENTLİ İNSAN YALNIZ KALDI
- Sence neden bir durum karşısında beklenmedik bir tepkiler veriliyor, küfür ve hakaret geliyor?
- Bu çok eski bir durum. Kimi dağdaki çobanı aşağılıyor, kimi okumuşu, kimi köylüyü, kimi kentliyi. Ya sen hiç dağdaki çobanla oturup konuştun mu? Ya da sen okumuşu aşağılarken hiç o aşağıladığın insanlarla oturup konuştun mu? İşte bunu sorarlar insana. Aslında olan şu: Biz, birbirimiz arasındaki muhabbeti kesmişiz. Gruplara ayırmışız. Şimdi anlıyoruz ki birbirimizi anlama özelliğimizi kaybettik. Bu da beraberinde maruz kaldığımız zorbalığı getirdi.
- Peki muhabbeti neden kestik?
- Sohbet, muhabbet bu toprakların temel dinamiklerinden biridir. Bakın bizde sözlü anlatının, hikayeciliğin, masalcılığın gelişmiş olmasının sebebi de biraz budur. Şimdilerde kent insanın çok gündeminde yok ama Anadolu'da var. Ki biliyorsun köklerim Ege'dir ve oraya gidince bu geleneğin hâlâ sürdüğünü görüyorum.
- Kentleşmeyle ilgili bir durumun olumsuz sonuçları yani?
- Galiba. Kent insanı yalnız kaldı. Doğadan koptu. İnsanın doğadan kopması türlü sorunları beraberinde getiriyor. Bunlardan biri de yalnız kalmak. Yalnız kaldıkça da birbirimizle olan etkileşim halini kaybettik. Çünkü doğa seni diğer insanlarla haşır neşir eder aynı zamanda.
KENDİMİZİ DOĞANIN PARÇASI OLARAK GÖRMELİYİZ
- Bu muhabbetsizlik, yalnızlıktan çıkış yolu sosyal medyaya mı yönlendiriyor insanları?
- Olabilir, ama ben kentli insanın kendini de yalnızlaştırdığını düşünüyorum. Mesela hayatımızda trendler var ve bu trendleri takip eden bir popülasyon var. Bir dizi çıkıyor herkes o diziyi izlemek zorunda hissediyor, yoksa onunla ilgili sohbetten geri kalacağını düşünüyor. Ama onun gibi trend olan 10 dizi var, beş tane başka şey var. Açıkçası bu hız dünyasında bu trendleri yakalama uğruna kendimizi yalnızlığa gömüyoruz.
- Nasıl?
- 13 bölümlük diziyi izlemek için eve kapanıyoruz. Ve aslında bahsettiğim bu yalnızlıkta kendimizle baş başa da kalmıyoruz. Bu trend dayatmasına bazı insanlar karşı da çıkıyor. Kimi TV izlemiyor, kimi doğaya yüzünü dönüyor, kimi sosyal medyasını kapatıyor. Bunun farkındayım. Ama genel olarak bir tüketici durumundayız ve tükeniyoruz da aslında.
- Sen de tam bu noktada filmde bir insan insana iyi niyetle dokunursa işler yoluna girer demeye getiriyorsun.
- Dünya tahammül edilmesi zor bir yer haline geldi. Bu konuda herhalde herkes hemfikirdir. Biz kendimizi doğanın sahibi yerine doğaya ait, doğanın bir parçası olarak görürsek bir iyileşme olacağını düşünüyorum. İnsan olarak geliyorsun istila ediyorsun, sonra da sahibi gibi davranıyorsun doğanın. Oysa kuşlar, ayılar, domuzlar senden önce orada yaşıyordu. Sen insan olarak düşünebiliyorsun diye onlardan üstün değilsin. Şimdi Bebek'e domuzlar iniyor. Çünkü yaşam alanları kalmadı. Doğaya bakınca hiçbir hayvanın istilacı olmadığını görüyoruz. Tamam bir besin zinciri var. Ama zevk için öldüren içlerinde tek insan. Diğeri yemek için öldürüyor. Bu filmle de köklerimizin doğaya ait olduğunu, bizim de onun bir parçası olduğunu hatırlatmak istedim biraz.