Nur Alhuda Hijazi 31 yaşında. Suriye'nin Doğu Guta kentinde doğup büyüdü. Şam Üniversitesi'nde ekonomi okudu. 2010 yılında mezun olup Şam'da özel bir şirkette muhasebeci olarak çalışmaya başladı. Buraya kadar olan hayatı dünyanın herhangi bir ülkesindeki herhangi bir gençle aynı. Ancak kaderi Suriye'deki savaşla değişti.
O andan itibaren kendine dair tüm gelecek planlarının üzerini çizdi. Artık hayatta kalma savaşı başlamıştı.
Savaşın çıkmasıyla birlikte savaşta zarar gören sivillere yardım etmeye başladı. Ama yardım ettiği gerekçesiyle Esad'ın askerleri tarafından pusuya düşürülerek hapse atıldı. Tam 30 gün altı metrekarelik nemli, böcek dolu bir hücrede yedi kadınla birlikte kaldı. Her gün işkenceye uğradı. Vücuduna elektroşok da verildi, çırılçıplak soyularak taciz edildi.
Nur'u gördüğümde yüzündeki hüznü hemen fark ettim. Yaşadıklarının izleri gelip bakışlarına oturmuştu. Onunla konuşurken iliklerime kadar acıyı, insafsızlığı, adaletsizliği, korkuyu hissettim. Hücredeki nem kokusunu da duydum, işkence sırasında atılan çığlıkları da... Hatta onu tir tir titreten demir kapının kilit sesi hâlâ kulaklarımda çınlıyor.
İşte size, film gibi ama her kelimesi gerçek, yaşanmış bir zulüm hikâyesi... Siz tam da bu yazıyı okurken çok değil biraz ötemizde kimbilir kaç kadın Esad'ın askerleri tarafından tecavüze uğruyor? Kaç erkek yıllardır küçük bir hücrede işkence görerek savaşın bitmesi bekliyor? Kaç çocuk yetim kaldı?
Nur, tam da bunları anlattı. Ağzından çıkan her kelimede savaşın soğuk yüzü var.
- Ne sebeple hapse atıldınız?
- Suriye'de savaş mağdurları için yardım topluyorduk. Haberleşmemiz sosyal medya üzerinden oluyordu. Esad'ın askerleri arkadaşımızın hesabını hacklemiş ve oymuş gibi bize "Yardım yapacak güvenilir insanlar var, şu adreste sizi bekliyorlar" diye yazdılar. Biz de arkadaşımız olduğunu düşünerek, o adrese doğru bir kız bir erkek arkadaşla yola çıktık. Yolda "Bunlar istihbarattan olmasınlar mı?" diye gülüştük. Sonra biz yakalanırsak, nerde olduğumuzu ailelerimize haber verecek biri olsun diye erkek arkadaşı arabadan indirdik. Söylenilen kırmızı arabayı gördük ve ilerledik. 15 asker geldi ve küfrederek bize dayak atmaya başladılar. On dakika sonra erkek arkadaşımızın da yakalandığı gördük.
- Sizi nereye götürdüler?
- İstihbarat binasına götürdüler. Başörtümüzü gözümüze çektiler, hiçbir şey görmeyelim diye. Hakaret edip dayak atmaya devam ettiler. Vücudumuzu ellemeye başladılar. Taciz ettiler. Üçümüzü ayrı ayrı odalara götürdüler. Benden yardımlar için kullandığımız Facebook, Skype adres ve şifrelerini istediler. Amaçları insani yardım yapan diğer kişilere ulaşmak, yardımları engellemek, ilaç depoları ve diğer yardım malzemelerinin yerlerini öğrenmekti.
- Şifreleri verdiniz mi?
- Konuşmadığım için beni sürekli dövdüler. Sonra iki gün önce açtığım Skype hesabını verdim. Onlara kişisel hesabımı vermemiştim ama benden kullanıcı adımı söyleyerek o adresi istediler. Hesabımdan arkadaşlarımla konuştular. Bir arkadaşım Şam'daki ilaç depolarının yerini öğrenmek istediğini yazdı. Onunla yazışırken normal şartlar altında yazmadığımı anlamasını sağladım. Memur hiçbir şey elde edememiş olmaktan dolayı sinirliydi.
- Sonra ne yaptılar?
- Bana vurmaya başladılar. O arada telefonlarım çalmaya başladı. Arkadaşlarım merak edip arıyorlardı. "Bunlar kim?" diye bana sormaya başladılar. Söylemeyince sürekli işkence ettiler. Sonra yanımda birinin olduğunu fark ettim. Sessizce konuşunca kız arkadaşım olduğunu fark ettim. Gözlerimiz kapalı ellerimiz kelepçeliydi. Hızlı bir şekilde neler söyleyeceğimizi konuştuk.
ÇOCUĞA TECAVÜZ ETTİLER
- Sizi duymadılar mı?
- Etrafta kim olduğunu bilmiyorduk. Sonra ayrı ayrı başka odalara götürdüler bizi. O odada beni baştan ayağa soydular. Çıplak kalmıştım. Çok utanıyordum. Bu insanlık dışıydı. Elleriyle teftiş ettiler. Çok kötü hissediyordum kendimi.
- Sonra nereye götürdüler sizi?
- Gece yarısı bir hücreye götürdüler.
Altı metrekarelik bir odadaydık. Odada değişik yaşlarda yedi kadın daha vardı. Bir de 13-14 yaşında bir kız çocuğu... Sonradan ona tecavüz ettiklerini fark ettik. Zamanla karnı şişmeye başladı.
- 13 yaşındaki bir kız çocuğunu neden hapse atmışlar?
- Askerlere yardım ettiğini iddia etmişler. Sürekli tecavüze uğramış. Çok acı bir durumdaydı. Küçücüktü daha...
- Hücreye girdiğinizde yedi kadın daha görünce ne düşündünüz?
- Onlara ilk sorumuz, "Size burada işkence yapıyorlar mı?" oldu. "Bu binada yapmadılar" deyince rahatladık. Sonra kalorifer peteğinin borusunu açıp yan odadakilerle konuştuklarını fark ettik. Yan hücrede beş yıldır kalan erkek mahkûmlar varmış. Bize "Savaş bitecek mi, dünya bize yardım ediyor mu?" diye sordular. "İnşallah hepiniz çıkacaksınız, savaş bitecek, bütün Müslümanlar bize yardım edecek" dedim. Umutlarını kırmak istemedim.
- Verdiğiniz haberlerden sonra nasıl tepki verdiler?
- Sevindiler. İçlerinde hafız, imam olanlar vardı. Kuran okumaya başladılar. Hıçkıra hıçkıra ağladığımı hatırlıyorum.
TUVALET İÇİN ALTI DAKİKA
- Altı metrekarelik bir hücrede yedi kişi nasıl yatıyor, ne yiyip içiyor, tuvalet ihtiyacınızı nasıl karşılaşıyordunuz?
- Yerde birer tane battaniye ve nefes alabileceğimiz iki küçük açıklık vardı. Hücre küf kokuyordu. Sürekli sert ve soğuk patates veriyorlardı. Her gün patates yemekten hazımsızlık sorunları çekiyorduk. 24 saat içinde üç kez tuvalet izni vardı. Dokuz kadının tuvaleti kullanması için sadece altı dakika süre vardı. Askerler başımızda bekliyor, süre geçerse kapıları zorlayıp bizi dışarı çıkarıyorlardı. Sadece adet gördükten sonra yıkanmamıza izin veriyorlardı. Yani ayda bir kez banyo yapabiliyorduk.
- Sizi her gün sorguya mı çekiyorlardı?
- Demir kapının süngü sesini her duyduğumda korkuyordum. Çünkü işkenceye götürüyorlardı. Yine bir gün "Nur gel" dediler. Gözlerimi kapatıp ellerimi kelepçelediler. Sorgu odasına götürdüler. "Bize muhaliflerin isimlerini ver, neredeler?" diye sormaya başladılar. "Bilmiyorum" dedikçe bana vuruyorlardı. Sonra elektroşok verdiler. O şokla oturduğum yerden zıplayarak kalkıyordum. Çok şiddetliydi. Ben acıdan bağırdıkça askerler gülüyordu. Yedi saat durmadan işkence yaptılar. Ama yine de isim vermedim.
- İşkence kaç gün sürdü?
- Üçüncü gündü. Hâlâ isim vermediğim için beni gözlerim kapalı, ellerim bağlı bir koridora bıraktılar. Gelen giden bana vurmaya, küfür etmeye başladı. Yedinci gün elime yedi tane beyaz kâğıt verdiler. "Biz ne diyorsak onu yazacaksın" dediler. Reddedince bir odaya götürdüler. Dört tane yatak ve üzerinde askerler vardı. "Konuşmazsan bu askerler sana tecavüz edecek" dediler. Artık işkenceye ve bu psikolojiye dayanacak gücüm kalmamıştı. Dediklerini kağıda yazdım. Başka çarem yoktu.
- Neler yazdırdılar o kâğıda?
- Askerlere yardım ettiğimi, sosyal medyadan da siviller için değil askerler için çalıştığımı yazdırdılar. Bir kameraya yazdırdıklarını okuttular. Suriye'nin resmi televizyonunda da o videoyu yayınlamışlar. "Biz bunları hapse alıyoruz ama bakın onlar hain, mazlum değiller. Askerlere yardım ediyorlar" diye haber yaptılar.
- Tanık olduğunuz olaylar oldu mu?
- Her gün hücrelere yeni gençleri getiriyorlardı. Onlara da işkence ediyor, hem elektroşok hem de tazyikli su veriyorlardı. Acıdan bağırıyorlardı. Artık o sesleri duymaktan psikolojimiz iyice çökmüştü. Dua edip, seslerin dinmesini bekliyorduk.
- Dışarı çıkmak için artık umudunuz yitirmiş olmalısınız...
- 17. gün hapishane müdürü ben ve arkadaşımı çağırdı, "Hiç sesiniz çıkmayacak, eşyalarınızı alıp buraya geleceksiniz" dedi. Hücreye döndük ve herkes bizim çıkacağımızı düşündü. Küçücük kâğıtlara, kadın pedine ailelerinin telefon numaralarını yazıp, pantolon ve montlarımızın dikişlerinin içine sakladılar. Bu onlara mesaj ulaştırmak için bir umuttu.
- Nihayet, zulüm sona erdi, değil mi?
- Serbest kalacağımızı düşünüyorduk ama bizi oradan alıp iki metrekarelik bir hücreye kapattılar ve günlerce kimse yanımıza uğramadı. Çok korkuyorduk. Etrafımızda sadece erkeklerin hücreleri bulunuyordu. Beş gün oturarak bekledik.
TÜRKİYE'NİN TAKASIYLA KURTULDUM
- Nasıl çıktınız o zindandan?
- 27. gün gözlerimizi kapatıp aşağı indirdiler. Önce bir arabaya, bir saat sonra da bir otobüse bindirdiler. Başka erkek ve kadınların sesi geliyordu. İstihbarat binasından çıktık. Alttan bakarak yolları görmeye çalışıyordum. Şam yollarında olduğumuzu anladım. Sonra bir tünele girdik. O an "Eyvah" dedim. Esad'ın kadınlar için yer altında yaptırdığı zindanlar olduğunu duymuştum. Bizi kesin buraya götürüyorlar ve artık kurtuluş yolu yok, korkunç bir yere gidiyoruz, diye düşündüm.
O an çok korktum. Otobüsten inince bir asker beni direk asansöre koydu. Asansörde parfüm kokusu vardı. Yerler pırıl pırıldı. O zaman buranın yer altı zindanları olmadığını anladım. Bizi şık bir ofise götürdüler. Odada iki kadın ve üç erkek vardı. Karşılarına oturduk. Bir general geldi, "Şimdi iki Türk gelecek ve sizinle görüşecek. Sordukları her şeye iyiyiz diye cevap vereceksiniz" dedi. "Tamam" dedik.
- Tüylerim diken diken, çok merak ediyorum kim kurtardı sizi?
- Karşımıza oturanlar İHH Başkanı Bülent Yıldırım ve İzzet Şahin'miş. "Biz Türkiye'den geldik. İnşallah sizi dışarı çıkaracağız" dediler. Bizi takas yapmışlar. Hücreye geri döndük ve iki gün sonra İHH'nın yardımıyla çıktık. Buradaki İranlı askerlerle bizi takas etmişlerdi. Biz birinci takasta çıktık. İkinci takasta da bizim gibi 2 bin 350 kişi çıktı. İçlerinde 180 kadın vardı.
ÖZGÜRLÜK BİR NİMET
- Sonra Türkiye'ye mi geldiniz?
- Bülent Yıldırım "İsterseniz ailenize sorup hemen bizimle Türkiye'ye gelebilirsiniz" dedi. Ailem "Hemen git" dedi. Ama biz kalıp Esad'ın zulmünden zarar görenlere insani yardım yapmak istiyorduk. Hapisten sonra hemşire olarak çalıştım. Bir yetim kurumu açtım. Savaşta yetim kalmış 250 çocukla başladık. 2015'te buraya gelmeden önce 2 bin 200 yetim çocuk vardı. 2012 ekimde hapisten çıktım, 2015'e kadar ailemi hiç görmedim. Onları çok özlemiştim. Belçika'daki babamın yanına gitmeye karar verdim. Deniz yoluyla Avrupa'ya gitmek için Türkiye'ye geldim.
Atatürk Havalimanı'ndayken yeni telefonumda Google Drive'ı açtım. Nasıl olduğunu anlamadan ekranımda İzzet Şahin'in telefonunu gördüm. Tamamen tesadüftü. Teşekkür etmek için aradım. "Nur bekle orada, Bülent Yıldırım ile yanına geleceğiz" dedi. "Deniz yoluyla Avrupa'ya gitmek çok tehlikeli, ölebilirsin. Bunu kabul etmiyoruz. Bizimle çalışacaksın, belgelerini hazırlayıp yasal yollarla babanın yanına gideceksin" dediler. O günden beri İHH'da çalışıyorum. İslam ekonomisi üzerine yüksek lisans yapmak için başvurdum. Vatanımı çok özlüyorum. Neden böyle oldu, neden bu kadar insan öldü diye düşünüyorum. Ama hala umudum var. Özgürlük bir nimet, kimse değerini bilmiyor. Özgür olduğum için dua ediyorum.