Bir zamanlar Kızılay'a kan verilince karşılığında kitap alındığını o gece öğrendim. O gece saat 02.00, Beyazıt Devlet Kütüphanesi'ndeyim. "O saatte orada ne arıyorsun?" diye sorabilirsiniz... Ben de size "Hatta gün ışıyana kadar kütüphanedeydim diye cevap veririm. Doğruyu söylüyorum, Beyazıt Devlet Kütüphanesi artık 24 saat açık. Üstelik yalnız değilsiniz, size yazarlar, siyasetçiler, gazeteciler ve öğrenciler de eşlik ediyor.
Bizim kültürümüzde sohbet vardır. Dinlemek vardır. Mevzu muhabbetse, mekân sadece bir vesiledir. Dede Korkut hikâyelerini düşünün. Gece, bir ateşin etrafına dizilen koca bir obanın, yaşlı ve bilge dededen nasıl heyecanla o masalları dinlediğini hayal edin. Soğuk kış geceleri sobanın etrafında toplanan ev halkının çoluk çocuk aynı merakla ailenin en yaşlısının ağzından çıkacakları merak beklediğini hatırlayın. Sobanın, kestanenin hatta alevlerin öğrenilecek her şey için nasıl vesile olduğunu görün.
Şimdilerde bizi biz yapan 'anlatma, dinleme' kültürüne nostalji gibi baksak da, bu kültürü diriltmek için uğraşanlar da var. İstanbul İl Kültür ve Turizm Bakanlığı, bunun için ilk adımı Beyazıt Devlet Kütüphanesi'nde attı. Kütüphane yedi gün 24 saat açık. İsteyen herkes sabaha kadar kütüphaneye gidip kitaplarla haşır neşir olabiliyor. Hatta daha ötesi de var. Kütüphanede Bir Gece etkinliğine katılarak tarihi bir ortamda sohbet edip yeni dostlar kazanabilirsiniz.
KAN VERİP KİTAP ALDI
Kızılay'a kan vererek kitaba ulaşmaya çalışan gencin hikâyesini de o akşam dinledim. Kütüphanenin gececi misafirleri teker teker çocukluk anılarından bahsetmeye başladı. Laf çocukluğa nasıl gitti, bilemedik. Belki de hepimiz ilk ne zaman mutlu olduysak o ana dönüp mutluluğumuzu paylaşmak istedik. Bizi bir anda hüzünlendirip aynı anda düşündüren hikâye ise USMED Başkanı Said Ercan'dan geldi.
"Ben bir gecekonduda büyüdüm" diyerek başladı ve devam etti: "Evde kitap yok, mahallede de kitabı, kütüphanesi olan kimse yok. Bir gün kütüphaneyle tanıştım. Binlerce kitabı ilk kez bir arada gördüm. Heyecanla bir kitabı ödünç almak istedim. Görevliye. 'Nasıl alacağım bu kitabı?' diye sordum. 'Adresinizi alıyoruz, 15 gün sonra da geri getirmeniz gerekiyor' dedi. 'Ya kaybedersem ne olacak?' dedim. 'Kitabın ücretinin iki katını ödersiniz' dedi. Benim o kadar param yok. 'Baba ben bu kitabı kaybettim' bile diyemem. Evde çalışma masam, odam, dolabım yok. Yüzü koyun uzanıyorum, dersleri o şekilde yapıyorum ve yaşadığımız yer ıslak. Islanabilir yani kitap. Hatta kardeşim alıp sobaya bile atabilir. O an geri vermek istedim ama utandım. Eve götürdüm, açamadım kitabı. Kucağımda sakladım. Diğer gün hemen gidip, 'kitabı bitirdim' deyip verdim. 'Nasıl bitirdiniz bu kadar kalın bir kitabı bir günde?' dedi. 'Bitirdim vallahi, çok güzelmiş' dedim. O günden sonra hiçbir kütüphaneden kitap almadım. Hâlâ da alamam. Peki, ne yaptım? O kitap ihtiyacımı gidermem gerekiyordu çünkü. Edirnekapı'da Kredi Yurtlar Kurumu'nun yurdunda kalıyordum. Köşede Kızılay Kan Merkezi vardı. O dönem Bordo Siyah Yayınevi, kan verdiğinizde size kitap verirdi. Ben de öğrenciyim, kitap alacak param yok, kitaba açım. Üç ayda bir gidip kan verir, kitap alırdım. Hepsi hala kütüphanemde."
ÇAY VE SİMİT İKRAM EDİLİYOR
Bu sohbetler kuru kuru ilerlemiyor tabii. Kesintisiz olarak çay ve kaşarlı simit ikramı var.
Verilen aralarda ise herkes birbiriyle tanışıp arkadaş olma fırsatı buluyor. Biz de İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü Coşkun Yılmaz ile sohbet ettik. Coşkun amaçlarını şöyle anlattı:
"Geleneğimize baktığımızda çeşitli mekânlar üzerinden dostluklar ve zengin hatıralarımızın olduğunu görürüz. Biz de 'Kütüphane merkezli bir gelenek ve hatıra oluşur mu? Gece kütüphaneye katılımı artıracak ne yapabiliriz?' diye düşünürken aklıma kütüphanede bir gece fikri geldi. Saat 23.00'te başlıyoruz çünkü toplu taşıma araçları çalışıyor o saatlerde.
Sabahın ilk ışıklarına kadar da sohbetimiz devam ediyor. Sıcak, samimimi bir ortam oluşturmak istedik. Sadece davet edilen konuşmacılar değil, gelen herkes konuşuyor ve sohbete katılıyor. Sabahın ilk ışıklarına kadar mikrofonu alıp konuşmayan kalmıyor. Herkes katılımcı."
Kütüphanede sabahlamak fikri güzel ama uyku da bir o kadar tatlı. Uykuya yenilen olmuyor mu? Oluyor tabii. Arada etrafı izlediğimde koltuklarda uyuyakalanlar, sıcak çay eşliğinde telefonuyla paylaşım yapmak isteyenlerle karşılaştım. Bu da ayrı bir tat katıyor geceye. Her şey olması gerektiği gibi.
Sabaha karşı kütüphaneden ayrıldığımda beni ışıl ışıl bir İstanbul güneşi karşıladı. Heybemde yeni dostlar, tadı damağımda kalan sohbetler, hiç bilmediğim hayatlarda birikmiş anılar, yeni kütüphane hatıralarım ve hediye edilen kitaplarım vardı.