Rock'ın, en yorgun uyanılan sabahlarda bile insana yüksek dozda yatakla vedalaşma gücü aşılayan asi ve serin tınılarından, flamenkonun verdiği insan olmanın sonsuz hüznüyle karışık coşkusuna, oradan müziğin ta kalbine, yüzlerce yıllık dini müziğin uhrevi âlemine doğru yapılan bir yolculuk Safa Yeprem'inki. Öyle bir yolculuk ki; yegâne bineği, kâğıt, kalem ve gitar üçlüsü. Öyle bir yolculuk ki, başlangıcı da menzili de müzik. Müzikle kendini ve dünyayı anlama güdüsü.
Safa Yeprem, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nin genç profesörlerinden. 43 yaşında. Fakültenin Din Musikisi Ana Bilim Dalı'nda öğretim üyesi. Öğrencilerine, ana ekseni İslam olmak üzere farklı dinlerin müzik geleneklerini öğretiyor. Araştırıyor... Bir yandan da besteleriyle dünyaya açılmış, çalışmaları Kanada'da yayınlanmış, Fransa'da, Japonya'da orkestralar tarafından çalınmış bir flamenko gitaristi. Türkiye'de yayınlanan klasik gitar albümleri de var.
Her ne kadar fakültenin dini müzik bölümünde çalışsa da, bir ilahiyat uzmanı olarak temel ezberleri bozuyor Yeprem. Bir neyzen, bir tamburi değil. Gözünü gitarla açmış, gitarla devam ediyor yolculuğuna. Ama o zaten müzikteki ayrımlara inanmayan, ne olursa olsun müziğin özünün değişmediğini düşünenlerden.
HİKAYESİ ROCK'LA BAŞLIYOR
Müzik yolculuğu elektrogitar ve rock'la başlıyor Yeprem'in: "Evimizde gitar çalınıyordu. Kardeşim çalışıyordu epey gitar üzerine. Ben âşık oldum o sese. Dokuz yaşımda gitar çalmaya başladım. Baktım, bambaşka bir dünya var orada. Ergenlik döneminde arkadaşlarımla grup kurduk.
Rock dinliyoruz. Eagles, AC/DC, Rolling Stones şarkılarını çıkarıp çalmaya çalışıyorduk. Sonra heavy metal'e de yöneldik. Metallica'nın bütün şarkılarını çıkarıp çalmışlığım vardır. Ergenlik ruhuna denk gelen bir asilikti diye düşünüyorum o dönemki sevgimi. Ama hâlâ AC/DC ve Pink Floyd dinlerim arada."
Sonra evde daha önce hiç yüz vermediği klasik gitara takılıyor gözü Yeprem'in. Onunla haşır neşir oluyor. Bu kez de flamenko sevgisi giriyor devreye. Kısıtlı imkanlarla flamenko çalışmaya başlıyor. Metot yok, gitarın iyisi bile kolay kolay bulunmuyor.
Türkiye'de bu işin ustası Doğan Canku'yla tanışması ise onu iyiden iyiye bu müziğin içine çekiyor: "90'lı yılların başı. Müzik okulu öğrencisiyim. Flamenko fanatiğiyim. Türkiye'de bu işin piri Doğan Canku'nun okulunun broşürü geçti elimize. Bir gün ziyaretine gittik. İçeri girer girmez, doğrudan 'hadi çal' dedi bana. Ve ben çalarken alkışla ritim tuttu. Palmas derler İspanyollar buna. Ve orada müziğimdeki boşlukları gördüm. Onları bir usta tamamlıyordu ilk defa. Sonra çok sık görüştük Doğan hocayla. Bende çok derin izleri vardır hâlâ..."
Ama içindeki öğrenme ve araştırma hissi bir türlü bitmez Yeprem'in.
"Mademki bu yola girdim, flamenkonun derinine inmem gerekir" diye düşünür. Daldığı derinliklerde karşısına dini müziğin temelleri çıkacaktır: "Makam olarak, ruh olarak Türk insanı flamenkoyu çok sever. Kendine yakın hisseder. Bu asla bir tesadüf değildir. Bu müziğin üzerine yerleştiği zemin Endülüs.
800 yıllık bir İslam medeniyeti var orada. Osmanlı'dan daha uzun bir dönem. O dönemin kültürel mirasının, birlikte yaşama kültürünün müziğe yansıması... Sonra yüksek lisansımı flamenko üzerine yaptım. Ve teknik olarak da gördüm; makamlar, ritmik yapılar, çalım teknikleri, sözlerin edebi altyapıları bile çok benzer bizdeki kültürle. Ve flamenkonun temelinde de dini müzik olduğunu fark ettim."
İlahiyat disiplininin müzik alanındaki bir uzmanı olarak, 'dini müzik' tabiriyle ilgili farklı düşünceleri var Yeprem'in. Müziği, sadece 'müzik' olarak kodlamaktan yana. Müziğe farklı anlamlar katan, kategorize edenin insan olduğunu düşünüyor: "Dünyaya yeni gelmiş bir bebek düşünün. İlk kez müzikal bir tınıya, güzel bir sese denk geliyor. İlk verdiği tepkileri gözleriniz önüne getirin. Güzelliğe duyulan açlığın tepkisidir bu. Benimki de öyle.
Elime ilk geçen enstrümanla o güzelliğe temas edince bırakamadım. Ne ile hemhal olursanız, o sizde vücut bulmaya başlar. Akademisyenlikte yol aldıkça müziğin insanlık kültürünün bir parçası olduğunu gördüm. Ve hayatı, tarihi müzikle anlamayı seçtim."
BEŞİKTEN MEZARA MÜZİK
"Dini müzik dediğimiz aslında hayatın kendisi" diyor Yeprem ve bu fikrini şöyle tamamlıyor: "Bu topraklarda hepimizin kulağına ezan okunuyor. Öyle başlıyoruz hayata. Beş vakit yine ezan dinliyoruz. Son yolculuğumuzda bile makam var, Kur'an var.
Aslında müzik literatürüne baktığımız zaman dini müzik diye bir kavram yok. Musiki tabiri var. Bu kültürden birine ney dinlettiğiniz zaman, öğrenilmiş kodlarla uhrevi hisler duyabilir. Başka bir kültürden biri ney dinlerken bambaşka duygular hissedebilir. Müziğe anlam veren insan. İlk derslerde bir parça çalarım.
Ney taksimiyle başlayan bir parça. 'Size ne hissettirdi' diye sorarım öğrencilerime... 'Çok bizden, bu bizim kültüre ait' derler. Aslında bir Ortodoks ayininde çalınan bir eserdir o. Bazen de çok sesli, polifonik bir eser çalarım. Kilise müziği gibi gelir dinleyene ama sonu 'La ilahe illallah'la biter. O yüzden, ben de öğrencilerim de, öncelikle önyargılardan arınıp müziği ve kendimizi dinlemeyi öğreniyoruz."
"HÜSEYNİ MAKAMI KORTİZON SEVİYESİNİ DÜŞÜRDÜ"
Müziğin sadece psikolojik değil fizyolojik etkileri de var insan üzerinde. Ana bilim dalımızda yöneticiliğini yaptığım bir doktora tezi hazırlandı. Dini müziğin insanların hormonları üzerindeki etkileri üzerine. Makamların özellikle psikoloji alanında şifa olarak kullanıldığı bilinir bu topraklarda. Ama fizyolojik etkileri de var. 104 kişi seçtik. Her birine 13-14 dakika hüseyni makamında ney taksimleri dinlettik. Kortizon seviyeleri yüksek olanların değerleri normal seviyeye düştü. Müziğin insan sağlığına etkileri alanı bomboş bir alan. Üzerinde çok çalışma yapmak gerekiyor. 'Müzik ruhun gıdasıdır' klişesi vardır. Evet, doğrudur ama hangi gıda hangi ruha iyi gelir, kötü gelir henüz bilmiyoruz.