Bazı kelimeler, bazı dudaklardan döküldüğünde; gül yaprağı katmanları gibi sırlarını açarak, kokusuyla, ruhuyla, dolaysız kalbe temas eder. Çünkü hakkı, bedeli ziyadesiyle ödenmiş, çilesi doldurulmuştur söyleyeni tarafından. Bir taş ustasının 'taş' demesindeki, -cisme hayli tezat- yumuşaklığı, ayağımıza takılan taştan bahsederken duyamayız belki de o yüzden...
İşte ruhundan gençlik fışkıran, 77'lik tasavvuf çınarı, Amerikalı Müslüman-sufi yazar Shems Friendlander'ın da röportajımızda sıkça kullandığı bazı kelimeler bizde böyle bir etki yarattı. Müslüman bir coğrafyada sıkça duyduğumuz terimler, kelimeler onun dudaklarından döküldüğünde kalbi 12'den vuruyor. Gerçek anlamına bürünüyor. Dinleyende dünya lisanıyla tarifi zor haller bırakıyor.
ÇİÇEK ÇOCUKLUKTAN SUFİZME
Shems Friedlander 1940'ta New York'un kalbinde doğmuş. 'Çiçek çocuklar'ın tezgâhından da geçmiş. Ama içine doğan kendini arama iştiyakı pek çok mistik öğretiden sonra onu 1972'de Şeb-i Arus günü Konya'ya getirmiş. Orada tanıştığı, Cerrahi Şeyhi Muzaffer Ozak'la olan muhabbeti, ona olan bağlılığı ömür boyu sürmüş. Onu bir yazar, ressam ve belgeselci olarak sanatıyla: Amerika'da İslam'ı ve tasavvufu tanıtan bir gönül adamı, 'hizmet eri' haline getirmiş. Friendlander aynı zamanda Kahire Amerikan Üniversitesi'nde görsel iletişim alanında dersler veren bir profesör. 2012 yılında ise merkezi Ürdün'de bulunan Kraliyet İslami Araştırmaları Enstitüsü tarafından '2012'nin En Etkili 500 Müslümanı'ından biri seçilmiş.
Yayımlanan 10 kitabı var yazarın. Friedlander bu kez öğretisiyle, sözleriyle dünyanın sevgilisi haline gelmiş Hz. Mevlana'nın ve Şems'le olan ilişkisinin bilinmeyenlerini araştırıp kaleme aldığı Mevlana Celâlleddin Rumi'nin Unutulmuş Mesajı kitabıyla yolculuğuna devam ediyor. Ne yazık ki, günümüzde neredeyse İslam'dan kopuk bir kişisel gelişimci, sosyal medyada bir 'alıntı kahramanı' haline getirilmeye çalışılan Hz. Mevlana'nın gerçek veçhesiyle, dünyaya ve insan ruhunun sırlarına ilişkin vermek istediği mesajlarıyla aydınlatıyor okuru Friedlander...
- Sufizm gönlünüzü nasıl avladı?
- İlk tanışmam 10 yaşımda oldu. Bir şiirle karşılaştım: "Ayakkabılarım olmadığı için üzülürdüm, ta ki ayakları olmayan bir adamı görene kadar." Ergenliğe yaklaşmış bir çocuk olarak beni çok etkiledi. Karşılaşmalı dinler okumaya başladığımda Hafız'ın şiiri olduğunu öğrendim. Sonra üniversiteye ve sanat okuluna devam ettim. O sıralarda da gençlerin kendilerine sorduğu basit sorular sormaya başladım ben de. "Neden buradayım, yaşama gayem ne?" gibi. 19 yaşında Gurdjieff okuluyla tanıştım. Gurdjieff o dönemin çok büyük bir spiritüel lideri bildiğiniz gibi. En sonunda 1972'de bir şekilde Türkiye'ye, Konya'ya gelmemle birlikte Cerrahi şeyhi Muzaffer Ozak'la tanıştım. Aslında buradaki hikayem, İslam tasavvufunun içine girmem bundan itibaren başladı.
- Mevlana bugün dünyada en çok tanınan sufi belki ama onu yanlış ve eksik mi tanıyoruz sizce? Sadece bir şair ve hatta İslam bağlamından kopararak 'kişisel gelişimci' gibi mi algılıyoruz?
- İnsanlar Mevlana'dan alıntılar yaparken, şiirlerine ya da öğretilerine atıfta bulunurken peygamber kavramını ve Kur'an'ı tamamen işin içinden çıkarmaya meylediyorlar. Mesela bazı şiirleri var, bazı gayrimüslimler tarafından çevrilen; Kur'an ve hadis bağlantısından kopmuş durumda. Bu şekilde olduğu zaman karşımızda yine iyi bir şair görebiliriz. Mevlana, Rumi olarak iyi bir şair olabilir ama artık Mevlana olmaz. Ve her zaman belirttiğim bir şey var, kitapta da çok sık geçiyor; bir kişi sufi olmadan, tasavvuf ehli olmadan da Müslüman olabilir ama Müslüman olmadan sufi olamaz.
- Hz. Mevlana çok iyi eğitimli bir din âlimi iken eksikliğini hissettiği neydi? Şems-i Tebrizi'de ne gördü ve ne buldu?
- İki hazret arasındaki ilişki bilindiği gibi değil. "Şems-i Tebrizi Mevlana'nın şeyhiydi" gibi bir algı var. Böyle değil. 'Sohbet şeyhliği' diye bir kavram var. İkisi de birbirinin sohbet şeyhiydi. Bir tarikat silsilesi içinde şeyhlik görevini yerine getirmekten ziyade sohbetlerde bulunup birbirlerinin manevi derecelerini yükseltme misyonunu üstlenmişlerdi.
ŞEMS, "BİSMİLLAH" DEDİ VE GÖZDEN KAYBOLDU!
- Hz. Mevlana ve Şems-i Tebrizi ilişkisi bugünün dünyası, bugünün insanı için ne söylüyor, ne öğütlüyor?
- Derin, kalbî münasebetlerin konuşularak anlaşılamayacağını, illa konuşmaya gerek olmadığını anlayamıyoruz bugün. Onlar birliktelerken çok naif bir şekilde Allah lafzını zikrederlerdi. Tehvid'in; "La İlahe İllallah"ın anlamını içselleştirirlerdi bu zikirler esnasında.
- Çok konuşmak bize kalbin dilini mi unutturuyor?
- Bugünkü en büyük sorunumuz çok konuşmamız. Gerek olmadığı halde çok konuşuyoruz. Kalbin konuşmasına izin vermiyoruz.
- Şems-i Tebrizi'nin Makalat adlı eserini biliyoruz. Yaptığınız araştırmalarda Şems'e ilişkin başka kaynaklar bulabildiniz mi?
- Şems şekerciler çarşısında Mevlana'yı karşılayan, gezgin bir meczup değildi. Biz bu çevirilere kadar onu bu şekilde tanıdık. Şems-i Parende, Uçan Şems... Tam bir Müslüman ve tam bir sufi olduğunu anlıyoruz kayıtlardan. Kur'an bilgisi, hadis bilgisi, fıkıh bilgisi var. Ayrıca Tahran'ın çok önemli şeyhlerinden biri. Ve her zaman baz aldığı da Kur'an, sünnet. Onların öğrettiği İslam'dır aslında. Tasavvuf da İslam'dan teşekkül ediyor. Nasıl Platon olmadan Sokrates'i anlayamıyorsak, Mevlana olmadan da Şems'i anlayamayız...
- Şems'in öldürüldüğünü de kaybolduğunu da söyleyenler var. Sizin araştırmalarınız neler söylüyor?
- Tayy-i mekân diye bir kavram var. Sufilerin, bu yeteneğin verilmiş olduğu insanların Bismillah deyip, bir adım atarak o ortamdan kaybolması. Mekan değişikliği yapabiliyorlar. Bir anda iki yerde de bulunabiliyorlar. Ben buna Medine'de şahit oldum. Bir akşam biriyle yatsıyı bekliyoruz, "Ben Mekke'de kılacağım" dedi. Ayakkabılarını giydi, "Bismillah" deyip adım attı ve kalabalığın ortasında kayboldu. Buna şahit oldum. Mevlana hazretlerinde de bu yetenek vardı. Eşi Gevher Hatun odasına giriyor bir sabah, "Efendi ayakkabılarını gördüm içinde kırmızı kum vardı" diyor. Oysaki, kırmızı kum Konya'da bulunmazdı. Hazret de "İbadetlerimi geçen gece Peygamber Efendimiz'in makamında yaptım, Mekke'deydim" diyor... Şems hazretlerinde de bu yetenek vardı. Çünkü Mevlana ondan, "reft" yani Farsça "gitti" diye bahsediyor. Öldürüldü, hatta kayboldu bile demiyor. Gitti diyor. Dolayısyla bu tayy-i mekanla bağlantılı bir durum. Gitmesi gerektiğini ve gitmesi gereken zamanı da biliyordu. Çünkü artık Mevlana 'olmuştu' ve bir postta iki şeyh oturamazdı.
NEFESİN SIRRI
- Sizce hangisi daha güvenilir bir vasıta; akıl mı, kalp mi?
- Asıl soru, aklı da kalbi de bize kimin verdiği. İkisi de önemli. İkisini de O verdi. Aslında nefes, tabiri caizse Allah'ın insanların ruhuna kondurduğu bir öpücük. Nefes hepsinin üstünde duruyor. Nefessiz ölüyoruz. Nefes, onsuz yaşamayacağımız bir tatlılık. Bu tatlılık nasıl artırılır? Mevlana da sürekli tatlılıktan, şekerden bahseder. Çocuğa verilen şekerden bahseder... Allah'ı devamlı zikretmekle artırılır bu tat. Çünkü aslında isimlerinde ve onu sürekli zikretmekte gizli olduğunu kendisi söylüyor. Akıldan ve kalpten öte, bir numarada nefes var.