Gelecek söz konusu olunca sohbetlerde genel olarak umutlu, güzel günlerden dem vurulur. Ama son zamanlarda pek öyle olmuyor. Yakın, uzak fark etmiyor gelecekle ilgili bir muhabbette insanları karamsar konuşurken gözlemliyorum.
Hatta belki de bu kaygı nedeniyle insanlar geçmişe daha bir özlemle sarılıyor.
İçinden geçtiğimiz zamanın etkisi mi bu, yoksa son 10-15 yılda yaşanan hızlı bilimsel ve teknolojik gelişmeleri doğru düzgün içselleştiremediğimiz için mi kaygılı mıyız?
H2O Sohbetleri'nde gözümüzü biraz geleceğe çevirelim istedim.
Perşembe olağan saatte Hıncal Abi'nin odasında yerimizi alınca konuyu açtım.
Hasan Bey: "Bugünün dünyasını referans alıp gelecekten bahsetmeye başlayınca gördüğüm şu: Ya kötümser bir tablo çıkarılıyor ya da aşırı iyimser. Ama gelecek ikisinin arasında bir yerde olacak" dedi.
"Nasıl?" diye sordum.
TEKNOLOJİ HAYATI TÜKETMİYOR
Hasan Bey başladı anlatmaya "Bugün her şeyi sahtesinden yiyoruz. Genetiği ile oynanmamış hiçbir şey yok. Mesela süt tozundan yoğurtlar yapılıyor artık. Likit yumurtalar çıkardılar. Her şeyin genetiğiyle oynandığı, tabiattan gittikçe uzaklaşıldığı bu günlerin dünyasında insanlar daha mı sağlıksız yaşıyor yoksa daha mı sağlıklı? Buna cevap vermek zor. Mesela bugün dünyada insanların ömrü uzadı. Ben buna yaşlılık uzadı, ömür uzamadı diyorum ama bugünün 60 yaşındaki insanıyla 50 yıl öncesindekinin 60 yaşındaki insanı birbirine denk değil. Fatih Sultan Mehmed İstanbul'u 21 yaşında aldı. Ama 500 yıl öncesinin 21 yaşı bugünün dünyasında 40 belki 50 yaşındaki bir insanın yaşadıklarına denk geliyor artık. Demek ki bilimle birlikte ortaya çıkan bütün bu teknolojiler, öyle sanılsa da, hayatı tüketmiyor."
Şengül Hanım "Hocam kanser artıyor, yeni hastalıklar çıkıyor. İşler daha karmaşık hale geliyor" diyerek gelecekle ilgili insanların akıllarındaki yaygın karamsarlığı dillendirdi.
Hasan Bey "Bir anekdot anlatacağım size" diyerek söze girdi: "Harvard'da tıp fakültesinde çalışan bir profesör arkadaşım bir gün bir soru sordu: 'İnsanların önümüzdeki 30 yılda en büyük ölüm sebebi ne olacak?' Biz de ya Alzheimer ya da kanser dedik. Arkadaşım 'Yanılıyorsunuz. Bir kere Alzheimer yaşamı uzatıyor. Çünkü insanlar hatırlamadıkları için stresli olmuyorlar ve ömür tüketen o stres olmayınca ömürleri uzuyor. Kanser de değil. Doğru cevap kalça kırığı' dedi."
Biz şaşırmıştık bu cevaba. Hasan Bey de "Ben de arkadaşım böyle söyleyince sizin gibi şaşırdım. O da açıkladı: 'İnsanların ömürleri uzayınca iskelet yapıları bu kadar süreyi taşıyamıyor. Yaşlanınca düşüp kalçasını kıran insan kolay kolay iyileşemiyor ve bu kırığa bağlı ölümler ortaya çıkıyor."
YÜZÜMÜZÜ DOĞAYA MI DÖNMELİYİZ?
"Bilimin, teknolojinin bizi getirdiği ve götüreceği noktalar çok şaşırtıcı oluyor" deyince Hasan Bey "Yani yüzümüzü daha fazla doğaya dönüp tabiatla iç içe mi yaşayalım yoksa daha fazla teknoloji ile harmanlanmış şehir hayatının için de mi kalalım? Üzerinde düşünülmesi gereken nokta bu" dedi.
Şengül Hanım "Hocam siz hangisini tercih edersiniz" diye araya girdi.
Hasan Bey " Kişisel olarak doğada geçirilen zamandan haz duymama rağmen şahsen kentçi bir adamımdır. Bilimsel gelişmelerin ortaya çıkardığı teknolojiler günümüzü, geleceğimizi kötüleştiriyor diye, ki bundan hiç emin de değiliz, elimizin tersiyle itilecek şeyler değil. Tersine bilim ve teknoloji insan hayatını kolaylaştıran ve zenginleştiren bir alandır" dedi.
Hasan Bey gelecek konusunda serinkanlı ve iyimserdi. Ya Hıncal Abi?
Sohbetin başından beri sessizliğini koruyan Hıncal Abi "İnsan hayatının kolaylaşması ve zenginleşmesi ile mutluluk paralel gidiyor mu?" diyerek sağlam bir soruyla sohbetin akışını değiştirdi.
"Sizce" diye sordum.
O da "Benim bir tane hayatım var. Temel ilkem de insan kendi hayatını yaşar, kimse başkasının hayatını yaşamaz. Ben hayatımı kolay mı yoksa mutlu mu yaşamak istiyorum. Bana sorarsanız hayatın kolaylaşması mutsuzluğun baş sebebi. Geleceğe karamsar bakışın sebebi biraz da bu" dedi.
Şengül Hanım "Neden öyle düşünüyorsunuz" diye araya girdi.
Hıncal Abi "40 yıl önce bütün dünyayı birbirine katan Star Trek diye bir bilimkurgu oynamaya başladı televizyonlarda. Dizide bir gurup insan galaksiler arasında seyahat ediyordu. Hatırlayın, Kaptan Kirk'ün kapaklı bir telefonu vardı. Basıyor, kapak açılıyor 'Işınla beni Scotty' diyordu. O telefon sadece iki kişi arasında konuşmayı sağlıyordu yani. 70-80'lerde bir bilimkurgu dizisinin yazarının geleceğin günlük hayatına ilişkin düşünebildiği en büyük şey bu telefondu işte" dedi.
Cebinden akıllı telefonu çıkartıp "Peki bu ne?" diye sordu. Sonra da devam etti: "Ben şimdi o dizideki telefonu beş yaşındaki yeğenime versem kafama atar, 'Bu ne ya' diye. Çünkü onun elindeki telefon video gösteriyor, oyun oynatıyor, bütün arkadaşlarıyla onu iletişime geçiriyor. Üstelik bu telefon, 2001 Uzay Macerası filminde her şeyi bilen Hal adlı bilgisayardan daha güçlü. Yani biz bugün, aslında yıllar öncesinin tahmin edilen geleceğinin de ötesinde bir geleceği yaşıyoruz. Elimizdeki akıllı telefonları kimse öngöremiyordu. Bunlar güzel şeyler ama şimdi bunlar hepimizi yalnızlığa itiyor. Mutsuz oluyoruz."
Hıncal Abi, Hasan Bey kadar, gelecek konusunda iyimser değildi. Bilimsel ve teknolojik gelişimlerin bizi bir yere taşıdığını ama mutsuz ettiğini düşünüyordu. Tam bu noktada Hasan Bey "Tamam, geçmişin tahayyül edilen geleceğinin ötesinde yaşıyoruz. Peki bundan sonraki gelecek nasıl olacak?" diye ortaya bir soru attı.
HER ŞEYİ ZAMAN GÖSTERECEK
Hıncal Abi gülerek "Ben anlatayım" dedi:
"Bu dünya bitiyor. Gidip yaşayacak yeni bir yer bulunmazsa insanlığın sonu gelecek demektir. Benim buna da fazla bir itirazım yok. Çünkü geçmişe bakınca milyonlarca türün yok olduğunu görebiliyoruz. Bunların her birinin kaybolmasının başka bir şeye yol açtığı muhakkak. Mesela araştırmalar dinozorlar yok olmasa insan olmayacaktı diyor. İster evrim ister yaradılış deyin insan, zekasıyla türlü badireleri atlattı ve birikimleriyle bugünlere geldi. Yine atlatır mı, anlatamazsa yok olur mu bunu zaman gösterecek. Ama yok olursak bu da başka şeylere neden olur. Belki de yaşadığımız, yeni bir dünyanın doğuşuyla ilgili sancılardır."
Hasan Bey "Ben de bunu söylemeye çalışıyorum. Biz bugün her şeyi bugünün normlarıyla değerlendiriyoruz. Belki yakın geleceğin normları çok farklı olacak. İnsan bir hatadır derler. Katılırım buna. Doğada bir canlının türünün diğer bir canlı türünü hayatına devam ettirmek için öldürmesi var. Ama dünyada hiçbir canlı kendi türünü planlayarak öldürmez. Bu insana ait bir durum. Yani bugüne kadar insan zekasıyla neslini sürdürdü. Bugün ise gelinen noktada işler karmaşıklaşıyor. Bunun için geleceği düşünürken her şey mutlak kötü ya da mutlak iyi diye bakmamak gerek" dedi.
KAYGIM ŞU: GİTTİKÇE ROBOTLAŞIYORUZ
Hıncal Abi'nin bilimsel ve teknolojik gelişmelerin hayatımıza soktuğu yeniliklere çok da bir itirazı yoktu. "Benim kaygım şu" dedi: "Bu kadar teknolojiyi kullanırken bir şey gözden kaçıyor. Biz insanlar da robotlaşıyoruz. Adam ayağını kaybediyor yerine ayak yapıyorlar. Yakında beynimize bilgisayar takarlarsa hiç şaşmam. Bunlar hayal de değil."
Bunun üzerine Hasan Bey "Teknolojiyi çok seviyorum, kullanıyorum ama bugün bu dijital dünyaya doğan çocuklar kadar bu imkanları iyi kullanamam. Buna melekelerim yetmez çünkü. Bugün cep telefonuma bir mesaj geldi. Bir uygulamayı duyuruyor. Bir kelimeyi sesli okuyorsunuz telefona, düğmeye basıyorsunuz ister Japonca ister Çince karşılığını veriyor. Bu uygulamalar basit gibi görünebilir ama bize yakın gelecekte dil farklılığının ortadan kalkacağının işaretini veriyor. Yani yakında bir odada Rus, Çinli, Türk, Amerikalı oturup kimse kimsenin dilini bilmese bile teknoloji sayesinde rahat rahat sohbet edecek. Bütün bunlar insana mutluluk veriyor mu? Bana veriyor. Ben insanların giderek yalnızlaştığını kabul ediyorum. Ama demek ki bundan sonra insanlar bir arada olmayacak. Biz insanların bir araya gelince mutlu olduğuna inandık ve bunu da yaşadık. Bundan sonraki insanların büyük bir ihtimalle buna ihtiyacı olmayacak" dedi.
KESİN MUTSUZ YAŞAYACAĞIZ
Şengül Hanım "Peki bu bilimsel ve teknolojik gelişmeler sonucu oluşan depresyonu nasıl açıklayacağız?" diye sordu.
Hasan Bey "Eski tür insanlar olarak biz bunları yaşadığımız için depresyon var. Büyük ihtimalle bundan sonraki kuşaklar, bizim bugün sorun olarak görüp depresyona girmemize neden olan şeyleri yaşamayacak. Bugün insan ilişkileri dışında kim neden mutsuz?" diye soruya soruyla karşılık verdi.
Hıncal Abi tartışmayı keyifle dinliyordu. "Hasan Bülent sohbetin başında kırda mı yaşamalı yoksa teknolojik şehirlerde mi diye sormuştu. Şimdi köyde herkes birbirini tanır ve sevmese bile birbirine saygı duyar. Ama şehirde böyle bir şey yok. Kimse kimseyi tanımıyor ve artık birbirine saygı duyma ihtiyacı da duymuyor. Adabı muaşeret kurallarının esamesi okunmuyor. Bir güruh olarak yaşıyoruz. Teknolojik şehirler olsun da, böyle güruh halinde birbirimize saygı duymadan yaşarsak hiç mutlu olmayacağız" dedi.
KISA BİR MOLA
15 haftadır kesintisiz süren H2O Sohbetleri'ne kısa bir mola. Hasan Bülent Kahraman bir süre buralarda olmayacağı için eylül başına kadar sohbete ara veriyoruz. Kıymetli okurlarımızın durumu anlayışla karşılayacağını umuyoruz.