H20 Sohbetleri'nde hem Hıncal Abi hem de Hasan Bey zaman zaman babalarından bahsettiler. Ben de günler öncesinden Babalar Günü haftasında babalarıyla ilişkilerini konuşmayı kafaya koşmuştum. Perşembe günü gelince sohbet için oturduk masaya...
Hasan Bey biraz Kudüs macerasını anlattı. Hıncal Abi yine "Kıskandığım yerlere gidiyorsun" diyerek serzenişte bulundu. Keyifler yerindeydi. Sonra "Söyle bakalım Olkan ne konuşacağız" dediler. "Babalarınızı, baba-oğul ilişkisini konuşalım bu hafta. Malum pazar günü Babalar Günü" dedim. Hıncal Abi "Baba gibi bir sohbet olacak" desene dedi ve kahkahasını patlattı.
Hıncal Abi'nin babası Fuat Uluç. Eski genelkurmay başkanlarından Faruk Gürler'in sınıf arkadaşı, Alpaslan Türkeş'in yakın arkadaşı, bir dönem Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nin genel sekreterliğini yapmış bir insan... Hasan Bey'in babası ise namlı bir avukat olan Hüseyin Kahraman...
Hıncal Abi "Bugünden bakınca babamın birçok hatası vardı diyebilirim" diye söze girdi: "Babam sevginin hissedilecek bir şey olduğunu öğretti bize. Söylenecek, gösterilecek, kanıtlanacak bir şey olduğunu öğretmedi. Tam bir Prusya subayıydı. Köyün en zengin ağasının oğluyken, daha ortaokulda köyü terk edip Tokat'taki askeri okula gitmiş. Sonra Kuleli Askeri Lisesi, Harbiye... Çocukluğu dahil askeri disiplinle geçmiş. O disiplinde sevgi kalbinde kalmış, dile getirmeyi öğrenememiş. Bunun için sevgisini göstermezdi. Bizi de öyle yetiştirdi. Bunun ne kadar yanlış olduğunu ben Holly'den öğrendim."
"Evet onu anlatmıştınız" dedim. Hasan Bey de "Yazmıştınız da" dedi.
Hıncal Uluç'un kütüphanesinin baş köşesinde 43 yaşında vefat eden annesi Suat Hanım ile babası Fuat Uluç'un fotoğrafları yer alıyor.
YAKASINA YAPIŞMAK İSTEDİM
Hıncal Abi "Zaten babama bir kere kızdım, o da bu yüzden" dedi.
"Nasıl?" diye sordum. Anlatmaya başladı: "Ben babamın annemi ne kadar çok sevdiğini annem öldüğünde babamın halini görünce anladım. Annem kanserdi. Babam ve ben biliyorduk. Öldüğü gece babam kendini kaybetti. Doktor çağırdık, iğne yaptılar, uyusun diye. Uyumamak için başparmağının tırnağını ortadan ikiye böldü. Annem 43, babam 54 yaşındaydı. Babamın ağladığını, üzüldüğünü ve hıçkırdığını da ilk defa o zaman gördüm. Bir an o halini görünce babamın, yakasına yapışmak geldi içimden. 'Madem bu kadar seviyordun da neden anneme bunu hiç söylemedin' demek istedim."
Soluksuz dinledik Hıncal Abi'yi. Hasan Bey "Korkunç bir hikaye" dedi.
Hıncal Abi "Ama bunu bir kenara koy. Müthiş bir babaydı. Ben bugün Hıncal Uluç isem, bunun yüzde 60'ı babamdır. Kalanı da aldığım eğitim, Mehmet Ali Abi (Kışlalı), Cüneyt Abi (Koryürek) ve Ercan Arıklı'dır" diyerek insanın hayatında babasının ne kadar önemli bir figür olduğunu bir kez daha anlamamı sağladı.
Hasan Bülent Kahraman, annesi Jale Nihal ve babası Hüseyin Kahraman ile Kars'ta...
"EYVAH BEN BUNU ANLATAMAM" DEDİ
"İlişkiniz nasıldı. Babanız askerdi çok sert miydi?" diye sordum. Hıncal Abi derin bir nefes aldı başladı anlatmaya: "Babamın askeriyeden sınıf arkadaşı Faruk Gürler... Yıl 1966. Muhabere Yedek Subay Okulu'nda öğrenciyim. Kura çekilecek görev yerim belli olacak. Annem hasta, ölecek. Annem babama 'Hıncal Ankara'da kalsın' diyor. Babamın ölecek olan anneme cevabı şöyle: Herkesin oğlu ne yapacaksa senin oğlun da onu yapacak. Ben kurada Ankara'yı çektim. Geldim, anneme haber verdim. Sarıldık birbirimize. Sonra babamın yanına gittim. O zaman CKMP'nin genel sekreteri. Partideki odasına gittim. 'Neresi' dedi 'Ankara' dedim. 'Eyvah' dedi."
Şaşırdım tabii "Niye sevinmedi kura sonucuna?" diye sordum.
Hasan Bey "Torpil yaptı diyecekler diye korkmuştur" diyerek meseleyi anlamamı sağladı. Hıncal Abi "Şimdi ben bunu kimseye anlatamam' dedi. 'Eee herkes biliyor, Genelkurmay Başkanı Gürler sınıf arkadaşı. Şimdi damgayı basacaklar bana Albayım işini yaptı diyecekler' dedi. Düşünebiliyor musunuz, bileğimle Ankara'yı çekmişim, annemi sevindirmişim. Buna sevinmek yerine 'Eyvah' diyor babam. İşte öyle dürüst ve ciddi bir adamdı" dedi. Sonra Hasan Bey'e sordum babasını. Hasan Bey "Babam Hıncal Abi'nin babasından küçük. 1925 doğumlu. Babamla aynı gün doğmuşuz 1 Eylül'de. Buna önce inanmadım. Ama gerçek öyle çıktı. Babam o, 1. Dünya Savaşı ve Milli Mücadele'nin büyük hengamesi sonrası hayata gelse de 2. Dünya Savaşı'nın sıkıntılarını çekmiş biri. Müthiş hırslı, fiziki olarak yapılı, hayatının erken dönemlerinden itibaren zekası ve ciddiyetiyle tanınmış. Okullarda çok parlak bir öğrenci ama çok istemesine rağmen üniversitede okuyamıyor" diye anlatmaya başladı.
"O İNSANLARA BORCUMU ÖDEYECEĞİM"
"Avukat değil miydi babanız?" dedim.
Hasan Bey "Onu anlatacağım hangi şartlarda okuduğunu" dedi: "Tahir Barlas, o zamanlar Kars'ta belediye başkanı. Babam da liseyi bitirmiş, parasızlıktan üniversiteye gidememiş, para biriktirmek için belediyede memurluk yapıyor. Bir gün Ankara'ya gidecek bir yazı geliyor Tahir Bey'in önüne. 'Bunu kim yazdı?' diyor. 'Hüseyin yazdı' diyorlar. Çağırıyor babamı yanına 'Sen git yazı işleri müdürlüğünü devral' diyor. Tahir Bey, belediyeden 100 lira burs çıkarıyor ve babamı üniversiteye gönderiyor. Ankara Hukuk'u bitiriyor babam. Ama o 100 lira bursa rağmen büyük çileler çekiyor okurken. Fakat çok başarılı. Hocaları çağırıyor 'Seni Avrupa'ya doktoraya göndermeye karar verdik, okul seç' diyorlar. Babam 'Yok ben bursla okudum, Kars'a o yoksul halka hizmet vereceğim' diyor. Bursunu ödediği gibi Kars'ta kaldığı 10 yıl boyunca da belediyenin, hazinenin ve özel idarenin ücretsiz avukatlığını yaptı."
Hasan Bey'e "Hıncal Abi'nin yüzde 60'ı babasıymış ya sizin?" diye sordum.
Hasan Bey "Böyle bir geçmişi olan birisi doğal olarak Hıncal Abi'nin babasından pek farklı olmuyor. Çok ciddiydi. Fakat hayatta çok etkilendiğim bir insandı. Rol modelim oldu mu onu bilemem. Ama bugünkü formasyonumun bütün elemanları onun aracılığı ile oluşturuldu. Babamın entelektüel tercihleriyle, paralellik içinde gelişen heveslerim, zevklerim ve tercihlerim oldu. O yüzden birbirimize benzer formasyonlar edindik" dedi.
"Anladığım babalarınız çok dirayetli insanlarmış" diye araya girdim.
Hasan Bey "O kuşağın insanları büyük hengamelerin içinden süzülüp gelmiş, çileler çekmişti. Şu soruyu kendime içtenlikle sordum: Ben, bu çileleri göze alarak öyle bir hayat yaşar mıydım? Biz o kuşağa göre daha refah içinde yaşadık. Açıkçası bu soruya kesinlikle evet diyecek durumda değilim" dedi.
Sohbet bitmişti. Merak ettim babalarını. Hıncal Abi'ye 'Hiç birlikte fotoğrafınız var mı?' dedim "Yok" dedi, ama kitaplığındaki anne ve babasının fotoğrafını gösterdi. Hasan Bey ile uzun uzun baktık.
Odadan ayrılırken kendi kendime 'Belki bugün hepimiz bu gibi soruları kendimize sormalı ve samimiyetle cevaplamalıyız, o zaman babalarımızı daha iyi anlama fırsatı buluruz' diye geçirdim içimden...
Babama ölünceye kadar 'siz' dedim
İnsan babasıyla arkadaş olabilir mi?
Hıncal Abi "Babamla dostluğu yaşayacak yaşa gelemedim. Çünkü tam onunla ahbap olacağım zamanlarda vefat etti" dedi. Hasan Bey'e baktım "Benim babamla aramızda böyle bir ilişki vardı. Bu doğrudur insan babasıyla belli bir yaştan sonra arkadaş ilişkisi kurabiliyor. Aramızda sevdiğim bir mesafe vardı. Ölene kadar babama hep 'Siz' dedim. Elimi yanında cebime sokmadım, önünde ayak ayak üstüne atmadım. Ciddi bir insandı. Ama o dostluk ilişkisini de kurabilmiştik. Bu konuda ise ilginç bir anım var" dedi.
"Buyurun anlatın" dedim.
Hasan Bey başladı anlatmaya "Babam 83 yaşında, 45 gün komada kaldıktan sonra vefat etti. Doktoru arkadaşım, Prof. Dr. Bülent Sivri. Hep yanında kaldım o süre boyunca. Sonra İstanbul'a günübirlik gelmek durumunda kaldım. Telefonum çaldı Bülent arıyor 'Hasancığım Hüseyin Amca'yı kaybettik' dedi. İlk uçakla Ankara'ya gittim. Morga giderken telefonum çalıyor, tanımadığım bir numara. Daha kardeşim Yavuz'dan başka kimse bilmiyor babamın vefat ettiğini. Açtım telefonu 'Ben Süleyman Demirel' dedi karşımdaki ses. 'Hoca baban vefat etmiş başın sağ olsun' dedi. Sayın Cumhurbaşkanım lütfettiniz aradınız, teşekkür ederim' dedim. 'Babanızla ilişkinizi biraz biliyorum. Muayyen bir yaştan sonra insan babasıyla arkadaş oluyor. Bunun için insan hem babasını hem de dostunu ve arkadaşını kaybediyor. Çok üzüleceksin" dedi.
Hıncal Abi "Yahu Demirel nasıl öğrenmiş, babanın vefatını" dedi.
Hasan Bey "Orası biraz muamma. Ama Demirel babamı iyi tanırdı" diye cevap verdi.
Senin olmayan parayı nasıl harcarsın!
Hasan Bey babayı reddetme meselesini açınca "Hiç babanıza isyan ettiğiniz, onunla büyük krizler yaşadığınız oldu mu?" dedim.
Hıncal Abi "Babama tek isyanım annemin öldüğü gün neden sevgini göstermedin' dememdir. Sevgisinden hiç şüphem olmadı. Bizim için canını verebileceğine şahit oldum. Baba ailenin temel direğidir derler ya bunun gerçek olduğunu 1945'te Van depreminde gördüm" dedi.
"Nasıl?" diye sordum
Hıncal Abi başladı anlatmaya: "Deprem olmuş mahruti çadırlarda kalıyoruz. Kardeşim Serpil bebek, kundakta. Kemal daha yok. Beş kişiyiz. Kar nasıl yağmışsa, çadırı tutan temel direk çöktü. Çadır üzerindeki karla üzerimize düştü. Babam şöyle olduğu yerden bir doğruldu. Çadır direğinin yerini aldı. Resmen direk oldu babam ve bizi kurtardı. O manzara hâlâ gözümün önündedir. Baba nasıl bir direk onu gördüm."
Sonra da "Ama" dedi "Babamla ilişkimizde en ciddi krizi ilkokul üçe giderken yaşadım. Bandırma'dayız. Ben Kızılay koluyum, herkesten para topluyorum ve öğretmene teslim ediyorum. Yine bir gün topladım paraları ertesi sabah hocaya teslim edeceğim. Okuldan çıktım, önünde şambaba tatlısı satılıyor. Karnım aç, bir tane alayım dedim. 5 kuruş. Param da yok ama Kızılay'ın parası var cebimde. 'Oradan alayım, ertesi gün annemden alır yerine koyarım' dedim. Aldım tatlıyı, yedim. Ertesi sabah abim annemden para istedi annem 25 kuruş verdi. Ben de 5 kuruş istedim. 'Niye' dedi. Sinirlerdim 'Abim isteyince sormadan veriyorsun ben isteyince neden soruyorsun' dedim. Sonra da durumu anlattım. Babamın nasılsa dikkatini çekmiş tartışmamız. 'Ne oluyor?' dedi. Annem de asla yapmaz ama önemli değil böyle böyle olmuş dedi. Babam odasından nasıl koptu geldi yanıma anlamadım. Beni öldürecek zannettim. 'Ben sizi başkalarının parasını çalasınız diye mi yetiştiriyorum. Senin olmayan parayı nasıl harcarsın?' diye bağırıyor. Annem araya girip kendini siper etmese babam beni orada parçalayacaktı."
9 Işık'ı babam yazdı ben de daktiloya çektim
Merak ettiğim bir konuyu sorayım dedim: "İnsan yaş aldıkça babasına benzer mi?" Hıncal Abi: "Vallahi hiç düşünmedim. Ama benzemem normal. Söyledim benim yüzde 60'ım babam. Esas eğitimim okul falan değil, ev ve yaşamım. Ev demek de baba demek" dedi.
Hasan Bey "Bir şair arkadaşım 'Yahu bu hayat nasıl bir şey, traş olurken bakıyorum her gün biraz daha babama benziyorum fizik olarak' demişti. Bizim öyle fiziklerimiz benzemez. Ama bu soruyu zaman zaman kendime sorarım. Hıncal Abi güzel izah etti. Evet, yaşlandıkça insan babasına benzer. Bir erkek çocuğunun hayatı bu paradoks içinde geçiyor. Bunların psikolojik mertebeleri malum. Babana hiç benzemek istemediğin, isyan ettiğin bir dönemden, babanla dost, ahbap olabildiğin bir döneme geliyorsun. Bu süre zarfında bu değişim ve dönüşüm sonucunda babanıza benziyorsunuz. Eğer bir reddediş yoksa tabii. Ki ikimizin de anladığım kadarıyla böyle bir durumu yok. Aile meselesi şairin dediği gibi gökyüzü gibi insanın üzerindedir. Ne yaparsan yap onun dışına çıkma ihtimalin yok" dedi.
Ya işbirliği Hıncal Abi'nin özel ve tarihe not düşülmesi gereken bir anısı var: "Babam eski Türkçe yazardı. Kağıda yazardı. Ben de yazdıklarını daktiloya çekerdim. Yani babamın yazı yazması, bana iş çıkması demekti. Hani Devlet Bahçeli, kıyametleri koparıyor ya 9 Işık diye. İşte o 9 Işık'ı satır satır yazan babamdır. Onu daktiloya geçen de benim."