Havalar ısındı ya bahar havasını içine çeken tatil planı yapmaya başladı. En büyük hayal de bir an önce denizin sularına kendilerini bırakmak... Yani deniz, kum, güneş istiyor insanlar... Hedef de genelde Bodrum, Çeşme, Alaçatı ya da Yunan adaları... "Nedir bu tek düzelik, her yıl aynı kısır döngü" diye kafamda deli sorularla dolaşırken, şu bizdeki tatil anlayışının kökenlerine inen birkaç yazı denk geldi önüme, okudum. Meğer içimize yerleşen bu tatil kafası 80'lerden sonra Türkiye'de başlamış.
Fakat geldiğimiz noktada tatil yapmak bir dinlenme meselesi olmaktan çıkmış gibi görünüyor. Aylarca planları yapılan tatilde, onu da yapayım bunu da yapayım, şöyle de eğleneyim derken bünye öyle bir yoruluyor, cep öyle bir aşınıyor ki tatilden insanlar neredeyse depresyona girmiş bir şekilde dönüyor.
Yazı işleri müdürümüz Hakan Abi (Turpçu) ile odasında sütlü kahve içip bu meseleyi konuşurken hak verdi bana. Sonra da "Bak bu konuyu Zorlu İkili'yle de konuşabilirsin" dedi.
Birkaç gün sonra Hıncal Abi'nin odasındayız! Çaylar kahveler söylenince açtım konuyu.
AKTÜEL VE HAYATİ BİR KONU
Hıncal Abi gülerek "Aktüel bir konu seçmişsin" dedi ama sonra birden ciddileşerek devam etti: "Bu konu hem aktüel ve hem de ülkemiz için hayati."
Hayati lafına takıldım, tabii Hasan Bey de takılmıştı. Hıncal Abi anladı durumu: "Tatil demek turizm demek yahu. Turizm ne kadar önemli şu günlerde ülkemiz için."
Haklıydı Hıncal Abi. Turist gelsin diye herkes nasıl da didiniyordu memlekette. "Peki" dedi Hıncal Abi "Ne vaat ediyoruz turistlere?"
"Vallahi deniz, kum ve güneş" dedim. Sonra da "Zaten bizim milletin tatil beklentisi de bu yönde değil mi?" diye karşılık verdim.
Hıncal Abi celallendi, "Tatil ve turizm anlayışımız deniz, kum, güneş üçgenine sıkışıp kaldı. Bu üçgenden kurtulmalıyız" dedi. Sanki Bermuda Şeytan Üçgen'inden bahseder gibiydi.
"Yıl 1971" diye devam etti: "Modern Folk Üçlüsü'nün menajeriyim. Rodos'a konsere davet ettiler, gittik. Rodos inanılır gibi değil. Kalabalık. Hemen turizm müdürlüğüne gittim, 'Nedir Rodos'un olayı' diye sordum. Günde '600 uçak inip kalkıyor' dedi müdür. O zaman Türkiye'ye bile bu kadar uçak inip kalkmıyor. Bir rakamlar söyledi aklım almıyor. Gelenlerin sayısı, bıraktıkları para akıl alır gibi değil. 'Nasıl yaptınız?' dedim. Rodos'u güneş adası olarak dünyaya tanıtmaya karar vermişler. Turizm ofisi açıp Rodos'u anlatmışlar. Güneş adasının nimetlerini anlatmanın yanında, Osmanlı-Türk-Yunan tarihi eserlerini de tanıtıp 'hem denize hem de tarih ve kültürün içinde dolaşmaya doyamayacaksınız' demişler. Bu kampanya tutuyor. Gelenlere harika organizasyonlar yaparak tarihi ve kültürü anlatıyorlar. Günün nasıl geçtiğini anlamıyorsun. Ve Rodos ucuz. Orada yediğin şahane akşam yemeğinin parasıyla, o zaman Marmaris'te bir hamburger ve kola alıyorsun."
Hasan Bey "Şimdi de öyle Hıncal Abi" dedi. Hıncal Abi devam etti: "Turgut Özal 'Rodos kadar küçük bir yer bunu yapıyorsa, biz Fransız rivierası kadar sahil şeridine sahibiz. Daha iyisini yaparız' dedi ve yaptırdı. İşte deniz, kum, güneş anlayışı böyle başladı Türkiye'de. Sonra Avrupa'nın sayılı turizm ülkelerinden biri olduk. Ama işte bu iş Turgut Bey ile başladı ve bitti. Çünkü turizm, tatil dediğiniz şey aslında bir devlet politikası. İnsanları sadece deniz, kum ve güneşle bir yere götüremiyorsun artık. Adamı İtalya'dan Türkiye'ye getirmen için bir sebep koymalısın önüne."
SANKİ BERMUDA ŞEYTAN ÜÇGENİ
"Peki koyamadık mı bir sebep" diye sorunca Hıncal Abi "Maalesef" deyip acı acı güldü.
Hasan Bey "Bununla ilgili bir şey anlatayım" dedi: "Yıllar önce Kültür Bakanlığı'ndayken, Turizm Bakanlığı'ndan çağırdılar. Türkiye'nin turizm planlamasını yapacaklarmış. Şakir Eczacıbaşı da vardı toplantıda. İkimiz de 'Bu planlamayı deniz, kum, güneşe göre mi yapacaksınız, yoksa kültürel tatil anlayışını da işin içine katacak mısınız?' diye sorduk. 'Efendim bizde öyle bir tatil anlayışı yok' dediler. Hıncal Abi haklı. Bizim tatil anlayışımız deniz, kum, güneşe sıkışıp kaldı. Bir adım ötesine geçemiyoruz."
"İşte bunun da artık tükendiği konuşuluyor. Tatile giden tatilden maddi ve manevi olarak yorulup dönüyor" dedim Hasan Bey'e. O da "Demek ki insanlar tatilde yoruluyor, işinde dinleniyor" diye espri yaptı. Gülmeye başladık...
Hasan Bey devam etti: "Bu işin şakası tabii. İnsanlar eskiden hayatı kendi ritmi, tadı içinde yaşardı. Sıcaklar bastırınca daha serin yerlere, yaylalara gidilirdi. Şimdi yaz gelince daha sıcak yerlere güneye gidiyoruz. Kışın da kayak tatili deyip daha soğuk dağlara çıkıyoruz. İşler değişti."
Hıncal Abi "İşler değişti de tatil anlayışımız değişemedi" diye karşılık verdi.
Hasan Bey de "Benim çocukluğumda yaz tatiline Erdek'e gidilirdi. Ki herkes de gidemezdi. Yurtdışı tatiline gitmek ise çok çok nadir görülen bir şeydi. Hali vakti yerinde ailelerin bile Avrupa turu yapmaları zordu. Yani tatil, biraz da lükstü Türkiye'de. Ha Turgut Özal hayatımıza o lüksü soktu. 1980'lerden sonra tatil herkesin hayatına girdi. Türkiye zenginleşti. Bugün Avrupa'nın her yerinde Türk bulmak mümkün. Yurtdışına gidip gelmelerden hatta Anadolu'nun her yerine gidilmesinden memnunum. İnsanlar bunu yapmalı. Fakat yurtdışındaki müzelerde Türkleri hiç görmedim. Tiyatrolarda ve konserlerde Türklerle karşılaşmadım. Yani bu tatilleri biz kültür tatili haline getiremedik" dedi.
Hıncal Abi, Hasan Bey'e dönüp "İzin verirsen bir parantez açacağım" dedi. Oluru alınca açtı parantezi: "Seneler önce Londra'da Royal Academy of Arts'ta Türkler diye bir sergi açıldı. Dünyanın hangi müzesinde Türklerle ilgili bir eser varsa bu sergiye dahil edildi. Ben Kanuni'nin 'Sen ki Françesko'sun' diyen Kral Fransuva'ya yazdığı mektubun orijinalini o sergide gördüm. Atladım gittim Londra'ya, serginin son haftası... Müzenin önünde kilometrelerce kuyruk var. Londra'da yaşayan Hüseyin Özer'e 'Bir şeyler yapabilir misin?' diye rica ettim. O da bir VIP kart ayarladı. VIP girişinde 200 metre kuyruk var. Böyle bir sergi... Vallahi bir tane Türk görmedim sergide. Sergi Avrupa'nın çeşitli kentlerine gitti. Ama o sergi Türkiye'ye gelmedi."
Hasan Bey "Hatırlıyorum sergiyi, muhteşemdi. Benzer bir anekdot da ben anlatayım" dedi: "Yıllar önce Bavyera'ya gittim. Orada bir Dük'ün yaptırdığı şato var. Adam hayallerindeki şatoyu yaptırmış. Biz gittik şatoya. Bir baktım güvenlik görevlisi Türk. Konuşmaya başladık ama adam çok şaşkın. Benim Türk olduğuma inanamıyor. 'Hayret' dedi '30 yıldır buradayım ilk defa bir Türk görüyorum.' Oysa şatonun önünde turist kafileleri sıra olmuş. İnanılmaz bir ilgi. Ama bir Türk ilgi göstermemiş."
Hıncal Abi gülerek "Al işte" dedi. Sonra da devam etti: "Benim cebime para girmeye başladıktan sonra bütün tatillerim kültüre dayalı oldu. Ben Londra'ya gitmedim My Fair Lady'e gittim. Rusya'ya gitmedim Kuğu Gölü Balesi'ne gittim. Bakardım yurtdışındaki tiyatroların, müzikallerin programlarına ona göre planlardım tatilimi."
Hasan Bey "Bodrum'a da festivaller için giderdiniz değil mi" diye girdi araya.
FESTİVALLER İÇİN GİDERDİM
Hıncal Abi "Bodrum'a tatil için bir kere gittim. 1979'da Erol Simavi davet etti. Onun yazlığı vardı. Hürriyet'e istiyordu beni. 'Transfer teklifi etmezsen gelirim' dedim. Kabul etti, gittim. Sonra da uzun yıllar gitmedim. Bir beş 10 yıl öncesine kadar. Neden? Çünkü iki güzel festival başladı. Biri, Bodrum Kalesi'ndeki Devlet Opera ve Bale'sinin düzenlediği Opera ve Bale Festivali, diğeri D-Marin Turgutreis Klasik Müzik Festivali. Bunların programlarına bakıp ona göre Bodrum'a gidiyordum. Opera ve Bale Festivali'ni Selman Ada yok etti. D-Marin'deki festivali harika bir ekip yapıyordu. Ekip değişti, yeni ekibin amacı para kazanmak olunca benim buradan Bodrum'a gitmemi gerektirecek bir konser organize edemez oldular. Ben de tatil planımdan Bodrum'u çıkardım. Sonra Antalya'daki Aspendos Opera ve Bale Festivali vardı. Uzun sürerdi ama programına bakıp yine etkinliklerinin bir kısmını takip ederdim. Devlet Opera ve Balesi o festivali de yok etti. Böylece Antalya'ya gitmem için de bir sebep kalmadı" dedi.
Hasan Bey "Antalya muhteşemdir. Ama bizim için bile sadece deniz, kum, güneştir. Ne acı" dedi.
Hıncal Abi "Antalya ve yöresi dünyada bulunmaz bir hazine. Antalyalıların bile bilmediği yerler var" dedi. Çayından bir yudum alıp devam etti: "Mustafa Erdoğan bir gün 'Silyon diye antik şehir var biliyor musun' dedi. 'Bilmiyorum' dedim. 'O zaman seni götürüyorum' dedi. Daracık dağ yollarından zar zor çıktık tepeye. Dağın tepesinde bir stadyum var, yanında da tiyatro. 2500 yıllık. Bu insanlar niye gelip buraya stadyum, tiyatro yapmışlar? Korku... Sahilden uzak olacaksın ki istilaya uğramayacaksın. Burayı kimse bilmiyor. O kadar tatil köyü, otel var biri de 'Gelin sizi buraya götüreyim' demiyor. Antalya'da tarih var, kentin şahane bir müzesi, muhteşem bir akvaryumu var. Ben bu kültürü, tarihi satamıyorum deniz, kum, güneş diyorum. İşte o da bitiyor."
TATİL ÖNEMLİ AMA ...
Hasan Bey "Bitti zaten" dedi sonra da sözünü devam ettirdi: "Tatil, modern hayatın dönüşümü için önemlidir. İnsanların tatil yapma hevesini anlıyorum. Ama bugün insanlar neden tatile çıktıklarını unutmuş durumda. Öyle olmasa bütün tatil insanlarının sadece Bodrum'a gitmesi gibi bir mesele olamaz. Türkiye'de yazın yayla turizmi kültürü var mı, yok?"
Hıncal Abi "Hasan Hocam, Karadeniz bir hazine, ömrünü geçirirsin. Hocam Efes diye bir yerimiz var. Efes Yunanistan'da olsa hac yeriydi. Mekke Medine'nin kazandırdığının daha fazlasını kazandırırdı. Meryem Ana'nın mezarı Yunanistan'da olsa neler olurdu? Biz unutturmaya çalışıyoruz. Dünyanın ilk kilisesi Antakya'da... Bunları biz değerlendiremiyoruz işte" dedi.
Hasan Bey de "Zamanında bakanlıkta biz bunu gündeme getirmiştik. Acaba din turizmi oluşturabilir miyiz diye konuştuk. Sıcak bakılmadı" dedi.
Hıncal Abi "Deniz, kum, güneş artık her yerde var. Ama Perge sadece Türkiye'de var. Sen toprağındaki tarihi, kültürü de kullanacaksın. Tekrar ediyorum bir tek Efes Türkiye'yi geçindirir, değerlendirebilsen" dedi ve sohbete noktayı koydu.
BODRUM'DAN ÖNCE ERDEK VARDI
Erdek meselesine kafam takılmıştı. Biraz eşelemek istedim. "Eskinin Bodrum'u Erdek miydi" diye sordum.
Hıncal Abi "Daha da önemliydi" diye cevap verdi.
"Bak" dedi "Çocukluğumun tatilleri, babamın Manyas'taki köyüne gitmekle geçti. Hayatımın en mutlu olayıdır o tatiller. Çünkü gelişmeme büyük katkıları oldu. İşte o köyde bir başka dünyayı tanıdım. Kirazı dalından koparıp, yumurtayı tavuğun poposundan alıp yemeği öğrendim. Şehirle uzaktan yakından alakası olmayan bir ortam. Sonra Ankara'dayken Erdek olayı başladı. O zamanlar manzara çok farklıydı. Şimdi Alanya'dan Çeşme'ye kadar Türk rivierası var. O zaman yok. İstanbullular zaten burada denize giriyor. Tuzla'dan Rumelihisarı'na kadar her yerde plajlar var. Hatta akrabası olanlar denize girmek için İstanbul'a geliyorlar. Olmayanlar da işte Erdek'e gidiyor."
Denize girmek için İstanbul'a tatile gelmek, 'Bir zamanlar Türkiye farklıymış gerçekten' diye aklımda şaşkınlıklar. O yılların tatil atmosferini merak edip soruyorum.
Hıncal Abi "Erdek'te mahruti çadırlar vardı. İçinde sekiz dokuz kişi yatardı. Yani kamplar... Bir tek Pınar Motel vardı. Motel pansiyonun züppecesi. Pınar Motel'de Vehbi Koç kalırdı. Sabahları biz kahvaltı yaparken Vehbi Bey yakın dostu Beyti Bey (Güler) ile yürüyüşe çıkardı" diyor.
VEHBİ KOÇ'UN İDEAL TATİLİ
Hasan Bey "Bir parantez de ben açayım" diyor: "Vehbi Bey hayatının sonuna kadar Pınar Motel'de kaldı. Türkiye gelişti, Erdek gelişti. Ankara Motel, Alev Motel yapıldı. Türkiye'de sonra Türk rivierası oluşturuldu. Ne oteller yapıldı. Ama Vehbi Bey hep tatillerini Erdek'te Pınar Motel'de geçirdi. Babam onun şirketlerinin avukatlığını yapardı oradan biliyorum. Vehbi Bey sabah yürüyüşe çıkar, saat 11.00'de mevsim meyvelerini yer. Öğleden sonra uyur. Akşamüstü saat beşte bir bardak viskisini içer. Akşam yemeğini yedikten sonra saat 23.00'te ajansı dinleyip yatardı. Hiçbir lüks, ihtişam ve şatafat yok. Gayet sade bir tatil yapıyordu."
"Aranılan tatili Vehbi Koç yapıyormuş" diyorum gülerek.
Hasan Bey "O kadar" diye gülerek karşılık veriyor.
Hıncal Abi "Erdek maceram dokuz yıl sürdü. Kumu hiç sevmem. Bir kere denize girdim o da zorla" diyor.
Hasan Bey "Sizi nasıl zorla denize sokabildiler?" diye soruyor. Anlatıyor Hıncal Abi: "1966 yazı, İngiltere ile Almanya Dünya Kupası final maçı oynuyor. Kamptaki herkes İngiltere'yi tutuyor bir tek ben Almanım. İngiltere kupayı alınca gece beni elbisemle denize attılar."
Hasan Bey "Olkan bu günü tespit et. Tarihi bir gün" diyor.
Buldum o tarihi günü: Bir cumartesi günü, 30 Temmuz 1966.