Yaklaşık iki ay önce Hıncal Uluç köşesinde 'Hasan Bülent'e ödev' başlıklı bir yazı yazıp, yayın yönetmeni olduğu efsanevi Erkekçe dergisi için Hasan Bülent Kahraman'ı genç yaşında nasıl bulup kitap eleştirileri yazdırdığını anlatmıştı. Birçoğumuz da Hıncal Uluç ve Hasan Bülent Kahraman arasındaki yıllara yayılan dostluğun nasıl başladığını böylece öğrenmiştik. Tabii Kahraman'ın Erkekçe'de yazılar yazdığını da...
Uluç, baba dostu dediği 'Kaptan' Attila İlhan ve Bilgi Kitapevi sahibi Ahmet Küflü'ye danışıp Hasan Bülent Kahraman'ı bulmuş: "Bana bir kitap yazarı bulun, ama öteki eleştirmenlere mektup yazmasın, benim okuruma kitabı anlatsın, sevdirsin, okutsun' dedim. Kaptan (Attila Ağabey) hemen 'Var' dedi. 'Benim çok sevdiğim bir genç var, o yapar.' 'Yapsın o zaman' dedim."
İşte o genç adam, Hasan Bülent Kahraman. O yıllarda daha 20'li yaşlarında Kahraman. Üniversiteyi yeni bitirmiş. Yankı dergisinde yazıları yayımlanan genç bir kalem...
Hıncal Uluç da mesleğinin zirvesinde bir gazeteci. Satış rekorları kıracak olan Erkekçe'nin yayın yönetmenliği ona emanet ediliyor. Uluç da okunur bir dergi yapmak için kolları sıvıyor. (Ki Erkekçe 150 bin satışa ulaşarak bugün bile ulaşılması zor bir rekoru kırıyor.) İkili SABAH'taki Hıncal Uluç'un odasında buluştuklarında o yıllara hemen dönüverdiler. Yayın yönetmenimiz Şengül Balıksırtı "İşte dostluk böyle bir şey" dedi.
HİÇ KONUŞMUYOR
İkisi de o ilk teması dün gibi hatırlıyor. Hem de ayrıntılarıyla. Hasan Bey "Attila İlhan gidip Hıncal Uluç ile görüşmemi söyledi. Ankara'daki Meşrutiyet Caddesi'nde Erkekçe dergisinin ofisine gittim. Hıncal Uluç bir masada oturuyor, buyur etti beni. Masanın önündeki koltuğa, oturdum. Birkaç dakika geçti Hıncal Abi hiç konuşmuyor. Önünde kağıtlar var, onları okuyor, notlar alıyor, kimini zımbalıyor. Bıraksam hiç konuşmayacak. Duvarda Hıncal Abi'nin bir fotoğrafını gördüm. Mülkiye'de inek çekerken fotoğrafı var. Mülkiye'de birinci gelenlere inek çektirilir. İnek Bayramı olarak kutlanır. Anladım ki üniversite yılları dolu dolu geçmiş. Bu fotoğrafla ilgili birkaç soru sordum. İşte ilk defa o zaman kafasını kaldırdı ve konuştu. Böylece onu konuşturabilmiştim" diyor.
Hasan Bey, bu buluşma sonrasında Erkekçe'de kitap yazıları yazmaya başlıyor. Hıncal Abi, Erkekçe'nin başından ayrılana kadar da devam ediyor. Tabii Ankara'nın 1980'deki havasını birlikte soluyorlar.
DİSİPLİNLİ VE KURALLI
Hasan Bey'e Hıncal Abi'nin nasıl bir yayın yönetmeni olduğunu soruyoruz. Disiplinli ve kurallı bir yayın yönetmeni olduğunu söylüyor. "Yazıları tek tek okurdu. Anlatılanın daha sade ve iyi ifade edilme şansı varsa hiç çekinmez söylerdi. Yeri gelir yazıyı tekrar yazdırırdı" diyor.
Hıncal Abi o an, şen kahkahalarından birini atıyor. Deneyimli bir muhabiri beş kere nasıl Zeki Müren ile söyleşi yapması için Ankara'dan Bodrum'a gönderdiğini anlatıyor: "Söyleşiyi ayarladık. Gitti yaptı. Fakat sorulması gereken birkaç soruyu sormamış. Tekrar otobüs bileti alındı, gitti yaptı. Her seferinde bir eksik. Kıdemli de bir muhabir. Ama beş kere gitti. İşte o Erkekçe dergisi böyle çıkıyordu."
Hasan Bey, Hıncal Abi'nin Erkekçe'de masasının yanındaki sütuna monte edilmiş bir pota, potanın altında da çöp kovası olduğunu anlatıyor: "Beğenmediği yazıyı kıvırır top haline getirir, potaya atardı." Hıncal Abi de "O çöp kovası evimde duruyor" diyor.
Hasan Bey ve Hıncal Abi anlattıkça aslında kafamızdaki ezberler de bozuluyor. Malum Hıncal Uluç popüler kültür gustosu olarak bilinir. Her şeyden anlar. Hasan Bülent Kahraman ise sinemadan müziğe, resimden, müzeciliğe kadar Türk sanat ortamının bilirkişisidir. Ele aldığı konuyu hem akademik hem de hayat birikiminden geçirir. Dışardan bakıldığında iki ayrı dünyanın insanı gibilerdir.
Onlara sorarsanız hiç de ayrı değil aynı dünyanın insanları. Aralarında bir nevi abi-kardeş ilişkisi var. Hayat Erkekçe'den sonra ikisi için farklı aksa da 80'li yıllarda başlayan o ilişki bozulmamış hatta kök salmış, gelişmiş.
Son zamanlarda Hıncal Abi, Hasan Bey'e SABAH'taki köşesinden övgü dolu atıflarda bulunuyor. Belli ki Hıncal Abi, yıllar önce keşfettiği gencin bugün nasıl kanaat önderi olduğunu, sözünün dinlendiğini görüyor ve haklı olarak gurur duyuyor. İkisi yan yana gelince bu dostluğun mayasında sevgiyle birlikte saygı olduğu görülüyor. Açıkçası bu dostluktan, onların birikiminden, yaşadıklarından, çıkarımlarından öğreneceğimiz çok şey olduğunu düşünüyoruz. Baksanıza ilk buluşmada bile neler neler öğrendik. Bunun için her hafta buluşup iki duayenin gözünden hayata bir bakalım istedik.
Bu sohbetlere de isimlerimizin baş harflerinden yola çıkarak Şengül Hanım bir isim koydu: H2O
CENTİLMENLİK ZARURİYDİ
Hıncal Abi o yıllarda centilmen olmanın zaruri olduğunu anlatıyor.
"Kız kardeşim Serpil çaya gidecek. Beni de çağırdı. Görüştüğü bir çocuk varmış, onunla tanıştırmak istiyor. Gittik birlikte. Sonra eve dönünce 'Nasıl buldun?' dedi. 'Derhal o çocuğu bırak. Çünkü sen otururken sandalyeni tutmadı' dedim. O yıllarda manto, sandalye tutulurdu. Centilmen olmak zaruriydi."
FUTBOLA İLGİM YOK AMA GENÇLERBİRLİĞİ'Nİ TUTARIM
"Her şeyin başı merak" diyor Hıncal Abi ve ekliyor: Her şeye ilgi duyarım. Bir konuya ilgi duymuyorsam zaten o konu önemli değildir." Hasan Bey ise futbola ilgi duymadığını söylüyor. Ama tuttuğu bir takım varmış: Gençlerbirliği.
"Neden Gençlerbirliği" diyoruz anlatıyor:
"Gençlerbirliği'nin efsanevi bir kaptanı vardı Tevfik Kutlay nam-ı diğer Baba Tevfik. Aile dostumuzdu. Bir gün bize geldi ve 'Hasan sen Gençlerbirliği'ni tut' dedi. Tevfik Amca'nın ricasıyla Gençlerbirliği'ni tuttum. Ama futbola ilgi duyamadım"diyor.
Hıncal Uluç "O yıllarda Mülkiye'de birçok insan Gençlerbirliği'ni tutardı. Ankara'da Gençlerbirliği'nin önemli bir damarı vardır zaten" diyor.
NEZAKET KAYBOLUP GİTTİ
İlk buluşmada tabii Erkekçe'den, Ankara'dan söze girildi. Hıncal Abi Ankara'daki Bilgi Kitapevi'nin nasıl o yıllarda bir mektep haline geldiğini anlattı: "Kaptan gelirdi, Ahmet Küflü oradaydı, babam da uğrardı. Görüşleri belki birbirine uymazdı ama dostlukları bakiydi. Bir nezaket vardı. Şimdi o nezaketi insanlar arasında bulmak zor" diyor. Hasan Bey de Hıncal Abi'nin bu tespitine katıldığını söylüyor ve "Okul gibiydi Bilgi Kitapevi ve Ankara'da birçok insanın o yıllarda oraya uğradığını biliyorum" diyor.
Söz Attila İlhan'dan açılmışken. Hasan Bey, Kaptan'ın Tuna Pastanesi'ne gittiğini ama bir gün oraya gitmeyi bıraktığını anlatıyor: "Masa ve sandalye takımını değiştirmişler. Meğer Attila Bey, sandalyeye oturduğunda önündeki masa alçak kalmaya başlamış. Not alamıyorum demişti ve oraya gitmeyi bıraktı ve Set Kafatarya'ya gitmeye başladı."
KENDİ EL YAZIMI OKUYAMAM
Açıkçası Hasan Bey ve Hıncal Abi'nin hafızalarının billurluğu karşısında şaşırmadık desek yalan olur. İkisi de bir meseleyi anlatırken en ince ayrıntısına kadar hatırlıyor. "Nedir bunun sırrı?" diye sorunca Hıncal Abi bunun biraz da zorunluluktan olduğunu anlatıyor: "Eskiden not alırdım sonra baktım el yazımı okuyamıyorum. Hafızama yüklendim. Kaydediyorum hafızama."
"Her şeyi mi?" diyeceksiniz. Tabii değil: "Eğer bir mesele önemliyse hafızamda ayrıntısıyla yer ediyor. Unutmuyorum. Unutuyorsam zaten o mesele önemsizdir " diyor.
Hasan Bülent Kahraman eskiden kimi notlar aldığını söylüyor. Ama görsel hafızasının güçlü olduğunu anlatıyor. Ama ayrıntılara özellikle dikkat ettiğini biliyoruz.
MEKTUP YAZMADIM DİYE BENDEN AYRILDI
Söz eski zamanlardan açılmışken tabii kadın erkek ilişkileri de anıların önemli bir parçası. Hıncal Abi, centilmenliğin çok önemli olduğu günleri anıyor: "Şimdiki gibi değil bir kızın elini tutmak altı ay sürerdi. Bir ritüel vardı. Mesela bir kızla arkadaştım. Mektup yazmadığım için ayrıldı benden. Ama kızla Filiz Pastanesi'nde buluştuk. Dört saat oturduk. Kalkınca onu evine bıraktım. Ertesi gün kantinde arkadaşlarına şikayet etmiş beni, mektup yazmadığımı söylemiş. Ayrıldık tabii. Ama hâlâ aklım almaz. O kadar vakit geçirdikten sonra oturup ne yazacağım. Yazacağım her şeyi konuşmuşuz zaten."
Hasan Bey, mektuplara kadınların anlam yüklediği söylüyor. "Hatta" diyor "Mektupçular vardı. Mektup yazmayı beceremeyenlere onlar adına mektup yazardı" diyor. Ama mektubun sadece kadınlara yazılmadığını da söylüyor Hasan Bey: "İnsanlar mektuplaşırdı. Ben de çok mektuplaştım. Mesela Selim İleri, uzun yıllar mektuplaştık. Aslında ben arşivci değilim. Saklamam bir şeyi. Ama annem Selim'i çok severdi. Saklamış onun bana gönderdiği mektupları. 1976'dan 1986'ya kadar mektuplaştık. Belki o mektupları bir gün kitap haline getiririm" diyor.
HAFTAYA
Hıncal Uluç:
FEMİNİZM BAŞLADI CENTİLMENLİK ÖLDÜ
KISACIK MESAJLARLA AŞK OLMAZ
HİPİLERLE BİR HAFTADA NELER YAŞADIM BİLSENİZ?
Hasan Bülent Kahraman:
DEĞİŞİM DOĞUM KONTROL HAPIYLA BAŞLADI
ŞİİRSİZ AŞK OLUR MU?
AŞK HER YAŞTA MÜMKÜN DEĞİL