15
Temmuz'da Fethullahçı Terör Örgütü'nün (FETÖ) darbe girişimiyle Türkiye çok büyük bir badire atlattı. Yıllardan beri devleti ele geçirmeye çalışan örgüt ordu içindeki unsurlarını kullanarak, Türkiye'yi silah zoruyla esir almak ve işgal etmek istedi ama sokağa dökülen insanlarımız bu işgali önledi. Ama bu hamle ile de adı yıllar içerisinde Cemaat'ten Hizmet'e, Paralel Yapı'dan FETÖ'ye savrulan örgütün tehlike potansiyeli ve amaçları da çıplak bir şekilde anlaşıldı. Aslında bu isimlendirme süreci bile örgütün seyrini ortaya koyuyor. 90'larda Cemaat olarak anılan, 2000'lerde kendisine Hizmet diyen örgüt, devlet içinde kilit noktaları ele geçirince büyük operasyonlara başladı. Pazar SABAH yazarlarından Ferhat Ünlü, 7 Şubat MİT krizi ertesinde, 12 Şubat 2012'de yazdığı 'Devlet 'Paralel Devlet'e karşı' başlıklı yazısıyla tehlikeye karşı herkesi uyarmakla kalmadı, bu yazısıyla Paralel Yapı'nın da isim babası oldu. Paralel Yapı ile mücadelede öne çıkan bir kalem olan Ünlü, bu sayfalarda ve gazetede yıllardan beri FETÖ'nün devlete sızma girişimlerini, operasyonlarını, ilişkilerini, imamlarını deşifre edip duruyor. Yaklaşık 20 yıldır bu yapılanmayı, terör örgütünü yakından takip eden Ünlü ile FETÖ'yü konuştuk. Ünlü, devletin içine sızan bu örgütün, amacını, çalışma şeklini, geçmişini, uluslararası ilişkilerini ve bundan sonraki olası hamlelerini anlattı.
ABD KORKUSU, FETÖ'YE DEVLETİN KAPISINI AÇTI:
Fetullah Gülen, 90'lı yıllarda da göz önünde bir figürdü. Süleyman Demirel, Tansu Çiller ve Bülent Ecevit gibi pek çok siyasiyle, kanaat önderleriyle oturup kalkıyor, onlar da Gülen'i bir şekilde refere ediyordu. Ama bu yapı bende hep gayri samimi hava oluşturmuştu. Bunları hep örgüt olarak görme eğilimindeydim. Ki zaten 90'larda da devlet içinde bu yapının bir örgüt olduğunu söyleyenler vardı. Bir kere bürokrasiyi doğrudan hedefleyen, kendince ordu kurmaya çalışan bir örgüttü. Bildiğimiz hiyerarşilerin dışında örgüt modelli bir hiyerarşisi vardı. 80'li, 90'lı ve 2000'li yıllarda bu yapıyla mücadele etmek isteyenler çıktı. Mesela Nuh Mete Yüksel, Cevdet Saral, Hanefi Avcı gibi isimler... Ama bu insanlar FETÖ'nün operasyonlarına hedef oldular. Açıkçası 70'lerden beri iktidara gelen her siyasal güç, Gülen'in devlet içinde örgütlendiğinin farkındaydı. Bu yapının güçlenmesini istemeyenler de vardı. Ama bir şekilde ABD'nin korkusuyla bu yapıya dokunulamadı.
BAĞIMSIZLIK SİYASETİ DEVREYE GİRİNCE SAVAŞ BAŞLADI:
Uzun yıllar siyaseten Türkiye'nin bağımsızlığı önceleyen ve bu anlamda da yeri gelince NATO'ya meydan okuyan politik iktidarımız olmadı. Türkiye NATO eksenli, Kuzey Atlantik ittifakının bir parçası olarak yönetildi. Ta ki 2011'e kadar... Ak Parti 2002'de iktidara geldi. Recep Tayyip Erdoğan güçlü bir siyasi figürdü. 2011'e kadar iktidarını tahkim etti. Sonrasında da bağımsızlık yanlısı politikalar üretti. Mesela kendi silahlarımızı yapmak istedik ve yaptık. Bu bir politik perspektifin sonucuydu. O yıllardan itibaren Türkiye ile NATO'nun çizgisi ayrışmaya başladı. FETÖ ile savaş da tam bu ayrışmayla başladı.
FETÖ TÜRKİYE'NİN YENİ GLADYOSU OLDU:
FETÖ, cürüm yöntemleri kullanarak operasyonlar yapan bir örgüt ve hep devletin aygıtlarını kullanarak işliyor bu cürümleri. İnsanları dinliyorlar, kasetlerle şantaj yapıyorlar, hukuk aygıtını, polisi kullanıyorlar. Şimdi bugünden geçmişe yönelik derinlikli inceleme yapılınca işlediği binlerce cürüm birer birer ortaya çıkacaktır. Ergenekon, Balyoz kumpaslarını FETÖ'nün yaptığı biliniyor. Hrant Dink, Necip Hablemitoğlu, Muhsin Yazıcıoğlu suikastları, Rahip Santoro cinayeti, Danıştay saldırısı tekrar incelenince görülecektir ki, 2000'lerden bugüne işlenen cinayetler bunların bilgisi ve onayı olmadan işlenmemiştir. Eskiden beri Türkiye'de bir derin devlet olduğu söylenir. O yapı tasfiye edildi ve yerine FETÖ yerleşti. Çünkü bunlar Türkiye'nin yeni gladyosuydu. Devlet bunu zaman içerisinde yarı fark etti, yarı fark edemedi.
CIA İLE BAĞLATISI 1999'DA TESCİLLENDİ:
FETÖ'nün CIA bağlantısı bence çok çok eskilere dayanıyor. Gülen'in, CIA ajanı Ruzi Nazar ile görüştüğü hep söylenir mesela. Bence 1960'lara kadar dayanan bir ilişki var ortada. 1999'da da ABD'nin Abdullah Öcalan'ı bize verip hemen akabinde Gülen'in ABD'ye gitmesi bu ilişkiyi tesciller. FETÖ'nün okullarını bir düşünün. Küresel ölçekte eğitim faaliyeti yapıyor. Nasıl yapabiliyor? FETÖ çatı iddianamesinde örgütün 150 milyar dolarlık bir mal varlığından söz ediliyor. Dünyada ekonomik gücü bu kadar büyük olan bir terörist yapı yok. Malum, bu yapıda imamlar var. Biz yıllarca imamları deşifre edip durduk. Hemen yeni bir imam atanıyor, eski imam yurt dışına kaçıyor. Zaten örgütün elemanları deşifre oldukça kaçıyor. Bu bile örgütün ekonomik ve uluslararası gücünün bir göstergesi.
PARALEL DEYİNCE ÇILDIRDILAR:
7 Şubat 2012'de MİT Müsteşarı Hakan Fidan üzerinden Recep Tayyip Erdoğan hedef alınmıştı. O dönemde yazdığım yazıda 'Yeni Türkiye'nin Armageddonu' olarak nitelendirdiğim bir savaş başladı. Kamuoyunda da büyük tepki vardı bu yapılanmaya karşı. Ben de bu yapıya, ABD'li siyaset bilimci Robert Paxton'ın Nazi'leri anlatırken kullandığı tanımdan yola çıkarak 'Paralel Devlet' adını verdim. Tanım oturdu. 17- 25 Aralık sonrası 'dönemin Başbakanı' Erdoğan meydanlarda bu tanımı kullanınca kamuoyuna mal oldu. FETÖ'cüler bu tanım üzerlerine yapışınca çıldırdılar. Ama onları tanımlamak için paralel kelimesi bile artık az gelir.
KENDİLERİNDEN OLMAYANA TAHAMMÜLLERİ YOK:
FETÖ'nün, 15 Temmuz'dan önce de bu ülkeye, topluma çok büyük zararı oldu. 15 Temmuz darbe girişimiyle halka kurşun sıkarak, meclisi bombalayarak, cumhurbaşkanını öldürmeye çalışarak asıl yüzlerini gösterdiler. Daha önce de operasyonlarıyla pek çok insanın canını yaktılar. Bir kere kendilerinden olmayan kimseye tahammülleri yok. Yok etmek için her şeyi yapabilirler. 15 Temmuz'da bunu yaptılar zaten. Ayrıca şöyle bir zararları daha oldu bu topluma: Düşünce özgürlüğünü, sansürle tırpanladılar. İnsanların evinde bile tedirgin olmalarını sağladılar. Dinlediler, kaydettiler, şantaj yaptılar. Korku saldılar topluma. Ama millet korku duvarını aştı.
ARTIK CANLI BOMBA BİLE OLABİLİRLER:
Türkiye'ye ve millete karşı en büyük mermilerini 15 Temmuz'da attılar ve Allah şükür ki amaçlarına ulaşamadılar. Bundan sonra bu çapta büyük bir saldırı yapmaları bence zor. Yine de teyakkuzda olmak lazım. Karşımızda çok tehlikeli bir örgüt var. Belki bir daha darbe kalkışması yapamazlar ama suikastlar yapabilirler. Terör dalgaları yaratabilirler, ekonomik ambargo uygulanması için dış güçlerle işbirliği yapabilirler. Şu an yıllarca kanunsuz bir şekilde kullandıkları devletin silahları belirli oranda ellerinden alındı. İçeride halen adamları var ama. Marjinalleştikçe daha klasik teröre doğru yönelebilirler. Mesela canlı bomba eylemleri bile yapabilirler. Bence FETÖ, PKK ve IŞİD'den daha tehlikeli ve şeytani terör bir örgütü.
ERDOĞAN'IN KARARLILIĞINA RAĞMEN DEVLET FETÖ İLE MÜCADELEDE GERİ KALDI:
Recep Tayyip Erdoğan, 2012'deki 7 Şubat MİT krizinden sonra FETÖ ile etkin şekilde mücadele etmeye başladı. Her fırsatta bu örgütün ne kadar tehlikeli olduğunu anlattı. Aradan dört buçuk yıl geçti ve FETÖ bir darbe girişimine kalkıştı. Buradan şunu çıkarabiliriz. Demek ki devlet içinde Cumhurbaşkanı'nın kararlılığına rağmen bu yapıyla mücadelede zafiyetler olmuş. Devlet içerisinde 'uy gitsincilerin' ataleti, kripto olanların bilgi kirliliği yaratarak hedef şaşırtmaları, Erdoğan'ın siyasal liderliğine yeterince güvenilmemesi, ABD'nin bu ülkedeki operasyonlarda hep başarılı olacağı ön kabulü, kritik noktalarda bu yapıdan adamların bulunması gibi nedenlerle bu mücadelede zafiyetler oluştu. Mesela TSK'da bu kadar güçlü oldukları tahmin ediliyordu. Raporlar vardı. Hatta MİT Müsteşarı Hakan Fidan, eski Genelkurmay Başkanı Necdet Özel'e önemli bir rapor sundu. Bunu açıkladığım zaman, Özel Paşa aradı, "O raporun gereği yapıldı" dedi. Ama ortaya çıkan durum gösteriyor ki yapılamamış. Fidan'ın, darbeyi Cumhurbaşkanı'na haber vermemesi de bir başka sorun.
ÖZ, DARBE BAŞARILI OLSA HEPİMİZİ İNFAZ ETTİRECEKTİ:
NATO, Soğuk Savaş sürecindeki ikiye bölünmüş dünyanın askeri paktı. 90'lardan itibaren NATO'nun ruhunun kapsamayacağı şekilde yeni bir dünya düzeni kurulduğundan bu yana bizim ordumuz varoluşsal bir paradoks yaşadı. Kimin ordusu bu? NATO'nun mu, yoksa milletin mi? Elbette milletin ordusu. Millet, 15 Temmuz'da işte bunun mesajını verdi. Ama ordunun ana omurgasında her zaman NATO'cu bir damar vardı. 15 Temmuz'da bence NATO damarı bekle gör politikası uyguladı. Eğer darbe girişimi başarılı olsaydı Faşist Gülenist bir yönetim gelecekti. Zekeriya Öz'ün, darbe girişimi günü sınıra kadar geldiği bilgisi var. Darbe sonuca ulaşsaydı soruşturmayı Öz yapacak, hepimizi, FETÖ karşıtı herkesi infaz ettirecekti.