Bazı insanlar sanatçı doğar... Yazmak, çizmek, dikmek, kostüm tasarlamak, yepyeni dünyalar inşa etmek onların vazgeçilmezidir. Bahar Korçan da böyle kadınlardan... Ayrıca Türkiye'de moda için en çok emek harcayan, birçok ilke imza atanlardan biri... 1982'den bu yana Türk modasının önemli isimlerinden biri. Moda Tasarımcıları Derneği'nin kuruluşunda yer alan, 1992 yılında kendi ismini taşıyan markasını kuran, sayısız moda haftasına ve fuarlara katılan Korçan, artık bambaşka, taptaze bir yolda ilerliyor. Moda dünyasının altı aylık döngüsünden çıkıp, yepyeni ve sanatın farklı alanlarını bir araya toplayabildiği projeleriyle konuşulmak istiyor artık. Üç yıllık bir çalışmanın eseri olan resim, heykel ve tasarımlarını, toz kavramından yola çıkarak oluşturduğu bir bütünde toplayan Korçan, geçtiğimiz yıl Toz ismini verdiği bu çalışmaları sergilemişti. Şimdi de yeni çalışmasına odaklanmış durumda. Kendi deyimiyle daha hafif ve daha nefes alan bir alt markanın yaratılış süreciyle uğraşıyor. Korçan hiç durmayan, enerjisiyle bulunduğu yeri ve çevresindekileri aydınlatan bir kadın. Ona ve hayatına bakınca, her şey çok yolunda görünüyor. Sonuçta mutlu olan ve mutluluk veren bir kadın var karşımızda. Ama hayat görüntüden ibaret değil. Onunla bir araya gelmemiz Instagram'da paylaştığı ve çok konuşulan fotoğrafların üzerine oldu. Fotoğraflarda hayata kucak açan, geleni olduğu gibi kabul eden ve mücadeleci bir kadın var. Biz bu fotoğraflarla Korçan'a kısa bir süre önce yumurtalık kanseri teşhisi konduğunu öğrendik. Korçan mart ayında ameliyat oldu, altı seans kemoterapi aldı, Tedavisi devam ediyor. Şu anda durumu iyi, her şey yolunda görünüyor. Korçan ile Galata'daki atölyesinde bir araya geldik... Fotoğraf çektirmek istemedi. Hastalık ve tedavi onu yormuştu. İstedi ki sağlıklı, mutlu fotoğraflarla karşınıza çıksın. Bakın Korçan neler anlattı...
- Hayatta sizi en çok ne kızdırır?
- Sevgisizlik. Sevgime karşılık alamamak, o sevginin hırpalandığını görmek. Aslında o sevgi yaşatıyor bizleri. Oysa sevgisizlikten, mutsuzluktan, kavgadan beslenen çok fazla insan var çevremizde. İşte bu yüzden hepimizin daha nötr olmayı öğrenmemiz gerekiyor sanırım.
- Peki sizi bu kötü, karamsar ve kaba ruhlarla savaşmak mı, yoksa onları uzak tutmak mı daha çok yaraladı?
- Bazen göremiyordum onları. Belki de en çok bu kırdı ve yıprattı beni. Gördüğünüz anda kendi farkındalığınızı hatırlayıp ona göre bir savunma mekanizması yaratabiliyorsunuz sonuçta. Bu son dönemde kendi kendime "Ben sevgiyle kucak açmış olabilirim ama buna rağmen karşılık olarak sert bir darbe alabilirim" diyorum kendi kendime. Demek ki bir şeyleri yanlış yapmışım, bazı şeyleri değiştirmem lazım. Şimdi bunu öğrenmeye çalışıyorum. Tabii ki bazı şeyleri de yaşamamız gerekiyor. Bunun önüne geçmek mümkün değil. Ne yaparsanız yapın yine de bazı şeyleri değiştiremiyorsunuz.
- Peki o anda ne yapmak lazım?
- O anda başınıza gelen şeyi kabul edip, bundan ne öğreneceğinize bakmanız lazım. Ben de bunu öğrenmeye çalışıyorum şu anda.
KUKLA GİBİ YAŞIYORUZ
- Nasıl koruyorsunuz kendinizi?
- Kendime daha çok vakit ayırıyorum. Kendi kendimle baş başa kalıp düşünmek için zaman yaratıyorum. Kendimle ilgileniyorum. Kendi kendimizle ilgilenmemiz lazım. Gün içinde kendimizle, kendi özümüzle ne kadar az irtibattayız düşünsenize. Kukla gibi yaşıyoruz. Her sabah kendime bu düşünce dilimini ayırıyorum. Tasarımcı olmasaydım kesinlikle çiftçi olurdum. Yiyebileceğiniz şeyi yetiştirmekten daha büyük bir hüner olabilir mi? Bir de bu işle insan doğanın olağanüstü olduğunun farkına varıyor bir kez daha. Bebek'te oturuyoruz. Şanslıyız, bir de küçük bahçemiz var. Zaten orada yıllardır bir şeyler yetiştiriyorum. Ektiğim şeyleri de mutfağımda kullanıyorum. Sabah ektiğim dut ağacından dutları koparıp geldim ofise. Bundan büyük mutluluk olabilir mi?
- Ne hissettiyor size tabiatla iç içe olmak?
- Döngünün içinde olduğumu hissediyorum. Dünyada bir doğal döngü var ve bizler de onun bir parçasıyız. Ama ne yazık ki unutuyoruz. Unutmak da bize iyi gelmiyor. Doğal döngünün bir parçası olduğumu dört ay unuttum, kanser oldum sonunda.
- Nasıl unuttunuz?
- Sıkışık bir dönemdi. Birkaç konuda çok stres yaptım. Şimdi unutmamam lazım diyorum.
- Duygularını paylaşan, ifade edebilen bir kadın mısınız?
- Aslında hiç tutamam içimde hissettiklerimi... Kızdığımı da darıldığımı da söylerim kesinlikle. Hataylıysam da hemen özür dilerim.
- Hastalık süreciyle birlikte hayatınızdan çıkardığınız şeyler oldu mu?
- Cep telefonu mesela. Yatak odamda asla tutmuyorum artık.
- Ne öğretti size bu süreç?
- Kendimle daha baş başa kalmayı öğrendim. Kendimi dinlemeyi öğrendim. Kendi alanımı toparlamayı, kendime daha iyi bakmayı öğrendim. Biz iyiysek bize bağlı her şey daha iyi oluyor hayatta. Sevdiğim şeyleri prangalı bir şekilde sevmemeyi öğrendim. Eşinizi de çocuğunuzu da öyle sevmemelisiniz. Öğrenmeye çalışıyorum, daha doğrusu bunları uygulamayı öğreniyorum.
- Neler oldu hastalığınızı öğrenmenizle birlikte?
- Bir sürü dosya açıldı. Bu işi insanın başına gelen bir hediye olarak görüyorum ben. Bana bir hediye verildi. Şimdi paketi açıyorum ve ortaya çıkanları algılayarak yaşamıma koymaya çalışıyorum.
- Nasıl dosyalar açıldı?
- Bu tarz uyarılar diyeceğim, insanın hep kendiyle alakalı şeyler. Keşke bunlar olmadan bazı şeyleri anlayabilsek ama genelde bu pek mümkün olmuyor. Durup kendimizi yeniden tanımlamamız gerekiyor. Unutuyoruz kendimizi, özümüzü, içimizdeki çocukları. Anthony Hopkins cep telefonunda hep bir çocukluk fotoğrafını tutarmış. Kendisini hatırlamak için de her gün bakarmış o fotoğrafa. Ben de şimdi yükleyeceğim cep telefonuma bir çocukluk fotoğrafımı.
- Bu yaşadığınız süreçte eminim başka insanlar için de bir şeyler yapmak adına da bir şeyler düşünüyorsunuzdur...
- Instagram'da fotoğrafı paylaştıktan sonra tahmin edebileceğinizden de çok insan bana ulaştı. Bu artık benim boynumun borcu. Olabilecek en etkili projeyi hayata geçirmek için bir şeyler üzerinde çalışıyoruz tabii ki. Detaylarını paylaşacağım daha sonra.
- Söz ettiğiniz Instagram'da paylaştığınız fotoğraf...
- Kazıttım saçlarımı. Saçlarımın dökülmesini beklemedim. Perukla falan da uğraşmadım. Üçüncü evrenin sonundaydım hastalığımı öğrendiğimde. Belki bir 10 gün daha geçmiş olsa bir ya da iki yıl ömrüm olacaktı. O yüzden cidden hiç önemli değil. Kaşlarım, kirpiklerim de dökülecek ama bunlar hiç ama hiç önemli değil. Şu an iyi gidiyor. Kan tahlillerim iyi çok şükür. Moralim iyi. Altı kez kemoterapiye girmem gerekti. Kemoterapiden sonra beş gün dinlenme dönemi ayırıyorum.
DAHA HAFİF, NEFES ALAN BİR KOLEKSİYON GELİYOR
- Sizin koleksiyonlarınızı altı ayda bir moda haftalarında gördüğümüz dönem bitti...
- Yazdıklarımdan, şiirlerden yola çıkarak daha sanatla iç içe olabileceğim projelerle uğraşmak istiyorum artık. Bundan sonra yolculuğun böyle devam etmesi bana daha çok keyif veriyor. Tabii ki bu çalışmaların bir şekle bürünmesi çok daha uzun zaman alıyor. Ortak çalıştığımız diğer sanatçı arkadaşlarımla birlikte uzun zaman geçiriyoruz. Ama bu çalışmalarımdan sadece biri. Birçok büyük şirketin kurumsal kimliklerini hazırlıyorum ayrıca. Art direktörlükler yapıyorum. Çok özel müşterilerimiz için couture çalışmalarımız hâlâ sürüyor.
- Yeni bir markanız daha olacak...
- Bir de Bahar Korçan markasından sonra yeni bir markamız daha olacak. Kızım Lal ile beraber yarattığımız bu markanın sadece kreatif direktörü olarak görev alacağım. Yurt dışına hazırlanan bir marka olacak ancak ismi ve marka hakkındaki detayları gizlilik anlaşmamız gereğince daha fazla anlatamıyorum ne yazık ki. Daha yaşsız bir koleksiyon, daha basic ve daha günlük tüketebileceğiniz bir koleksiyon.
- 1992 yılında Bahar Korçan markasını yarattınız. Şu an geldiği noktada markada nasıl bir dönüşüm oldu? -
Marka olarak Bahar Korçan, sağlam bir hatun, kendine ait bir duruşu ve prensipleri var. Onu her yere konumlandıramazsınız. Herkes kullanamaz, her yerde satılamaz. Kendi karakterini tanımlamış kadınlar çok rahat taşıyabilir. Bir an kendi kendime "Ay çok ağır bir kadın" dedim. Kendime ve tasarımcı kimliğime daha hafif, daha nefes alan bir şeyler yaratmak için alan açmak istedim aslına bakarsanız. Bu yeni marka bana daha iyi geldi diyebilirim.
İÇİMDE HEP KÜÇÜK BİR KIZ ÇOCUĞU VAR
- Kendinizi tanımlamanızı istesem nasıl tanımlarsınız?
- Küçük bir kız çocuğu. Hep küçük kızım ve onu hiç kaybetmek istemiyorum. O kız daha mutlu. Hep enerjik, hep meraklı ve hep yeni bir şeyleri öğrenmek istiyor. Ben hâlâ hoplayıp zıplamak istiyorum.
- Ne öğrendi yaşadığı birkaç ay içinde bu küçük kız çocuğu?
- İnsanın küçük yaşlarda gözünde bir ışık vardır. Hep bir umut vardır. Sonra gitgide hayatın içine daldığınızda o ışıklara bir şey oluyor. Eziliyorsunuz, üzülüyorsunuz ve kırılıyorsunuz zaman içinde. Gardlar alınıyor. Yıllar içinde değişiyorsunuz. Tabii ki değişmeli insan ama ben sanırım şimdi hayatı ve yaşananları daha nötr bir şekilde karşılamayı öğreniyorum.
50'LERDE NE GELİRSE EYVALLAH DİYORSUNUZ
- 50'li yaşlardasınız, güzel yaşlar mı 50'ler?
- Hem de çok güzel. Şu an asla 35'imde olmak istemezdim. 20-30 arası çok zor. Okul bitiyor ve kariyer planı yapmaya başlıyorsunuz. Bir şeylere karar vermeniz gerekiyor. Hayatınızın ondan sonrasını bu kararlarınız belirleyecek, ne kadar zor düşünsenize. Sonra 30-40 arasında da o seçtiğiniz yol doğru mu değil mi onu düşünüyorsunuz. Bir yandan da kariyere odaklandıysanız çocuk ve evlilik ile ilgili düşünmeye başlıyorsunuz. Ama 50'lerinizde artık artısıyla ve eksisiyle seçtiğiniz şeyleri kabulleniyorsunuz. Ne geliyorsa eyvallah diyorsunuz. Bundan sonra hayatımı daha keyifli ve neşeli nasıl yaşarım diye düşünüyorsunuz. Annem 50'leriyle ilgili aynı şeyleri söylerdi mesela, o zaman anlamazdım onun sözlerini. Şimdi şahane bir yaş olduğunu anlıyorum.
- Geriye dönüp baktığınızda yaptığınız en çok neyle gurur duyuyorsunuz?
- Kızım Lal ile... O da 25 yaşında... Robert Kolej'i bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi'nde sosyoloji okudu... Şimdi yönetmenlikle ilgileniyor. Çok şey öğreniyorum ondan. Ayrıca genç anne olduğum için en iyi arkadaşım Lal.
RAHATLAMAK İÇİN MUTFAĞA GİRERİM
- Neler yaparsınız kendinizi rahatlamak için, mutfağa girer misiniz mesela?
- Evet. Bir altı ay yemek kursuna gittim. Annem de çok güzel yemek yapar. Eşim de kızım da çok güzel yemek yapar. Sebze yemeklerini çok sevdiğim için en çok o konuda iyiyim. Bir de kökenlerimizden gelen bazı yemeklere meraklıyım. Mesela sadece Urfalıların bildiği yumurtalı çiğ köfte gibi... Çok lezzetlidir.
- Spor yapıyor musunuz?
- Beş senedir haftada üç gün yüzüyorum. En sevdiğim spor yüzme zaten. Bunda belki de çocukluğumun deniz kenarında geçmesi de etkili olmuştur. Bostancı'da büyüdüm, onun etkisi olabilir bunda...
- Çok kızdığınızda, üzüldüğünüzde ne yaparsınız?
- Bağırırım. Birine, birinin yüzüne karşı değil de bir ortam yaratıp bağırırım kesinlikle. Ya da yüksek sesle müzik dinlerim. Duygularımın içeriğine göre ya klasik müzik ya da rock müzik dinlerim. İçerde o negatif enerjiyi hiç tutmamak lazım. Ya da toprağa yalın ayak basmaya çalışırım. O da üzerinizdeki bütün stresi alıyor. Yalın ayak toprağa basmadan yıllar geçiriyoruz, ne kadar korkunç bir şey bu.
- Kendinizi kötü hissettiğinizde gittiğiniz bir yerler var mı?
- Biraz uzak ama Kaçkarlar'a giderim. Çamlıhemşin çok inanılmaz enerjisi olan bir yer. İstanbul'daysam da kesinlikle deniz kenarında bir yere giderim. Denizi görmek insana iyi geliyor.