"İnsanlar birbirlerini severse, sabahları gülerek uyanırlarsa ben mutlu olurum. Halka hizmet için mutlaka politika yapmak gerekmiyor. Ben zaten politika yapıyorum. Benim politikam sevgiyle ilgili" demişti... Ölüm haberini aldığımda aklımdan bu sözleri geçti Kayahan'ın. 5 Ocak'ta babamı kaybettiğimde ilk arayanlardan biriydi. O haliyle bana umut vermeye çalıştı, 'güçlü ol' dedi. Ve o da gitti... 80'li yılların sonunda tanımıştım Kayahan'ı. Doğruları vardı, kuralcıydı, zor bir adam gibi görünürdü ama değildi. "Önemli olan binaların ruhsatını değil, hayatın ruhsatını alabilmek. Hayatı nasıl yaşayacağınıza dair bir tarzınız olmalı" derdi. Değişmeden, eğilip bükülmeden, kendi doğrularıyla yaşamanın adamıydı... Büyük kızı Beste doğduğunda 23 yaşındaydı. "Beste bebekken iki pavyonda çalışıp, bir de gece kulübüne giden, sabaha karşı eve gelip yatan, 11'de kalkıp bir okula gidip öğrencilere tost yapıp dondurma satan, akşam üzeri iki saat uyuduktan sonra yürüyerek işe giden bir adamdım." Böyle anlatmıştı yokluk günlerini. Aşkla yaşadı, aşkla savaştı, aşkla anlattı Kayahan. Duygulara hitap ettiğini biliyordu. "Savaşan erkeği sevenler beni sevdiler" demiş ve ilk eşi ile olan ayrılığını, her şeyi ardında bırakıp nasıl gittiğini şöyle anlatmıştı: "Birçok insan evliliğini, benim ayrılığımdaki kadar doğru yaşamadı. Onunla birlikte olduğum sürece ne kazandıysam, her şeyi ona bırakıp, sadece ceketimi alıp çıkıp, gittim.
ŞEREFLİ BİR SOYADI
Kızı Beste'yi, Beste'nin annesini, Beste'nin oğlunu hiç bırakmadı Kayahan... İpek ve Aslı Gönül ile birlikte büyük bir aile kurdu. Herkesin sorumluluğunu taşıdı, geçmişle hesaplaşmadan geleceğin planlarını yaptı. Bu konuyla ilgili de konuşmuştuk onunla. "Maddi gücünüz yerinde olmasaydı, düzeni bu kadar kolay sağlayamazdınız" demiştim. "Doğru" demişti o da... "Kadınlar başarısız erkekleri sevmez. Erkekler başarılı olabilmeli ki, kadınlar onların limanlarında kendilerini iyi hissetsinler. Allah bana nasip etti, ben başarılı oldum. Öncelikle onlara şerefli bir soyadı bırakmaya çalışıyorum. Ardından da namerde muhtaç olmamaları için bir şeyler yapıyorum. Onlar için ayırdığım paylar var. Bir gün bu dünyadan mezun olduğumda arkamdakileri düşünmeden rahatlıkla mezun olacağım. Aslında en büyük saadet bu. Bir gün gözümü kapattığımda sanıyorum benim için 'iyi adamdı' diyecekler." Ailesi önemliydi Kayahan için: "Bütün bu yaptıklarımızı aslında bir aile, daha sonrasında da bir millet oluşsun diye yapıyoruz. Aile sizi o çalışmada dinlendiren bir duygudur. Ailesi, sevdiği, dostları olmayan bir insan bu işleri yaparken çok zorlanır. Sadece kendin için yaptığın ve paylaşmadığın şeylerin bir tadı olduğuna inanmıyorum. Ben bir şey yaptığım zaman o başarı olarak bana değil evimize dönüyor. Tabii ki kızım Beste ve torunuma da dönüyor. Bir başarı kazandığımız zaman o hepimizin başarısıdır. Onlar bana, onlar için bir şey yapmanın gücünü vermişlerdir. Ben de bunun hazzını yaşarım." Ve İpek Açar... Kayahan ondan söz ederken "Benim en büyük şansım" derdi... Aşkla, sevgiyle, şarkılarla, çocuklarıyla kurdukları dünyada eşine benzerine az rastlanır bir çiçek gibi yanında dururdu İpek. Bütün hastalığı süresince gözü oldu, kalbi oldu, eli oldu... Bir doktor gibi, bir hemşire gibi yanındaydı. Gün geldi serumunu taktı, gün geldi ağrı kesici iğnelerini yaptı. "Türk pop müziğinin büyük ozanı" diyorum ben Kayahan için. Ve bu mesleği yaparken onunla tanıştığım, onunla paylaştığım anlar için şanslıyım. Ve gönül bahçesine ektiği çiçeklerin kokuları arasında "Güle güle büyük usta" diyorum... Güle güle büyük usta, mis kokulu bir bahara... Şarkıların orada da, burada da yaşayacak, sen unutma...