Krallar, imparatorlar, babalar... Sevdik mi bir kere, yere göğe sığdıramıyoruz insanları. Hemen gönlümüzün tahtına oturtuyoruz. Ama millet olarak biraz da ayran gönüllüyüz. O tahta oturanları gün geliyor, ansızın ve hak etmedikleri halde gönlümüzden kapı dışarı ediyoruz. Birkaç yıl önceydi,
Erol Büyükburç İstiklal Caddesi'nde Nasreddin Hoca kılığına girip eşeğin üzerine binip gezmişti. Sonrasında bir yaygara bir yaygara. Yok efendim dikkat çekmeye çalışıyormuş, yok efendim gündeme gelmek istiyormuş. Herkes vuruyor anlayacağınız! İçim kıyıldı, "Hiç mi emeği yok üzerimizde bu adamın, nedir bu öfke ona karşı" dedim kendi kendime ve söyleşi yapmaya karar verdim. Çevremdekilerin bu söyleşi fikrine sıcak bakmamaları beni şaşırtmıştı. Ama kararlıydım. Ulaşmak zor olmuştu kendisine, sözleştik ve son nefesini verdiği Etiler'deki evine gittik. Karşımda hiç de dikkat çekmeye çalışan bir adam yoktu. Gayet aklı başında biri vardı. Niyetimi merak ediyordu ve dolandırmadan sordu "Ne istiyorsun benden, söyleşin için iyi bir başlık cümlesi mi, istediğin oysa seve seve veririm. Ama eğer benimle gerçekten konuşmak istiyorsan onu da bilmek isterim." Aslında bu cümlede gizliydi birçok şey. Anlamıştım; o uçuk kaçık açıklamaları biraz da onu malzeme yapmak isteyenlerin tercihiydi. "Yok" dedim "Benim derdim sizi anlamak, sizin cephenizde olaylar nasıl yaşanıyor onu bilmek." Gevşedi, gözleri parladı, elimi sıktı. Sonrasında ne sorduysam samimiyetle cevapladı . Türk pop müziğini başlatan adamdı o, popüler kültürümüzün de ilk krallarındandı. Şöhret nedir çok iyi biliyordu. Zaten "Ben nasıl şöhret oldum biliyor musun?" dedikten sonra işin sırrını şöyle açıklamıştı: "Ezber bozarak." Doğru söze ne denir? Müzik dünyasında tabuları yıkan oydu. Sahnede de o vardı, pikaplarda da, filmlerde de... O, efsane olan elbiseleriyle de kılık kıyafet algımızı değiştirdi. Açıkçası ezberleri bozdukça sevildi. O sevginin de sınırı yoktu hani, arabasını omuzlarda taşıyacak kadar çok sevilmişti. Ayrıca 60'larda 70'lerde anamız babamız birbirlerine sevdalı sevdalı bakarken ya da danslarını ederken onun şarkıları eşlik etmiyor muydu o özel anlara.
DEVRİMCİ OLMAK KOLAY DEĞİL
Özel bir insandı. Yerli Elvis de olmuştu, (her ne kadar filmin çekimleri yarım kalsa da) yerli Süpermen de... "Ben hep yalnız bir insan oldum" demişti," Nasıl?" diye sorunca da anlatmıştı: "İnsana genleriyle gelen mesajlar vardır. Bu mesajları içinizde hissettiğiniz, iyi okuduğunuz zaman, hayatta nasıl davranılması gerektiği konusunda bir arayış ortaya çıkıyor. O arayışta bir yalnızlık hissediyorsun. Sevgili ya da arkadaş ararken hep bu yalnızlığı hissettim. Metin Erksan'la neden iyi anlaşırdık biliyor musun? O da benim gibi yalnızdı. Zaten yaratıcı bütün sanatçılar bu yalnızlığı yaşamıştır." Her zaman yapmaya çalıştıklarını anlamayanların olduğunu söylüyordu. Ama devrimci olmak kolay değildi. Hayatı boyunca yenilikçi yaklaşımları karşısında nasıl örselendiğini anlatmaya gerek bile duymamıştı. Sormuştum "Hayatınızın muhasebesini yaptınız mı?" diye. Niye dercesine baktı gözlerime, sonra da "Bu tür bir hesaplaşmaya neden girer insan ki?" diye başladı konuşmaya. Anlamıştım başka dertleri vardı hayatta. Yapacakları, projeleri vardı, hesaplaşma falan onun için zaman kaybıydı. Mesela projelerinden biri Türk pop müziğiyle ilgiliydi. Türk popunun içler acısı durumuna müdahale etmek istiyordu: "Bugün Türk popu çok sığ. Yıllarca ticari kaygılarla, tuttuğu düşünülen tarzlarda şarkı yapıldı. Böyle olunca da müzisyenler kendilerini tekrar etmeye başladı. Bu tekrar da, halkı bezdiren benzer şarkıların ortaya çıkmasına neden oldu. Oysa öyle olmaz. Müziğin kodlarını, yani müzikal olarak gittiğiniz ana yolu değiştirmek gerek. Ama kimse buna yeltenmiyor. Sorumluluğum var. Türk popunu ben kurdum, bu sığlıktan kurtarmak da bana düşüyor."
HANGİ SANATÇI ÇILGIN DEĞİL Kİ?
Ya o çılgınlıkları! Kendi ağzından aktarayım: "Hepsi bilinçli. Yoksa ben kafayı yemedim herhalde. Hayatta cesur olmak gerek. İşim hayal, vizyonerlik. Doğru düşünülmüş, doğru hayal edilmiş bir konu mutlaka kendi zeminini buluyor. Sanatın belli bir şerbeti var. Hayat o şerbeti sana içirmişse, çılgınlık yaparsınız. Hangi sanatçı çılgın değil ki!" Doğruya doğru kimileri ona kafayı yemiş gibi davranmadı mı? Ben saksı değilim diye isyan etmesi de bu yüzden değil miydi? Nice sanatçıya son zamanlarında duyulan saygı ondan esirgenmişti. Kör ölür badem gözlü olur derler. Öyle oldu işte. Ama bence o zaten badem gözlüydü, şöhreti taşıyamıyor, artık onun zamanı geçti diye itibarsızlaştırmak onu kör etme hamleleriydi. Lakin Kral'dı o ve krallar kolay kolay kör edilemez ve kolayına da ölmez!
BUGÜN ERKEKLER RENKLİ GİYİNİYORSA BUNDA BENİM PAYIM VAR
"Şarkı söylemek, beste ve aranjman yapmanın yanı sıra işimin bir de görsel yönü var. Eskiden erkekler smokin ya da frak giyerdi sahnede. Erkek adam renkli giymez diye bir algı vardı. Kıyafette renk devrimi yaptım. Hayatın içinde cesur olmanız gerek. Ben kıyafet devrimi yaptığım zaman modacı falan yoktu. Çılgınca ortaya çıktım. Galatasaray'da terzi Sabahattin Bey vardı. Ona modeller ve kumaşlar götürdüm. Modelleri görünce 'Bunları mı giyeceksiniz?' diye sordu. 'Evet,' dedim. 'Ne derler size?' dedi. 'Deli,' derler dedim. Zorlanarak dikti. Sonra ben o elbiseleri giydim. Aradan bir yıl geçti, tekrar gittim kıyafet diktirmek için. Beni görünce 'Siz ne yaptınız evladım?' dedi; 'Herkes bu elbiselerden istiyor!' Şimdi bakın sokağa, erkekler rengarenk giyiniyor. Cesaret ve delilik iyidir genç!"
VİZYON SAHİBİ OLMAK BÖYLE BİR ŞEY!
Kral olması bir yana Kral adamdı Erol Büyükburç. Söyleşi öncesinde "Hazırlanmama müsade eder misiniz?" dedi ve kostüm odasından elbiselerini çıkarıp giyindi. Hazırlanırken de birlikte gittiğimiz Kutup Dalkıran'ın fotoğraflarını çekmesinden çok memnun oldu. "Bakın" dedi "Avrupa'da Amerika'da, insanların doğal hallerinin fotoğraflanmasına çok önem verilir. Ama bizde kıymet verilmez." Şaşırmıştım, ama vizyon sahibi olmak böyle bir şeydi işte.