Kendisini yakalamaya çalışan polisle oyun oynayan seri katillerin yaptığı gibi, suç mahallerine şaşırtmacalı ipuçları bırakan istihbarat örgütlerinin birbiriyle gizli bir lisanla konuştuğu bir dönemdeyiz. Bu dilin kriptolu mesajlarının taşıyıcısı ise terör eylemleri. İstihbarat örgütleri bu eylemler üzerinden âdeta birbirleriyle konuşuyor.
Bu tür bir şifreli konuşma, yakın tarihte İsrail Gizli Servisi Mossad ile Filistinli Kara Eylül örgütünün karşılıklı eylemlerinde görülmüştü. 1972 Münih Olimpiyatları'nda 11 İsrailli sporcuyu rehin alıp öldüren Kara Eylül'ün lider kadrosundaki isimler Mossad tarafından öldürülünce Kara Eylül de her suikasta bir eylemle cevap vermişti. Mossad, Münih Saldırısı'nı planlayan Ali Hasan Selami'nin de (Ocak 1979'da öldürüldü) aralarında bulunduğu Kara Eylül yöneticilerini öldürmüştü. Kara Eylül ise buna karşılık İsrail hedeflerine yönelik saldırılarını artırmıştı. Mossad yöneticileri, örgütün suikastlara karşılık verdiğini görünce bunun bir kısır döngü olduğunu itiraf etmişlerdi.
Geçtiğimiz hafta Paris'te başlayan terör eylemleri, tıpkı Münih saldırıları gibi Avrupa'nın göbeğinde ve -ikinci eylemde gördüğümüz üzere- yine rehine krizi ile baş gösterdi. Terör örgütlerinin istihbarat servisleri tarafından yönlendirilmesinin dünyada ve Türkiye'de pek çok örneği var. İstihbaratçı eski polis şefleri Hanefi Avcı ve Sabri Uzun, SABAH Pazar'a bu tür yönlendirmelerin çok profesyonelce yapılabildiğini anlattılar. Avcı, "İstihbarat teşkilatları, örgüt içinde adamları varsa örgütün ideolojisine uygun suikastlar ve eylemler tasarlayabilir. Doğrudan istihbarat teşkilatlarının kurduğu ve suikast yaptırdığı örgütler de var" dedi.
Sabri Uzun da "Eğer bir istihbarat teşkilatı, bir örgüte dair yüzde 30'dan fazla bilgi sahibi ise o örgütü yönetiyor ve yönlendiriyor demektir. Çünkü örgütlerle ilgili bilginin yüzde 30'u istihbarat, yüzde 40'u yakalama ve sorgulama ile elde edilir. Kalan yüzde 30 ise hayatın olağan akışı gereği karanlıkta kalır" diye konuştu.
SULTANAHMET VE PARİS EYLEMLERİ
Türkiye; geçtiğimiz iki hafta içinde iktidarın tarihi sembolleri olan Dolmabahçe ve Sultanahmet'te 1 Ocak ve 6 Ocak'ta meydana gelen iki ayrı terör saldırısı ile sarsıldı. Bir gün sonra, 7 Ocak'ta Avrupa'nın kültür başkenti Paris'te sonradan Mağrip kökenli Fransız vatandaşları oldukları anlaşılan iki Kalaşnikoflu saldırgan 12 kişiyi öldürdü. Saldırılar, rehine krizli eylemler ile devam etti.
Paris'teki saldırılar -teröristlerin amacı farklı olsa da- Suriye konusunda küçük fikir ayrılıkları dışında Türkiye ile aynı çizgide duran, en azından Selefi unsurların güçleneceği bahanesiyle Esad'ın gitmesine soğuk bakmayan ve net bir biçimde "Esad gitmeli" diyen Fransa'yı belirli bir siyasi çizgiye çeker mi bilinmez. Sonuçta Fransa'nın Suriye politikasında köklü bir değişiklik olmaz ama bu saldırıların, Suriye'deki radikal unsurlara bakışı değiştireceği düşünülebilir.
El Kaide'den farklı olarak Irak ve Suriye'de devlet kurma cihetine giden IŞİD, hâkim olmak istediği Levant bölgesinde yenildikçe terörü Avrupa başta olmak üzere yabancı topraklara ihraç edebilir. Dünyanın dört bir tarafından binlerce militan devşirmiş, eğitimli bir askeri kadronun küresel terör maksatlı olarak yeryüzünün farklı bölgelerine yayılması çok başka bir tehlike doğuracaktır. Kısır döngü, IŞİD terör estirdikçe Batı'da İslamofobi'nin katmerlenmesi ve Müslüman nüfusa baskının artması demek.
İstihbaratın terörle ilişkisini dile getirmek, terörü yaratan toplumsal ve siyasal koşulları hafife almak anlamına gelmiyor. Ancak bu, başka bir yazının konusu.
DHKP-C'NİN İSTİHBARAT KOKAN SUİKASTLARI
İstanbul Sultanahmet'te bir polisin şehit edildiği saldırıyı, tıpkı senenin ilk günü gerçekleştirilen Dolmabahçe saldırısı gibi proletarya devrimi için savaştığını ileri sürüp ironik biçimde istihbarat servislerine, hatta kimi zaman küresel sermayeye hizmet eden DHKP-C örgütü üstlendi.
Ne var ki Sultanahmet'teki terör eyleminin Dağıstan uyruklu Rus vatandaşı Diana Ramazova tarafından gerçekleştirildiğinin ortaya çıkması, polisiyedeki karşılığı katil uşak olan 'önyargıların faili' klişesini yerle yeksan etti. Bu ayrıntı, Türkiye ve Rusya'nın siyaseten hiç olmadığı kadar yakınlaşmaya başladığı hesaba katılırsa kuşkusuz şifrelerini ancak istihbaratçıların kıracağı yeni mesajlar içeriyor. DHKP-C'nin saldırıyı neden peşin peşin üstlendiği ve örgüte yakınlığıyla bilinen Halkın Sesi TV adlı web sitesinden neden "Feda eylemini gerçekleştiren savaşçımız Elif Sultan Kalsen" açıklamasının yapıldığıysa ayrı bir muamma.
DHKP-C kadar kritik süreçlerde 'üst akla' hizmet eden başka bir örgüt yoktur dense yeridir. Bu örgütün atası olan Dev-Sol, darbe dönemlerinden önce ve Türkiye'nin istikrarsızlaştırılmak istendiği dönemlerde 'suikast örgütü' olarak faaliyet göstermişti. Eski Başbakanlardan Nihat Erim, eski MİT Müsteşarı Adnan Ersöz, eski MİT Müsteşar Yardımcısı Hiram Abas, emekli Korgeneral İsmail Selen, Adana Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Temel Cingöz, Türk-İngiliz ortak kuruluşu olan bir sigorta şirketinin Genel Müdür Yardımcısı Andrew Blake hep Dev-Sol tarafından öldürüldüler.
1996'daki Sabancı Center cinayeti ise burjuvazinin ilişkilerini doğrudan etkileyen bir suikasttı. Yani DHKP-C, eylemleriyle doğrudan devletlerin ve burjuvazinin yapısını hedef alan bir örgüt. İstihbarat mantığı açısından bakılırsa bu örgütün Avrupa gizli servislerinin ve giderek küresel sermayenin maşası olduğu sonucu çıkıyor.
DHKP-C ÜZERİNDEN MİT'E KISKAÇ
Haziran 2015 genel seçimleriyle bağlantılı olarak 'Yeni Türkiye'nin kuruluş sürecindeki en kritik viraja girildiği şu dönemde terör eylemleriyle ülkemize yönelik istihbarat operasyonlarının yoğunlaşması bekleniyor. Dolmabahçe ve Sultanahmet eylemlerinin Türkiye'nin istihbari kapasitesini, terör eylemlerinin arka planındaki adresi bulma potansiyelini ölçmeye yönelik testler olduğu varsayılabilir. Üst akıl, birbirinden farklı iki kanalı dolaylı yollardan harekete geçirerek Türkiye'nin istihbari operasyonlara karşı direncini ölçüyor. Bu açıdan bakıldığında eylemlerin devamının gelebileceği söylenebilir.
Türkiye, istihbari imkân ve kabiliyetlerini devlet içinde çöreklenmiş paralel yapı ile mücadeleye harcarken istihbarat servislerinin Türkiye'de terör eylemleri üzerinden operasyonlara girişme ihtimali yüksek. Bu noktada devletin, paralel yapı ile öteden beri mücadele etmiş tecrübeli isimlerin mesleki birikimlerinden yararlanması yerinde olur. Emin Arslan, Sabri Uzun ve Hanefi Avcı ekibine yakınlığıyla bilinen Hüseyin Özalp'in İçişleri Bakanı Efkan Âlâ'nın danışmanlığına getirilmesi bu açıdan önemli.
Hanefi Avcı'nın ayrılmasından sonra paralel yapının kontrolüne giren Edirne'de istihbarat-örgüt işbirliğini gözler önüne seren ilginç olayların yaşandığını da yeri gelmişken belirtelim. Edirne, Yunanistan ve Bulgaristan'la sınır şehri olduğu için DHKP-C örgütünün stratejik açıdan önem verdiği ve üslendiği bir bölge. Kentte yakın geçmişte ikisi Emniyet İstihbarat'a, diğeri Milli İstihbarat Teşkilatı'na (MİT) çalışan üç DHKP-C muhbiri vardı. Edindiğim bilgilere göre MİT'e çalışan muhbir, paralel yapıya yakınlığıyla bilinen Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi Müdürü S. E.'nin talimatıyla izlendi ve MİT'in telefonları bu muhbir üzerinden teknik takibe alındı. Yani paralel yapı, 2012 Şubatı'nın hemen öncesinde 2011'in sonlarında KCK'daki muhbirler üzerinden MİT'i teknik ablukaya almak istediği gibi 2013 Haziran'ında da DHKP-C üzerinden teşkilatı kuşatmak istedi. Ayrıca Emniyet İstihbarat'a çalışan iki DHKP-C'li muhbir de örgütün sokak eylemleri düzenlemesi için kışkırtıldı. AK Parti binası o dönemde saldırıya uğradı.
Kentte paralel yapının usulsüz telefon dinleme üssü Ayşekadın semtindeki istihbarat şubesi idi. Bazı dinlemeler için 'güvenli ev' de (safe house) tutuluyordu.
Avcı'nın gidişinden sonra S. E., personeli HTS raporlarına baktırarak fişledi. Avcı'ya yakınlığıyla bilinen personel insan kaçakçılığı, rüşvet gibi asılsız iddialara dayanarak görevlerinden uzaklaştırıldı. S. E., cemaatin devletteki örgütlenmesinin iç yüzünü gözler önüne seren bir kitap yazan Hanefi Avcı için "Avcı'nın pisliklerini temizleyeceğiz" diyordu.
Yaşanmış bütün bu lokal gelişmeler dışarıdan ve içeriden yürütülen makro ölçekteki savaşın mikro yansımaları. Daha önce de yazdığımız gibi merkezinde Türkiye'nin de olduğu küresel bir istihbarat savaşının içindeyiz. Bu; çok cepheli, şaşırtmacası bol, karmaşık bir savaş. Bir tür 'istihbari Armageddon'... Armageddon'un galipleri, 21. yüzyılın öncü ülkeleri olmaya hak kazanacak.
HANEFİ AVCI: 'MUMCU SUİKASTI İRAN İSTİHBARATININ OPERASYONU'
"Terör örgütleri üzerinden yapılan operasyonlar, istihbarat servisleri açısından en zor operasyonlardır. Yönlendirme için öncelikle ideolojik açıdan hedeflerin örtüşmesi gerekir. Bu tür durumlarda istihbarat servisleri, örgüt içinde adamı varsa onu yönlendirmek suretiyle örgütün ideolojisine uygun suikastlar tasarlayabilir. Marksist-Leninist örgütler eylemlerde genelde kendi ajandalarına göre hareket ederler. Ama hedef çakışırsa örgüt içindeki adam vasıtasıyla istihbarat teşkilatı eylemi yönlendirebilir.
Bazı durumlarda doğrudan istihbarat servislerinin kurup yönlendirdiği örgütler de bu tür suikastlara girişebilir. Mesela Türkiye'de Uğur Mumcu, Turan Dursun, Muammer Aksoy suikastları bunlara örnektir. Başarılamamış Jak Kamhi suikastı da buna örnek. Bu eylemler, İran istihbarat servisinin kurduğu ve yönlendirdiği örgütler tarafından gerçekleştirildi. İstihbarat teşkilatının bağlı bulunduğu devletin ideolojisi ile kurulan örgütün ideolojisi arasında akrabalık olduğu için burada doğrudan bir ilişki söz konusu oldu."
SABRİ UZUN: 'FAZLA BİLGİ SAHİBİYSE KENDİ KURMUŞTUR'
Sabri Uzun: "İstihbarat teşkilatı, bir örgütle ilgili azami yüzde 30 istihbarat alabilir. Herhangi bir yakalama ve sorgulama olmadan yüzde 30'un üstünde bilgi alıyorsa o örgütü istihbarat örgütü yönetiyor ve yönlendiriyor demektir. Eğer bir örgütle ilgili bilginin yüzde 100'ü bir devletin elindeyse bu o örgütün, bir devlet örgütü, devlet içinde bir çete olduğu anlamına gelir. Veya devletin elindeki istihbarat örgütü, terör yahut çıkar örgütüne dönüşmüş demektir. Polis ve istihbarat, yüzde 30 haricinde yüzde 40 dolayında da yakalama ve sorgulama ile bilgi elde eder. Kalan yüzde 30 bilgi yine meçhul kalır. Bu da hayatın olağan akışına uygundur. Çünkü yakalanan ve sorgulanan militan bile her olayı hatırlayıp istihbaratçıya ve polise anlatamaz."